‘’Hayatta kalmak için
Ve hayatta kalmanın yanında,
İnandım şiir bir gevezelikti.
Şimdi 128 harfli bir şiir var karnımda,
Satırlar artık bomboş.
Karnımda hissiz bir şiir var,
İçimde durmadan bölünen şiirler,
Birlikte yok olacağımız şiirler,
Birlikte unutulacağımız şiirler,
Hiç borcu olmamış şiirler
Ve bu yüzden çok acıyan şiirler.
Acı aniden diner yağmurun dindiği gibi,
Bazen sadece tanrı öyle istediğinden,
Sadece bir mağarada resim çizerim belki,
Rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkede,
Üstümden kaldırılmış bir ölü var.
Ahbap senin istediğin o mu?’’(Didem Madak)

 

 

 

 

Ruhum, sevgili ahbap:

V-yakalı bir şemsiye olma ihtimalimle

Üşüdüğüm kadar soluklandığım

Şems’in rüzgârında

Bazense yüreğin garbında ya da şarkında

Ölümle izdivacıma saniyeler kala

Uykumdan uyandırıldığım

O minval ki:

Ruhumda seken kör kurşun

Standart sapmaların yankısında

Belirsizliğin can yakan o göz temasında

Şekli olmayan bir diklenen bir acı…

Ve yüreğin yerinden sökülen menteşesi

Menşei varsa yoksa ölüm

Göl sakinliğinde bir ömür dilemenin de ötesi

Acının harmandalı

Hüznün sarmalı

Üzümünü yediğimden de öte

Bağını sorduğum şaibeli bir şarkı

Hele ki yok mu:

O üzüm gözlerinde

Yoktan var olmanın hikmeti olsa olsa bu

Şanlı bir tarihinin çetelesinde saklı iken varlığımın kayıp ruhu

Tutulan nutku

Ve işte zirvesindeyim şimdi

Meşrebi geniş olmayan ölü

Bir imgenin telaşında üstüme geçirdiğim iken

Şiirin benzeri kefen bezi…

 

Ölümle olan ilk tanışıklığım çocukluğumun dinmeyen mesaisinde saklı tutulası ilk aşkımın güftesinde saklı elbet yaşlı babaannemin iç burkan öyküsü ki…

Kırık bir aşk hikâyesi başlığı altında sunmuştum zarif kalbinin düştüğü aşkı hele ki on üç yaşında gelin edilmişken nüfuzlu bir İstanbul ailesinin ilk göz ağrısı.

Edimler.

Eylemler.

Nükteler ve de…

Yüreğin şahikası evrenin sonlanmaz vardiyası nasıl ki insan sınanır sevdikleri ile…

Ve işte gözünü kocasında açan o yaralı yürek akabinde Tanrının bahşettiği üç melek.

Sahiden de melek olarak gelmişlerdi dünyaya dedemin ve babaannemin üç evladı ve zaman öylesine hoyrat esen bir rüzgârdı ki: geldikleri gibi de yolcu etmişlerdi iki evladını.

Asker bir eş.

Donanımlı bir İstanbul kadını.

Esen rüzgâra denk.

Dinmeyen sevda masalları…

Gıyabında bu asil evliliğin kader örmüşken de ağlarını ve işte savaştan gazi sıfatı ile ayrılan ve malulen emekli edilen bir bacağı da kesilmişken asker dedemin.

Şair ruhlu bir asker demlendiği kadar hayatta ve gözünün nuru biricik eşi ve üç melek evladı.

Dayım çok küçük yaşta ebediyete intikal ettikten sonra ismini aldığım Yıldız Halam da bu dünyadan erken göç etmişti.

Yaralı kalpleri dedemin ve babaannemin üstüne üstük genç yaşında elden ayaktan düşen dedem ve bunca acıya katlanmaya çalışırken bu sefer de dedem yenik düşmüştü kalbine ve geride kalan anne oğul yani biri babaannem biri babam.

Ölüm zirvede yakalamışken bu aileyi.

Zemheride açan kardelen misali ve işte babaannem adamışken ömrünü babama.

On yedi yaşında öğretmen çıkan o yağız delikanlı ve biricik annesi dağ tepe dememiş gezmişlerdi memleketin dört bir köşesini:

Dile kolay otuz yıldan fazla bir zaman baban öğretmenlik mesleğini tüm benliği ile ifa etmiş ve ana oğul birbirlerinden alırken güçlerini akabinde annemle evlenen babam ve uzun seneler sonrasında aileye geç katılan bir bebek iken ben nasıl da mutlu kılmıştım onları.

Ölüm saygılı bir misafir ya da değil ama seviyeli bir kader ve keder.

Deşilen yarası insanların hele ki evlat acısı yok mu…

Bu bağlamda bu ailenin neşesi ve sevgi dolu çocuğu olmakla iştigal nasıl da severdim rahmetli babaannemi.

Bu gün, onun ebediyete intikal ettiği günün yıl dönümü ve o, benim ilk arkadaşım ilk aşkım idi.

Her nasılsa tüm günü beraber geçirir türlü oyunlar oynardık yetmezmiş gibi bir de hayali arkadaşlarım vardı ve işte ben sevmeyi hem babaannemden hem annemden öğrendim.

Kutsal ve revnak bir acı.

Ölümün ne olduğunu değil bilmek merak dahi etmemişken hele ki bir çocuğun da işi gücü iken oyun ve oyuncaklar.

