Suç mahalline yakınım zira içimden gelen titreşimin esir ettiği belli ki kıyasıya süzgeçten geçen dimağımın manifestosunda, bir tedirginlik ihlali: kâh soyutlandığım kâh özelikle deşifre ettiğim kaygılar.

 

Alaylı söylemlerin nazarında mektepli bir üslupla sahip çıktıklarım ve birkaç titrek ışık; ha söndü ha sönecek. Ya içimin inkılâplarına aykırı bir gensoru geçerse dost meclisinden? Şunun şurasında ikram edip de evrenin, ben her nasılsa gerisin geri kaçtığım.

 

Bu da bizim baba-oğul ilişkisinde gayri meşru bir titreşim sanırım maliyeti hayli yüklü ya da genlerimi esir ettiğim üç beş hücre ertesi.

 

Babasızlığın ertesinde, anneliğin de meşruluğunda bir de özne babında eklediklerimiz…

 

Babasızlığın cürümü sanırım baba olma korkumu tetikleyen çocuk acılarım önce öykündüğüm bir adam sonra adamlıktan men ettiğim.

 

Şimdilerin tutsağı meşru müdafaa sicilimde gayretimi de görmezden gelen o iri kıyım adam hele ki kükreyip gerisin geri kaçtığım.

 

Gecelerin tozunu aldığım ya da tozunu attığım gemlenesi dürtülerim ve sınıf arkadaşımla kuytularda birbirimize sırlarımızı anlattığımız.

 

Şimdilerin modası belki de yanlış bir eğilimi sırtlanmaktan korkup gerisin geri kaçtığım ve ilk kız arkadaşımı yanağından öpüp ona çimdik atma arasında gidip geldiğim sonra da gün boyunca tek ayak cezaya çarptırıldığım.

 

İlk deneyimim canlılar üzerinden ve nasibini almış o uğursuz kara kedi. Mademki uğursuz bir hegemonya adına kırk kez söyleyip de evden cenaze çıkmasına kadar işleyen o süreç sonra babamın kayışıyla dövüldüğümü inkâr edecek potansiyele sahip olmadığım gerçeği ile ertesi gün, yüzükoyun yattığım o aralıksız yirmi dört saat ve ertesi gün okula gidip de sıranın ucunda oturma eğilimime öğretmenimin karşı çıkıp soluğu revirde aldığım.

 

Şaşı gözlü o esmer hemşire bazen hemşeri deme ihtiyacı hissedip çemkirmesine sebebiyet verdiğim ve bu sefer müdürün huzuruna çıkıp çarptırıldığım bilmem kaçıncı ceza.

 

Ceza üstüne ceza ve her ne hikmetse annem, abdestin nuruyla beni kucaklayıp kulağıma fısıldadığı:

 

‘’Rabbim, evladımın çocuklarını görme şerefine nail et beni.’’

 

İkram edildikçe bunca hezeyan gel de gelinlik bir kız bulup kur yuvanı.

 

O kara kediyi atladığımı sanmayın ama ne zaman kara bir kedi görsem aklıma o yanmış et kokusu gelir hem de buram buram. Sanırım on üçün laneti de buradan geliyor ne de olsa on üç kere şişlemiştim onu ve yanında… merak etmeyin en yakın kuyuya attım üstüne çimento döktüğümü de itiraf etmeliyim.

 

Sadece Halil Ağanın dilsiz kızı şahit olmuştu bu cenaze törenine zaten akabinde ona dersi verdim: Elimde ne kadar kaşıntı tozu varsa arka bahçedeki çamaşırlara döküp ailecek kasabadaki sağlık ocağında aldılar soluğu ve ne hikmetse hemşeri-pardon şaşı hemşire-de nail oldu bu kaşıntı şölenine ve en yakın hamama yolcu etti onları sanırım birkaç hafta sürdü bu olayın yankısı.

 

Babam demiştim, değil mi? Hani o karakaşlı kara gözlü cengâver babam. Aslında tekne kazıntısı ferdi olarak bu soylu-soysuz-ailenin ben de aldım ağzımın payını ablalarımdan. Dile kolay beş abla dile kolay beş kadın dile kolay beş düşman ne de olsa yaraya merhem olmuştum: eh, ne de olsa erkek adamın erkek oğlu olur/muş.

 

Sondan bir önceki bölüm belki de babamın kansere yakalandığının beyanatı yine kasaba doktorunun tavsiyesi ile en yakın şehre gidip tedavi olması zorunluluğu. Ama adam toz kondurur mu erkekliğine? Asla yanaşmadı ameliyat olmaya ne de olsa benden sonra bile üretmeye ve üremeye meyyal bir zihniyetle kimselere de demedi ameliyat olması gerekliliğinde bunca metazori bir tavır takınmışken doktor.

 

Serler ve sırlar ve bir an evvel gözünden sakındığı o sandığını açıp da gizli gizli ağladığına tanık oldum ta ki:

 

‘’Oğul’’der demez bittim babamın yanında ne de olsa lafını ikilemesine izin vermek kayışını yerinden çıkarıp bana günümü göstermesi anlamına geliyordu.

 

‘’Oğul’’ dedi demesine lakin gelmedi sonu sonra da uzattı elini ve başladı anlatmaya.

 

‘’Sen’’der demez başını yana çevirdi hemen zira gizlemesi gereken bir duygu boşalımına rast gelmem an meselesiydi sonra da dürttü beni:

 

‘’Kaybol gözümün önünden.’’

 

Niye gelmiştim? Niye gidiyordum? Kurcalamadım lakin ne de olsa merak etmiyordum hem merak etmemi gerektirecek ne olabilirdi ki? Ne de olsa… ilgi alanım mı? Daha seçimimi yapmamıştım.

