Kıyıda köşede unutulmuş iken o sol anahtarı hani düşlerimin kilidini açtığım bazense gerçeklerin t/uzağında saklandığım acının bitmediği bir ritimde çalan şarkının bu sefer ağırbaşlı delikanlısı o fa anahtarı.

İçimde kalan ukdelerden derliyorum kâinatın bestesini ve yetinmiyorum.

Muradımı dillendiriyorum peltek peltek.

Ruhumun peteklerinde saklı avuç dolu baldan bir parmak alıp da adeta içimdeki çocuğun ağzına bir parmak bal çalıyorum oysaki ben hırsız değilim: ne münasebet çalmak yoksa çalan şarkılar da mı bundan nasipleniyor?

Ruhumun süngerine yasladığım ıslak gözyaşlarım.

Acının kaçıncı vukuatı ise sözcüklerin durduk yerde isyanı.

İhmal edildiğimin bir adım ötesi: ihbar edilesi ruhumdaki gamlı ve g/aflı notalar.

Yer gök çınlıyor.

Ezan sesini bekliyorum ve kolluyorum eşref saatimi ve işte yüce Huda ile buluşma vakti gerçi her an aklımda her an benimle ama ezan sesinde muktedir olan o içtenliği o huzuru bekliyorum günde beş vakit.

Rabbim koru bizi.

Rabbim koru askerimi.

Rabbim eksik etme bizlerden huzuru.

Bir meşale yanıyor iç âlemimde.

Salkım söğüt saklı ruh âlemimde.

Yürekse içtimada ve temize geçiyorum günü ki gecenin yaklaştığı bu saatlerde içim bir hoş oluyor ve içeriden beni yanına çağıran anneme koşuyorum bir avazda onu kucakladığım bir avazda onu nasıl sevdiğimi söylemekle iştigal iken her an’ım ve her anı’mda eksilmesin yeter ki annemin varlığı.

Sayısız kilit saklı iç âlemimde açılmayı bekleyen.

Sayısız açılım kilitlediğim.

İhbar ediyorum göçmen kuşları.

İnsanlar bazen kibre sığınıp haiz oldukları ne ise öç alıyorlar adeta.

Ruhumdaki kıyım.

İçim kıyılıyor aralıksız bir dilim ekmekle bastırıyorum içimi.

Yetmiyor.

Kıyama geçiyorum adeta kıyamet alameti sözcüklerin refüze edildiği çakmak çakmak gözleri yalnızlığın.

İddia etmiyorum ihbar ediyorum içimde saklı acıyı artık kimse kimlerse savsaklayan varlığımı.

Göğün temposu düşmüyor ve adeta yazdan kalma bir gün.

Yerküre kurak adeta kışlasına saklanmışken döngünün o dalgalı kış mevsimi.

Dalgalar oynaşıyor içimde.

Ruhumdaki izbede dünü ağırlıyorum ve sefasını sürüyorum mazinin.

Devasa bir anıt belki de sıraladığım düşüncelerimden inşa ettiğim o münzevi mimari.

Peltekleşen dili kalemin ucunu açıyorum olmuyor kırıyorum ucunu bu sefer boyu kısalıyor boyunduruk altında olan ben miyim kalem mi yoksa ve sorguluyorum aralıksız sorgulanıyorum da.

Oysaki görevlerine sadık bir kurşun askerim ben ve asker adımlarında yalnızlığın şiirler inşa ediyorum kurak yeryüzüne yetmiyor hikâyeler ekliyorum ruhumun ön sözüne…

Günler savruk benim gibi.

Yorgunum dünde kalmış iklim gibi.

Mevsimler değişiyor kış kimliğini yitiriyor kar yağmıyor artık İstanbul’un Yeditepe’sine ve ben sekizinci tepeye yerleşmişken çağlayan bir coğrafyada çalkalıyorum içimdeki döngüyü ve sözcüklerle duygular yer değiştiriyor.

Sunumu yok artık hiçbir şeyin.

Sürümünü arıyorum son bildiğim her şeyin.

Solan güne bakıyorum.

Sezilerimi uyutup sazı elime alıp kırık mızrapla vuruyorum kopuk tellerine sazın ve azımsandığım kadar kâh şakıyorum kâh susuyorum yorgun coğrafyalardan çaldığım ağaçları bir bir dikiyorum ruhumun çorak çölüne ve adımdan sıkılığı yeni isimler arıyorum ama yazacağım şiirlere ve korunaklı dünyamın kilitli kapısına bir d/okunuyorum ki firar ediyor notalar ve sol anahtarını solumda saklayıp sağdıcım kalemle meşk eyliyorum ve sessizliğe boğulup sessizlikle tepki görüyorum.

Un ufak edilmiş bir kaya gibi.

Uzağında kaldığım kadar da hayatın ta içinde duyguların tekelinde ve öznemin kayıp izinde bir gizi kollayıp açığa alınmış bir memur gibi aralıksız kayıt alıyorum yardakçı hayallerimi uyutup yan gelip de yatarken gerçekler…

Solan bir gün ertesi.

Sonlanmasına senenin günler kala.

Eski yılın eskiyen güzellikleri ve tüm güzellikleri sonlandıran insanoğlundan fersah fersah kaçıyorum.

Ben ki içimdeki çocuğu koruyup kollarken kanayan coğrafyalarda kaç bin çocuğun toprak olduğunu hatırlayıp sadece utanıyorum ölen insanlık adına ve ölümün güzergâhında dinmeyen zulmün ve çocukların yasını tutuyorum.

Yaşım kemale ermişse ne olmuş yani?

Çocuk kalmanın çocuk olmanın faturası illa ki masum insanlara ve çocuklara kesilirken.

Firari bir cümlede kendimi konuşlandırıyorum ve kendim olmaktan yorgun kendim olmaya dair biriken tüm duygularımı boca ediyorum:

Akacak kan nasıl ki damarda durmuyor…

Akacak mürekkebi kâğıda geçirmekten doğal ne olabilir ki?

Akacak yaş da göz pınarlarımda durmazken…

Hayatın kilit noktası ve kör noktası.

Rengim kadar beyaz.

Alnım kadar ak.

Anamın ak sütü gibi de helal…

Ve utanıyorum yaşadığım için ve zor da olsa gülüm/seyebildiğim için öyle ki kanayan yaraların devamı olmasın yeter ki yeni sene de uğuru şansı ile gelsin diye, yürekten dilediğim…


( Yeni Yılda Çocuklar Ölmesin Yeter Ki... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 28.12.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.