‘’Yaralı bir güvercin kanadında
buluştuk
Her lahza bir delinin rüyasını
bölüştük
Kırılan saatlerin pınarında gün boyu
Yıkadık ruhumuzda kanatılan korkuyu
Hüznünü kaybedenler şimdi hayrandır
bize
Ruhumuza bakıyor bir kitap, bir
şiraze…’’(Alıntı)
Gönlümün kuytularını serinleten rüzgâr…
Ah, bir lahza tedirginliğinde
Ve aşka el pençe divan
Sözcüklerin bitimsiz hararetiyle…
Göğü kucakladım çünkü Rabbimdi: beni
seven, beni bana sevdiren.
Aşkın layığı idi içimdeki rüzgâr…
Ah, büyülendiğim bir ömür her fasılada
her hasılada yüreğimi yerinden söken aşkın közünde saklı iken inancın ve
sevginin özü…
Kimdim ben hem?
Ne kibirli ne kindar.
Çatı katında aşkın, hutbelere
d/okunan bir beşer ve andıkça Rabbini ve işte huzurun her saniyeye yayıldığı
tesirli bir ilaç
Saydığım şafaklar.
Saydığım sayfalar.
Saydığım çentikler dünde kalan hatta
günü de kurtarmayan ve tek terk etmeyen beni: O İlahi Işık.
Raf ömrü biter mi sahi insanların ve
sevginin?
Hani katıksız ‘’dostunum’’
diyenlerine nereye kaçtığını da asla merak etmiyorum hele ki son birkaç senenin
ertesinde ben şaşkınım da kendime ne de olsa beni terk etmeyen yine içimden
sızan ışık ve bir çocuk yüreği taşıdığıma şahit Rabbim yoksa yoksa…
Sahi, dayanabilir miydim bu dünyanın
acımasızlığına?
Sevgiyi nankör bilen ve putlaştıranlar
ya da sırça köşklerine adım atamadığım…
Ah, lafügüzaf: hem ben karşılık
beklemeden sevmişken insanları bir şekilde aldım da karşılığını en baştan beri
cereyana eden nerede ise herkes ve her şey.
Kimse bana öğretmemişti nefreti ve
merak dahi etmedim ve nefretini saklayanlara hep inandım değil şüphelenmek
aklıma dahi gelmedi nefret’ in bir olasılık olduğunu ta ki yaşayan ölüler
gezegenine firar edene kadar tanıdığım tanımadığım ve inanmadığım kim varsa.
Bir kuşun kanatlarından yazıyorum bu
satırlarımı ve alnına bir buse konduruyorum yaralı kuşun ve ben geçici olarak
noktayı koydum mu o da gidecek arkadaşlarının yanına ama biliyorum da asla beni
terk etmeyecek.
Terk etmek ya da terk edilmek.
Tehir edilen bir duygu mu yoksa
insanlar hep mi metazori severler ya da yarım ağız.
Ağzım dolu dolu çıktım ben bu yola ve
kendimi ilk hatırladığım dört yaşımdaki halimden beri ağzım dolu dolu gülmedim
ama hep gülümsediğim ve inandım ama inatlaşmadım kaderimle.
Sevdiğim değer verdiğim kim/ne ise…
Durduk yere mesleğime âşık oldum.
Durduk yere mesleğimden oldum.
Firar ettim cehennemden ve cennetimi
ihlal edenlere değil kızmak aklıma bile gelmedi onların beni sevmediği gerçi
düşündüm sonrasında, neden sevilmediğimi ama pes etmedim pas da vermediğim ve
işte kendi kaleme şutladım topu ve hep yenik düştüm ama illa ki kendime ve
yanıktı yüreğim hep bir ömür boyu hem kimse farkında değilken sevdim ben çok
sevdim ve İlahi Işık benim içimdeydi, gözlerimde.
Bazen küstüğüm hayat.
Yok sayıldığım.
Bazen iki hatta üç yıl süren
molalarla g/izlendiğim aslında dert ortağım kimse bilmeden mimlendim.
