Adını koyup koymama
kaygılarını rest çekmekse geçirgen korkulara bir de rütbe bellemekse
zafiyetleri.
Korunaklı düş/üş/lerin
metazori kahramanlarıyız bir de peşkeş çektiğimiz duyguları bir bir sağaltırken
adına acı denen ruhun röntgeni.
Tabana kuvvetse her
mısra, salkım saçaksa benlik bir de metanet dileniyorsak.
Durduk yerde hüzün
müdür en ağdalı ve görkemli o meftun duygu; önce kıpraşan sonra alevlenen ve
derken lehim ettiğimiz kayıp kıtaların korunaklı coğrafyasında değişik mizaçlı
sayısız insan…
Azıcık öfkeli
fazlasıyla kırgın; azıcık da soytarı bir imge arayışında hani olur da nüktedan
bir şiire düşerse yolu adına şair denen yabancının. Biz gibi, ben gibi, sizsiz
yükümlülükler belki de ya da saf kan hazan yalnızlığı ki baharın en kibar
telaffuzu iken güler yüzlü nisan ha bir de kalabalığın geçit vermezliğine
takılı bir nizam iken gönülden akan desturun ulema bildiği hangi kahramanı ise
tarihte meçhul, günde yok sayılan ve yarını asla muteber bir hikâye vasfına da
bürünemeyecek.
Bir miladı deviren şanlı
bir kahraman iken kimine göre bilinmezin raconunu ellerindeki sancağa atfedip
bir de kıyama durmuşken nice badire atlatmış şanlı geçmişimizin en akılda kalan
kahramanına bir Fatiha okuma istemi ile şehr-i İstanbul’un ilk sahibi yine bir
de nidaların süksesinde şehrin görkemine hayran kalan ulu imparator.
Zaman ırgat ve nüktedan
bir davetiye mi de bizler onca ruhban gölgeyi bir kıyıma devredip ansızın da
kıyama durduğumuz anlık bir duyguya tabi benlikte acımasızca bir var oluş
savaşı vermeye muktedir rahat bir sunuma da meyletmiş hem de durağan bir
lehçeden kaygan bir zemine tutulduğumuz sayısız izafi aşka da rahmet okuyan bir
geçmişin temsilcisi iken?
Gelip geçenler belki de
geçip gelme ihtimali olmayan…
Gidenler ki asla
gelmemiş.
Geçici bir rabıta iken
andan müteşekkil mutluluğa yakalanıp da uzun süreli bir birlikteliğe yol
açmışken.
Nice gönül dostu.
Nice aşk erbabı insan.
Belki de özürlü bir ölü
olma yolundayız üstelik özrümüz sadece mutluluğu garanti bildiğimiz bir
dokunuşla sadece dönmüşken yüzümüzü en siyaha.
En aykırı hikâyeler
yine insana dair ve en acımasız mefhumlar yine çürüyen benliklerden kalan bir
toz bulutu adına ruh denen ve bedenin sancısında yer bulmaya çalışan da en içli
duygu, adına var oluş kaygısı kondurup, üstüne üstük sismik bir gölgeyi de
takmışken peşi sıra.
Kıdemli birlikteliği
yine insan denen olgunun bir de debdebeli özlemleri varsa. Hanidir ırak
bildiğimiz ama yakın addedilen bir de gönül gözüne atıfta bulunulası ama görmez
bir ritim iken yine devindiğimiz ve solduğumuz o çiçek tarhı üstelik ne için?
Hoyrat telaffuzlar,
aykırı söylemler ve barış şarkıları yine de alt edemediğimiz egodan sıra dışı
bir ses iken yükselen semaya üstelik sadece O’nun vakıf olduğu ruhsal bir
şölen.
Sevgi fakiri cümleler
üredikçe ve bizler sakince kollamazken birbirimizin sırtını hele ki yarınlardan
bihaber dünün de hicvinde bir aşk Tanrısına rast gelmişken yüreğin neferi
sanıyoruz ki; tüm semazen imgeler bir tek o soytarı gülüşünde saklı evrenin
hele ki çatık kaşlı ve bağnaz bir tümcenin de dirayetinde kısılmışken kapana.
Son hız yaşamışlık.
Son nefes aslında
verdiğimiz her biri yine sakıncalarında bayat bir roman tadında bizler ki günü
kurtaran; bizler ki dünü sağaltan; bizler ki siz olmayı anbean beklerken oysaki
onların hükmü geçerken ve tüm teamülü de sandıkta saklı bir çocuk gelin olma
ihtimaline sirayet eden her endamlı şiir.
İstanbul’un hoyrat
aşklarında; yarım adaların kayıp nidalarında; yorgun ülkelerin bağnaz şarkıları
iken andığımız her dün ve aşk sandığımız her duygu…
Külliyen yalan olmasa
da ve anlam bulmasa da saklı sevdalarımız biz değil miyiz dünü mimleyip yarına
da bir buse kondurduğumuz en muhteşem ve mahrem duygudan damıtılmış onca hicaz
makamı farkındalığı müphem bir kovuşturma ile rehin verdiğimiz dünden öte bir
yarını meşk eyleyip an’da konakladığımız artık hangi fakir şarkı ise sığınak
bildiğimiz o kayıp yüreği baş tacı yaptığımız.