Babaannem belki de en muhteşem pelüş oyuncağımdı türlü türlü maskaralıklar yapardım hayli de yorardım kadını ve henüz kardeşim dünyaya gelmediği için tüm eksikliğimi tüm can sıkıntımı babaannemle oynayarak giderirdim ta ki…

Yaşlı ve hasta bir kadın olsa bile hep özenle sevgiyle eşlik ederdi oyunlarıma belki de çocuk yaşta kaybettiği ki evladının sevgisini top yekûn bana veriyordu.

Ölümden asla söz açılmazdı hanemizde.

Hem çekirdek bir aileydik hem de büyüyen bir sevgiyle eşlik ederken hayat bize.

Zaafların ve zanların asla olmadığı.

Mizacı da miladı da sevgi olan.

Okula başladıktan sonra elbet babaannemle geçirdiğim süre azalmıştı ama o, her halükarda hem benim oyun arkadaşımdı hem de ilk aşkım üstelik aşkı çözmek için erken bir yaşta merak duygumu da sorularla giderirken.

Aşktan da üstün ve evet, çocuk yaşta dinlediğim çok sevdiğim bir şarkı idi Zeki Müren’in sesinden ve aşkın ne olduğu bir muamma idi gözümde ve de görünen o ki: hep de bir muamma bir arayış olarak yer etti hayatımda.

Anneme aşkın anlamını sorduğumda verdiği cevapsa çok manidardı:

‘’Bizler seni nasıl ki büyük bir sevgi ile seviyorsak ve nasıl ki Rabbimiz bizleri aşk ile sevgi ile yarattıysa…’’

İçime sinen bir cevaptı ve ben kelimenin tam anlamıyla bu cevaba tav olmuştum ve o günden itibaren aşk şiarım oldu hem çocuk yaşımda hem de bir ömür boyunca.

Asıl mesele ise sevdiklerimizi korumak kollamaktı madem gerçi işin o kısmıyla fazla ilgilenmedim ne de olsa çocuktum ve ölüm bana hem soğuk hem de uzak bir kelime idi ta ki Kara Melek babaannemi benden alana dek.

Hayatının son yıllarını yatakta geçirdi yaşlı ve sevdiğim kadın ve bir gün okuldan eve geldiğimde onu yattığı yerde bulamadım.

Merak ve korku içerisindeydim sahi, babaannem nereye gitmiş olabilirdi?

İlk deneyimim ve o gün on yaş belki de yüz yaş aldım bir günde.

Gittiği yerden döneceğini tahayyül etsem bile asla geri dönmedi ama ben onu hep bekledim beklediğime de değiyordu hani çünkü her gece rüyamda birlikte beraber olduk uzun bir zaman boyunca.

Diklendiğim kadar hayata.

Direttiğim kadar sevgiyi ve aşkı.

Bense kozamda yaşamayı tercih etmişken daha doğrusu canım yana yana kabuğuma çekildiğim ve kelebek olmayı ertelediğim.

Derken kelebek mizaçlı şiirler ve yazılar yazmaya başladım ve görünen o ki:

Ben hem kelebektim hem ipek böceği.

Ölümü irdeleyen nice duygu ve verdiğim nice kayıp bir de yaşarken ölüp beni terk edenler.

Hummalı bir arayış illa ki:

Hem aşkın varlığı hem de ölümün çözemediğim kördüğümü.

Ölümle ilk tanışıklığım derken aradan seneler geçip de nice sevdiğim insanı bir bir diğer âleme uğurladığım.

En son olarak da annemle sınandığım ve kollarımı sıvayıp, anneme layık bir evlat olabilmek adına gecemi gündüzüme kattığım.

Son iki yıldır o kadar çok ölümün kıyısından döndü ki annem ve defalarca ambulansla onu acile zor yetiştirdiğim derken günlerce haftalarca yoğun bakımda yaşam savaşı verdiği…

Ölüm.

İliklerime kadar hissettiğim ve öylesine potansiyel bir korku ve kaygı ki…

D/işlediğim kalemle düşlerimin resmini çizdiğim şiirlerim ve düz yazılarım ve işte korkularımı bir süreliğine de olsa bastırdığım görmezden geldiğim…

Bu bağlamda Didem Madak’ı kendime çok yakın hissediyorum ve onun eserlerini her okuduğumda inanılmaz duygular sarıyor dört bir tarafımı ve işin ilginci uzun zamandan beri Araf’ta saklıyım bir o kadar annemin de defalarca gidip geldiği bir yoldan yorgun bir yolcu sıfatı ile de annem yaşam mücadelesi verirken ben de eş zamanlı olarak onun acılarını bir bir hem ruhumda hem bedenimde hissediyorum.

Ama yüce Rabbim merhametlilerin en merhametlisi ve kuluna taşımayacağı yükü vermiyor asla…

Canım babaannem nurlar içinde uyu…

Ve benim biricik annem babaanneme bir gelin olarak değil asil bir evlat olarak sahip çıkmışken belli ki babaannemin ona ettiği dualar sayesinde yaşıyor ve işte iman gücümün Allah inancımın da anbean katlandığı…

Günlerden hüzün yine bu gün.

Bu gün günlerden babaannem:

Mekânın cennet olsun, benim ilk arkadaşım ve ilk aşkım…

Ve asla da merak etme: gelinin aslında kızın emin ellerde elbet yüce Rabbimize emanet olduğumuz kadar sevgiyle de birbirimize sahip çıkmanın güzellikleri ve verdiği huzur ve umutla ve inançla da yaşarken…

 

 


( Kırık Bir Aşk Hikayesi-2- başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 23.04.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.