Düşünce özürlü olmak muhtemel bir
kıyas mı ya da zincirleme var oluş kaygısı?
Azıcık yorgun azıcık sürrealist belki
de melankolik bir tını…
Zamanın ıslahevinde çıkan bir
yangının mağduru biz sefil faniler biraz da soytarı bir yalnızlığı mal etmişken
içinde bulunduğumuz asra.
Çakıl taşları belki de ürkünç
kıyımların zaman aşımına uğrayan soluğu. Bir tınıda nükseden; bir kahvede
boncuk boncuk çözülen kafein müptelası gece kadar karanlık bir şarkıda
kaybolmuşluğumuz.
Tasavvur edelim o zaman ve kanalım önce
içsel öfkemizin mağdur kıldığı sefil yanımıza sonra da ötekileştirdiklerimize
ve derken boykot edelim üstelik ısrarcı bir yargı iken zaman aralıklı kayıp
milatların surunda bir mizaç iken insanlığın görünmez içgüdüsü.
Yaşadığımız.
Yaşadığımızı sandığımız.
Yaşam kaynağımız.
Zaaflarımız.
Belki de Virginia Woolf’a göre; çok
ama çok güçlü farkındalık yaşadığımız zamanlarda gerçekten yaşadığımız
söylenebilir yoksa gündelik hayatı sıradan işlerini yaparken, yarı bilinçli bir
haldeyiz.(Alıntı)
Ve yine vurguladığı üzere; adına
‘’varoluş anları’’dediği bu eşsiz güçlü deneyimleri üstelik her birimizin
mizacında farklı bir teamül ile peyda olan sancılı bir doğum şarkısı.
Eğer ki dünya bir sanat eseriyse ve
bizler de o sanat eserinin parçasıysak… Kelimeler biziz, notalar biziz. Varoluş
anları dediği o farkındalık anlarında ise bu bağlantıları görüyoruz.(Alıntı)
Acı ve mutlulukla harmanlanmış ve
derken kayıp ve dolulukla güncellediğimiz hayat şarkısı.
Hüzün sarmalında göreceli bir dalga:
Bazen alçaldığımız ve alçalttığımız benliğimiz bazense en tepeye erişme kaygısı
ki tümden gelen duyguların hiçlik çağrısı.
Öykünmek aslında belki bir öyküde
kaleme aldığımız muzip kadına belki bir şarkıya güfte olmuş kayıp şairini
arayan aşk dolu dizelerin beyanını sunarken yine sarı bir yapraktan buzdağına
dönüşen o duygu katmanı.
Ölümlerin son durak olarak
nitelendirildiği ama dinsel bir ritüel iken ölüm sonrası var oluş bildirgesi.
Esefle kınadıkça ve azıttıkça yine
frekansını bir türlü ayarlayamadığımız hüzün portföyü. Bir sakınca belki de
sarkacın deviniminde bir de güneşin şaşalı ölümünde gün geceye ermeyi mademki
zaruri bellemiş.
Zor zanaat gerçek manada kimliğin
doyumuna ulaşmasına ket vurup dinlenmekle yükümlü olduğumuz artık hangi
portalsa ve bizler de tutturmuşsak bir kez mutluluk arayışında yaşadığımız onca
hezeyanı bir demet neşeye takas etmek adına dolaşırken kapı kapı.
Özrümüzde saklı tuttuğumuz özümüzle
çıktığımız kayıp sahnenin olmayan seyircisine sunduğumuz bir piyes tadında olsa
keşke hayat mı gerçeğin bir adım öncesi yoksa kaygan bir zeminde bizler ki
ısrarla nakşederken eş zamanlı ölümünde benliğin ve umutların hele ki bir de
sevme özürlü ise karşımızda nidalar atan görünmezin en sat afatlı görünür
kıldığı.
Rutin seyri aslında tüm olup
bitenler: öyle ya; bir gölgeden kaçarken bilediğimiz yine o gölgenin çıkış
noktası yine bizleriz üstelik diğer gölgelerin peşine düşüp de aynada selfie
yaptığımız bir peyzajda artık hangi kadrajsa susturduğumuz iç sesin hüznü.
Bir şaire düştü yolum demek bile
hünkarı yüreğin hani o yazılmamış şiirde özne kıvamında bir yüklemin özlemi ile
biz hala pür-neşe soyutlandığımız gerçeğinin çok uzağında, içimizde bir
yerlerde kolladığımız küçük ve muzip çocuğu avutmakla haşır-neşirken.
Gün kaygılı gecenin; gece bağımlısı
düşlerin; düş özürlü gerçeklerin ve gerçek özürlü biz sefil hayalperestlerin
hegemonyasında bir dünya yaratma istemi ile bir de sevginin peşinde illet ve
metazori bir âşık olmanın da bedelini öderken kala kalmışlığımızla. Zaman
çaldıkça bizden ve bizler hala kinaye yüklü bir söylemle; bizim zamandan
çaldığımızı süklüm püklüm dile getirirken üstelik zaaflarımızın bilincinde
gösterişli bir hutbe tadında yazarken satır satır.
Gönül isterdi, deyip devamı gelecek
madem o zaman gözden ırak bir dünyanın müridi iken varsın gönülden de ırak olalım
yine de şüphe götürmez bir gerçek ki; özlem her daim besliyor arzuları ve
hayalleri. Zamanın ıslak zemininden bir avuç dolusu nisan yağmuruyla mayısı
buyur ettiğimiz gönül penceresinde sürç-ü lisan eylediysek affola.