Rıfat Bey saatine baktı. İkindi ezanına daha kırk dakika vardı .”Vakit müsait “ dedi arkadaşına. Sonra caminin geniş avlusundaki kanepeye oturdular.

 

Rıfat Bey “ Ne kârlı ticaret değil mi? Bir sevap işleyince on sevap, bir günah işleyince sadece bir olarak yazılıyormuş …”

 

Ali Bey “ Doğru “ dedi. Acaba bu yüksek kârlar, korkunç zararımızı kapatmaya yetecek mi? “

 

—Allah’tan umut kesilmez; zira gidecek başka kapımız yok. Bir soğan soyulsa gözler yaşarıyor ama memleket soyulurken ilgili ve yetkililer öküzün trene baktığı gibi bakıyorlar.

 

—Laik, demokratik, sosyal hukuk devletimiz öyle bir halde ki bal tutan parmağını yalıyor. Yağma Hasan’ın böreği. Nasıl bir nesil yetiştirdik?  Hele şu 28 Şubat  döneminde bu yağmanın içinde kimler yoktu ki.. Bakanından, müsteşarına, iş adamından emekli generaline kadar.

 

—O sırada Belediye hoparlöründen bir ilan yayınlandı: “ Sakarya caddesinde bir ziynet eşyası bulunmuştur. Kaybedenin İtfaiye Müdürlüğünde Ahmet …. ‘ ya müracaatı… “

 

Rıfat Bey kafasını salladı : “ Aah itfaiyeci kardeşim, sen o bulduğun takıyı satıp ay sonunu getiremediğin maaşına ekleyebilirdin ama yapmadın. Neden? “

 

Hoparlörden ikinci bir duyuru daha:

 

“Cumartesi Pazarı’nda bir miktar döviz bulunmuştur. Kaybedenlerin Belediye Zabıta Müdürlüğüne gelmeleri… “

 

Bu sefer sorgulama sırası Ali Bey’e gelmişti:

“Dövizi bulan kişi, nerede bunun sahibi diye sormadan cebine atsaydı kim bilecekti? Demek ki o adamda  bir vicdan var. Hiç kimse görmese de Allah beni gördü diyor. Bu para bana helal değil diyor. Ben bu parayı çocuklarıma yediremem diyor. Yaa işte böyle! Namus u hamiyet sözü kaldı fukarada. “

 

Rıfat Bey de epey düşünceli:

 

“Nasıl olsa daha vakit var. Sana merhum Nurettin Topçu’nun hikâyesini anlatayım bari. Nurettin Topçu Bey Fransa’da ünlü Profesör Sorel’in yanında doktora yaparak Türkiye’ye dönmüştü. Yeni kurulan Cumhuriyette uygulanan zulmün o karanlık dönemleri, halk perişan, boynu kravatlılar menfaat peşinde.

 

Memleketteki bu vahim manzara karşısında ümitsizliğe kapılan Topçu, hemen Profesör Sorel’e bir mektup yazarak Fransa’ya dönmeyi düşündüğünü, asistanı olmak istediğini bildirmiş. Hocası kabul etmiş.  Pasaportunu çıkartıp hazırlıklarını tamamlarken bir ikindi vakti yanından geçmekte olduğu caminin gölgesinde bizim gibi ezanı bekleyen bir ihtiyara alaycı bir dille sormuş:

 “Amca Müslümanlık nedir? “

 Başını kaldıran ihtiyar şu cevabı vermiş : “ Evladım Hakk’a kulluk; halka hizmettir “

Nurettin Bey  “ Bu millet daha ölmemiş, hizmetten söz eden var “ diyerek pasaportunu yırtmış .”

 

“Ali’ciğim; o ihtiyar kimmiş biliyor musun; Zeyrek İmamı Aziz Efendi…

 Başka iklimlerde yetişen ve İslâm’a soğuk bakan klasik aydınlarımız gibi olan Nurettin Topçu bir daha o hocanın peşini bırakmamış. Materyalist felsefeye inanan bu insanın mücadelesi tam üç yıl sürmüş. Nurettin Topçu, Hoca’sını bulmuş ve sonra kendi Hoca olmuş. Mekânı Cennet olsun. “

 

İkindi ezanı okunmaya başlamıştı.

 

 Kalktılar.

 

Ali Bey; “Vakit ne çabuk geçti, dostla yapılan sohbet kalbi cilalarmış“ deyip iki arkadaş camiye doğru yürüdüler.

( Bu Millet Daha Ölmemiş başlıklı yazı A.Müfit KUTLU tarafından 7.01.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.