 

Günler günleri kovalamadı çünkü haftalardı ve aylardı hızla geçen ve küçülen bir adamdı babam adeta ve günbegün eriyen cüssesi artık değneğe terfi etmiş bir dermansızlıkta idi.

 

Henüz yaygın değildi kanser denen illetin nasıl bir musibet olduğu belki de babalık dediğim musibetin yok olmasına sebep olacak bir piyangoydu benim için. Değil kayışını pantolonundan çekmek ve beni kıyasıya dövmek, adam kayışını kullanma gereği bile duymuyordu ve annemin lastik geçirdiği pantolonun belini sıktıkça sıkıyordu ta ki…

 

Yine çağırdı beni yanına ama uysaldı bu sefer ya da sarı benzine eşlik eden kem gözlerinde sönmüş feri ararken ben:

 

‘’Bana bak.’’dedi.

 

‘’Bundan sonra bu evin erkeği sensin. Ne o eciş bücüş eniştelerin ne de o koca delisi ablaların. Sensin bu evi çekip çevirecek ve bir an evvel büyüyüp köy muhtarının kızı Şule ile evlendiğini göreceğim. Hem de en yakın zamanda. Yarın gidip kızı sana isteyeceğiz.’’dedi demesine de başı yan düşmüştü belli ki Tanrı içimden geçenleri okuyup uygulamıştı.

 

Bir haftaya kalmadan kaldırdık babamın cenazesini. Olaylar hızlı mı gelişiyordu yoksa ben ağır çekim bir kitle ağırlığı ile yerçekimine lanet mi okuyordum?

 

Anam karalar bağladı ben ise ak akçe kara gün misali her gece Ethem Dedeye göbek atıyordum tabii ki görünmezliğin ve duyulmazlığın şeceresinde içimde büyüttüğüm o kadın ile.

 

Kadın büyüdü ben büyüdüm sonra da dedikodular aldı başını gitti.

 

Ortaokulu yarım bırakmıştım ne de olsa bana zulmedecek bir baba ve öğretmen arayışım yoktu sonra bir gün köy meydanında şaşı hemşeri/hemşire ile karşılaştım. Aman Allah’ım, tam bir cadı avıydı kadının kursağında takılı.

 

Bir çimdik attı yanağıma ne de olsa…

 

‘’Vay, beyim, kocaman adam olmuşsun.’’ Demesiyle itaat ettim içimdeki kadına ve tabanları… tabii ki de yağlamadım sonuçta er meydanındaydım.

 

‘’Nasılsın hemşeri abla…’’dememle tokadı yedim.

 

İçimdeki kadın sonunda çıldırmıştı…

 

Kendime gelmem için çıkmalıydım şehrin merkezine hatta arzın merkezine ve arz etmeliydim içimdeki kadını ve un ufak olan gençlik hayallerimi yeniden rötuşlayıp tanrıçamı yaratmalıydım.

 

Tanrı değildim ve asla olamayacaktım ama benden pekâlâ eşsiz bir Tanrıça olabilirdi.

 

Ne çıkardı ki beş ablaya bir kız kardeş eklense?

 

Gerçi beni tanımazlardı ama kararlıydım ya da… ikilemler ruhumu çökerttikçe ben de içimdeki kadını kalaylıyordum ve…

 

‘’Sınavlarda oldukça başarılı oldunuz. Üstüne üstük yetenek sınavını da geçip…’’

 

Neyin neyden olacağına bilemezdi kimse ve sonunda babamın ruhuna üç Fatiha okuma hakkı kazandım tabii ki de başka bir kimlikle ve isimle. Anamlar zaten beni yolcu etmişlerdi gurbete ve düzenli para gönderiyordum koca budalası kazık ablalarıma.

 

İstanbul’un Anadolu yakasında kendi halinde bir klinikte görevime başladım stajyer hemşire olarak ve lepiska saçlarımla en gösterişli kadınıydım çalıştığım yerin ta ki…

 

‘’Evet, sevgili arkadaşlar. Bu gün başhemşire olarak sevgili Nihal Hanım aramıza katılacak. Nihal Hanım, hayırlı olsun efendim. Geliniz de sizi arkadaşlarla tek tek tanıştırayım.’’

 

Aman Allah’ım biri Nihal mı dedi? Ne olacak canım, aynı isimden binlerce insan var peki aynı isimden binlerce hemşire var mı?

 

‘’Sevgili Nihal Hanım, senelerce bu memlekete hizmet verdi. Gerek kasabaların sağlık ocaklarında gerekse…’’

 

Peki, aynı isimden sayısız şaşı hemşire olabilir mi?

 

‘’Selam, arkadaşlar. Ben, Nihal hemşire. Bundan böyle beraber çalışacağız.’’

 

Ve göz göze geldik.

 

‘’Pek de güzelmiş arkadaşlarım. Selam canım, seni bir yerden gözüm ısırıyor sanki. Hatta… aman olacak iş mi?’’

 

Oldu ya da olmadı.

 

Ya da çıt kırıldım kızlara özenip işi de bırakmadım ama olan oldu sonunda ve biz ısındık birbirimize. Lakin o beni bilmiyor; ben zaten beni öldürdüm.

 

Düşünüyorum o halde varım, tezine sahip çıkan iki benlik var madem…

 

Sanırım babamın kemikleri sızlamıyordur zira bir de kız çocuğu evlat edindik tabii ki de ben ve Nihal. Sonrasını sormayın işte hele ki içimdeki kadın huzuru bulmuşken.

 

 

( İçimdeki Kadın... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 4.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.