Kat izi ruhumun ve kat çıktığım göğün
tanrısı içimdeki saklı o şarkı.
Rengim kül rengi ve külyutmaz
yetilerimde saklı yalnızlığın meali ve ben illa ki düşler örüyorum saçlarımda
sağanak solumda kafes sağımda sağdıcım önümse kar beyazı.
Aşkı şakıyan kuşlar saklı içimde.
Tenimde soluk benizli bir mısra.
İçimde külkedisi.
Şadırvanı evrenin ve kâbusum en çok
da eremediğim.
Ermişliğim değil erimişliğim buz gibi
ve buz kesen ellerim ve pervazında yüreğimin ufacık bir kuş elimi her
uzattığımda kaçan aslında asla var olmayan.
Özlemimle sakit içimdeki yıldız
kümesi ve şehla gözlerinde mevsimin adım attığım her köşe başı her kendime
yaklaştığım ve geliştiremediğim o uzlaşı.
Mahrem bir sevdayım benim buram buram
gözümde tüten.
Bir o kadar göze çarpmadığım ya da tam
tersi.
Gözünün içine soka soka insanların ve
kül renginde pabuçlarım elbet miski amber kokuları içinde her kokladığımda
geceyi burnumun direğinin kırıldığı sonrasında yağan yaftaların mezar taşındaki
isyanı.
Kaç bin yıl yaşadımsa.
Kaç bin rakımda kayboldumsa.
Sahi kaç ışık hızındadır yüreğim ve
attığı her saniye aslında atıfta bulunduğum yer gök elbet içine sığamadığım
taştığım evren ki bir mikado çöpü gibi belki de duygularım iken domino taşında
hissiyatımın nihayetinde yan basıp yığıldığım tavan arası.
Tozlu ruhum.
Örümcekler fink atan yüreğimde ve
kemiren için için.
Ah, semiren hüznüm hüzün portalım.
Taarruzda mevsim ve Tanrı aslında
teyakkuzda içimdeki yabancı.
Şarlayan iblis ki…
Hep mi çakmak çakmak gözleri?
Işıyansa aşk ve rahmet ve göz teması
kurduğum melekler elbet dokunulmazlığında kaderin kanat açtığım bir boşluk ki
içimden taşan ve ebegümeci fısıltılar bazen kayan ayağım zeminden belki de
kaydığım gökyüzü ki kuyruğumla devindiğim sema yıldız tozuna bulanmış üstüm
başım ve işte reddediyorum yıldız olduğumu.
İnsan olduğumu da.
Müsebbibi kimse kindar dahi değilim
peşimdeki gölgelere.
Sevgiyle rüştümü ispatlamayı geçtim
çoktan ve çoktan geçtim artık hayallerden ve işte içimde üşüyen o hayali fener
azıcık daha sevebilirdim oysa elbet kendimi: her ihmal ettiğimde imalat hatası
diye yüklendiğim ruhum ve yüreğimin köstekli saati.
Ah, nasıl da kalmışım geride oysaki
ben değil miydim önde saf tutan ve bayrak töreninde avaz avaz İstiklal Marşını
söyleyen.
Bir yakamozsam eğer geceye ait.
Bir nota isem dündeki rotam.
Muğlak bir kaygı ise ihbar ettiğim.
Davlumbazdan firar eden duman gibi ve
evin bacasından giren o yabancı ki az evvel kovmuştum kapıdan.
Vapur düdüğüne talim ediyorum ve
yolumu kesen şehir eşkıyalarını ihbar ediyorum polise.
Kaynayan için için.
Kaybolduğum değil artık önem arz eden
kaybettiğimse hiç değil.
Verdiğim kayıplar da ayıp değil
madem.
Ve işte yeni baştan saymaya
başlıyorum ve içimdeki kırık mızrabı atıyorum uzay boşluğuna çünkü yüreğimin
fildişi piyano tuşları yeter de artar bana ve işte yeniden doğuyorum fıtratımda
ne var ne yok başım gözüm üstüne ne de olsa kendimi sevmeye çok geç kaldım ben
ve de geçmeyeceğim artık kendimden uğruna kimse geçtiğim sadece geçeceğim
aydınlık yollardan ve aydınlık yüreklerden ta ki zaman tükenene değin.
Değmedi de hem kimse paye verdiğim
hep de içimdeki çocuğu paylarken şimdi biliyorum artık parıldadığımı üstelik en
baştan asla sönememişken içimdeki Şimal yıldızı.