Yer Ağrı’nın bir köyü, Tarih 2011 Mevsimlerden İlk baharın biraz sonu. Resimdeki çocuk Yusuf. Yazacaklarım bir hikayeden ibaret değil. Her harfi gerçek, her harfi ağır ve çaresizliğin kanayan yanı. Benimde o yaşlarda başlayan ağrılarım vardı. Yaşları çocuk ancak, yürekleri çoktan büyümüş adamları olan memleketim…

 

Yusuf evinden dört km. uzaktaki okuluna, sabahın ayazında yürüyerek gitmektedir. Ne ayağında ayakkabısı, ne sırtında bir mantosu… Ona her sabah okul yolunda, kara kışın ayazı, kara kışın karı ve sokak köpekleri eşlik etmektedir. Yusuf, sabah kahvaltı bile edemeden çıkmıştır yola oda çabası. Annesi, köy ekmeğinin arasına koyduğu bir tutam kuru peynirle beş ders saatini geçirecektir. Umut sırtında abisinden kalma bir çantası ve görevi, sol elinde tuttuğu beyaz bir poşettir oysa…

 

Bizler bir yandan, sıcak evlerimizde televizyonun karşısında oturup dizi seyrederken bir yandan da ayda  dört yüz lira verip özel öğrenci servisleri ile, çocuklarımızın okuldan dönmesini beklemekteyiz. Oysa, Yusuf’un babası fakir fonundan alacağı dört yüz lirayla, hem beş nüfusu bir ay boyunca geçindirip, hem de, Yusuf’a bir bot ve manto almanın telaşı, yokluğu, hüznü, ezikliği içerisindedir…

 

Bu kader Yusuf’lara hep böylemi yazılır. Bu hayat hep kara gözlü, kara bahtlı, kara yazılı çocukların mı kapısına acıları bırakır. Bu yara hep Ağrı’sında, hep Kars’ında, hep Muş’unda mı bitmez tükenmez ağrılara dönüşür. Şimdi Yusuf’un bir ağrısı var sol yanında, bir umudu var sağ yanında…

 

Resme bakıp, yıllar önce çekilmiş demeğin sakın. Ben bu resimlere otuz beş yıldır bakıyorum. Hep aynı umut, hep aynı ürkeklik, hep aynı keder, hep aynı yürek yakan manzaralar. Yusuf’un umudu olan sırtındaki çantasından biraz bahsetmek istiyorum. Hayat bir gün çilehanemdeki fukaralığımı bitirir, bende okur bir şeylerin sahibi olurum düşüncesiyle, kara kışın yirmi derece soğuğunda okul yolunda hayat dersini almaktadır. O eski sırt çantasına doldurduğu umutlar ona yol arkadaşlığı eder durur her bir adım atışında. Çünkü okumaktan başka, yoktur bir umudu ve de kurtuluşu…

 

Yusuf’un yarı aç, yarı tok geçen hayatla mücadelesi, daha dokuz yaşındayken başlamıştır. Evinde, beş kardeşi kimisi okuyamamış, kimisi ilk okulu beşe kadar okuyabilmiştir.  Atalarımızın bu topraklara giriş kapısı olarak kullandığı şehirlerdekileri Yusuf’ları maalesef ki, bizler ihmal ederek çekip gitmişiz sıcak şehirlere…

  

Kar kimisi için, yağsa da tatile çıkıp üzerinde keyif yapsam, kaysam akşama kadar dediği bir doğa olayı iken, Yusuf için tam bir eziyettir. Çünkü altı ay boyunca yerden kalkmayan karın üzerinde, ayağında ayakkabısı üstünde mantosu olmayan bir çocuk için, kar küçük ellerinin daha da üşüyeceği, bir önlük ile kışın geçmesini beklemesinin verdiği burukluktur. Zengin ailenin çocuğunun kayak yapmak için iki bin liraya aldığı kayak montunun keyfini Uludağ’da sürerken, Yusuf ancak babasının alacağı oraların değimiyle, bir barkaya muhtaçtır…

 

İşte bu umutlar ile çocukluğunu geçirmekte olan Yusuf’un fotoğraf karesinden kaçmayan bir de sol elindeki beyaz poşeti vardır. O da görevidir Yusuf’un. Öğretmeni bir önceki gün sınıftaki öğrencilerine şöyle seslenmiştir.

 

·         Çocuklar sınıf çok pis, herkes evinden bir şeyler getirip sınıfı temizlesin…

 

Yusuf, bu sözün akşamında annesinden beyaz bir havlu istemiş ve havluyu bir poşete koyarak okula getirmiştir…

 

Çünkü Yusuf’un görevidir pis olan okulun sınıfını temizlemek. Annesi evdeki belki de en iyi havluyu oğlunun eline vererek okula göndermiştir. O gün boyunca küçük yüreğinde büyük hayalleri olan Yusuf, kendi sınıfını arkadaşları ile temizlemiştir. Öğretmeni mutlu olsun ve hep birlikte temizlik anlayışımızı geliştirmek adına, koca sınıf dokuz yaşındaki çocukların çabalarıyla temizlenmiştir.

 

Her bir çocuğun yüzünde kocaman bir gülümseme. Hayata bakışındaki yeni bir pencere... Ne yaparsınız Ağrı’nın köyündeki aktivitemizde böyle. Öğretmenin söylemiş olduğu görevi de, yapmanın huzuru ile eve dönerken fotoğraf karesine yansıyan bu fotoğrafı da alıp üzerine yazı yazmakta işte böyle…

 

Değerli dostlar bu memleket bizim. Ağrı’daki Yusuf’ta bizim, İstanbul’daki Anıl’da bizim, Trabzon’daki Zeynep’te bizim, Hakkari’deki Ali’de bizim. Yusuf’unda, Anıl’ında, Zeynep’inde, Ali’nde hayalleri aynı, hepsi okumak, kendisine, ailesine ve ülkesine faydalı olmak…

 

Bizler Ağrı’daki Yusuf’ları görmezden gelirsek, ne kavgası bitecektir onların bu hayatla, ne de yüreğindeki kırgınlığı geçecektir dünya’yla…

 

Babası devletten aldığı dört yüz lirayla geçinmek için kahır çekerken, bizler dört yüz lirayı çocuklarımızın özel okul servislerine veriyorsak, burada büyük bir yanlışın içinde olduğumuzu bilelim. Bilip de, ona göre her kesin eşit şartlardan yararlanacağı bir Türkiye inşa edelim…

 

www.cumayazilari.com

 

 

( Ağrım başlıklı yazı cumayazıları tarafından 10.10.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.