Ben, yolculuk için hazırladığım valizi kapatırken annemin gözlerine bakar ve onun kısa bir suskunluk anında sadece “Anneee!” derdim, o kadar. Bütün yakınmaları o an biter, sesimin tınısı, onu yeniden uysal ve boyun eğen bir kadın kılardı. Bu tek sözcük, sevgi kozasındaki kelebeğin uçma kararlılığı, “Hayır!” demenin kendisiydi belki. Annem bu tınıyı, ruhumun acıyan yanlarıyla kavrar ve döktüğü bunca dilin boşuna olduğunun ayrıdına vararak, sessiz bir kabullenişle şöyle derdi her defasında “Peki peki ben hiçbir şey söylemedim…” (Ben Hiçbir Şey Söylemedim)

 

 

Ayrımcılığın aksanıydı sözcüklerin ve delişmen yüreğimde şakıyan bir serçenin ayak parmaklarında saklı adeta kaderi.

Özsuyu aşkın.

Ön sözü şiirin.

Öznesi olduğum ömrün…

Ve o devasa pekiştireç elbet aşk da ayracıydı ölümün öyküsünde saklı nice yalnızlık ve işte arka bahçesi hayatın.

Fısıltılardı beni yoldan çıkaran.

Ah, bir de yüzüme püskürtülen öfke nöbetleri ve insanlığa sunduğum taziye ve hüzün.

Sahi, ne zaman ölmüştük biz topluca?

Oysaki toplu mezarlar yetmezdi bunca acının ölümüne.

Kafeste yaşıyorsam misal.

Kefen bezime rağbet eden iblis ve ihanet.

Aşkın kelaynak kuşlarına sunduğu hürmet.

Baki kalansa hoş değil boş bir ıssızlıktı işte ve acının sevgiyle örtüştüğü, sevdanın ise boş yere nefesini tükettiği.

Beylikti sözcükler bayan baymayan.

Kaç şiddetindeydi acı ve hüzün belki de teğet geçen?

Maviden bir ırmaktı yüzdüğüm ve görünmezliğim ne de olsa asaleti yalnızlığın bense sevgiyi dahi dilenmeyen…

Maruzatım yoktu öncesinde çünkü gözüm kapalı inanmıştım herkese.

Sonra birileri gitti arkasını dönüp.

Sonra verdiğim selamların dönüşü olmayan demek ki yitikti insanlık da merhamet de ve işte merhametlilerin en merhametlisi yalnız bırakmazken kulunu.

Kölesi değildim üstelik cihanın.

Ne de kindar rüzgârdı dileklerimi uçuran.

Bense ansızın hâsıl olan kanatlarımla aralıksız uçup duruyordum ve ben duru bir gölden de fazlası iken kimdi sahi içimi bulandıran?

İçlendim mi?

İçerledim ya da.

İçtimada geçmiş ömrün özeti ve de.

Kendime üzülmeyi bırakmıştım üstelik ve katiller iyi halden cezaları indirilirken ben neyle cezalandırılmıştım bir ömür?

Sözüm meclisten dışarı.

Sözcüm meclisin ta içinde.

Acımsa çok derinde.

Sevgiyle düştüğüm bir yol iken yaşamak ve ben mazimi tarihe gömmüş olsam bile tarih tekerrür ediyordu işte.

Mevzu bahis neyse maruzatımı dahi sunmuyordum.

Münferit sebepler.

Ve benim mütereddit varlığım sonunda parlamıştı ve ok yaydan çıkmıştı bir kere.

İzah ettiğim her şey adına suçluydum ve gizim dahi suç unsuru idi.

Düşlemsel bir özlem.

Yatay bir yolculuk.

Dik açılı dik başlı ve dik acılı insan.

Mevsimin de özrü yoktu artık ve sözcükler alev almıştı aşkın kifayetsizliğinde aşina olan yüzlerdendi çektiğim ve aşikâr olan her şey illa ki reddediliyordu.

 

‘’Yüktür her hatırlayış, hâfıza
Büyük anafor, sonsuz kâbus
Çeker dibe kanatarak zamanı
Orada kalbin vücuda ihtiyacı

Yoktur:
Tanrı da kayıptır çoktan…’’(A. Telli)

 

Esef dolu mevsim.

Esaret yüklü insanlık.

Kaybolansa hakkaniyetin ve masumiyetin çırpınışları ve kursakta kalan duygular…

Bir ihanetse aşka.

Bir isyansa yerleşik düzene…

Yanlışın neresinden dönülse her şey olup bitmişti işte.

Olmazın olmazı bir umut bir renk ve teğet geçen sevgi…

 

 


( Özsuyu Aşkın başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 13.12.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.