Ama pes etmedim.
Yeni bir meslek buldum tekrar âşık
olacağım.
Başa döndüm; okula döndüm; amfilere
döndüm.
Ya, yaşıtlarım ne mi yapıyordu?
Aklıma bile gelmedi hatta değil
kıskanmak kıskanıldığımı dahi bir kere düşünmedim.
Hayal dünyam genişti ve hayallerimi
paylaştım bir baktım ki paylaştığım kimse hayallerimi de sırtlanıp bana
arkasını dönmüştü.
Dünde kalan her şey.
An ve gün itibari ile daha da
beterini yaşarken…
Ama hep denmez mi? Mademki beterin
beteri vardı.
Ruhumdaki oksijen.
Yüreğimdeki yangın.
Bedenimse şaşkın.
Uykularım kaçkın.
Ve işte azıcık da olsa ninni
söylemeye başladığım içimdeki mızmız çocuk.
Hangi renktim ben?
Acıların ırkı yoktu madem ve
matemimle restleştim derken ivme kaybetti umudum derken zirve yaptı hüznüm ama
içimdeki ateşe aralıksız odun atıyormuşçasına illa ki sevecek ve inanacak
insanlar buldum.
Üç.
İki.
Bir.
Tıp diyendi işte o tek hanedeki sayı
ve hep gerisin geri kaçtım ve ihlal edilmişken sınırlarım mücadeleyi de elden
bırakmadım.
Buruk ya da değil içim.
Başıbozuk düzense beni zorlamasına
rağmen ayakta kalmak mümkün/müş işte ve farkında olmadan müdahil olduğum bu
hayat mücadelesi derken iklimler değişirken derken rüzgârla olan kavgam aslında
ben hem rüzgârdım hem fırtına.
‘’Bülbüllere yabancı bir gülü
arayanlar
Nasıl da karanlığı oldular ömrümüzün
Korkusuyla yüzleşen kahramandı
yüreğim
Kuşattı kâinatı efsunlu yüzün
Ordular dört yanımdan geldi yakıp
yıkarak…’’(N. Genç)
Belki de hayat devasa bir imgeydi.
Şiirler ise ayracı ömrün ve kocaman
bir kudret: aşkın da şahikası iken kanatlarımdaki mürekkep izi ve hayatı değil
sollamak hep sağaltıyordum acıları ve işte sağdıcımdı sevgi ve umut ve kalemin
yüreğine kondum aslında koca kâinattı yüreğimdeki dala konan ve göçmen kuşlara
özendim bir ömür ve ruhumla tavaf ettim dünyayı ve evreni ve bir göçün
arifesinde biliyordum da nereye ait olduğumu ve o tam teslimiyet duygusuyla…
Hem yazdıklarım neydi bir şiire mahal
verse de ya da binlerce şiire, hayat zaten bir şiirmiş üstelik kendimi bildim
bileli o soğuk binalarda bile çalıştığım yerlerin kafamı hep dışarı çevirirdim
ne zamanki içimi kasvet bassa ve demir parmaklıkların arasında ben hep
özgürlüğün yolunu gözledim ve ait olmadığım sayısız mekândan sonra rotamı daha da
belirginleştim çünkü beni çağıran biri vardı en tepeye bu yüzden defalarca dibi
görmüş olsam da gözüm en yüksekteydi elbet İlahi Işığın aydınlattığı o yol ve
gök kubbe.
Bir çıkarım yapacaksam hayattan
öncelikle çıkardığım tüm olumsuzluklardan çıkıp da yola vardığım durak üstelik
geç kalmamın da bir önemi yokken ne de olsa kaderin tayin ettiği doğru zaman
doğru yer bazen aklımın zorlandığı ama inancın ve sevginin gücüyle bir şekilde
üstesinden geldiğim ve mücadelemde saklı o tek hedef elbet tam teslimiyetimle
Rabbimin bir şiir tadında süregelen hayatı rötarlı da olsa idame ettiğim…