Çivit rengi bulutlar az sonra yağacak yağmurun habercisiydi. Mamafih çiseleyen yağmuru hisseden yüreğim, onun altında ıslanmaktan zevk duyan bedenimle bir olmuş beni sokağın ortasına, ıssızlığın en ücra köşesine götürmüştü. Üzerimde sıradan bir tişört, altımda beli düşük bir kot pantolonu. Varım yoğum. Kısaca yüreğimin peşi sıra süreklediği o adam, ıssızlığın bile ücra köşesinde yarı çıplak, yarı giyinik, atmıştı kendini yağmurun orta yerine.

Dilimde Nazım'ın o muhteşem şiiri, gönlümde eksik şarkılardan kalan birkaç cümle. Nakaratları döndürüp duruyorum bıkmadan usanmadan. Kırık bir plağın sağlam kısmı gibi eviriyor çeviriyor söylüyorum bölük pörçük cümleleri yılmadan. 

"Yaşamak şakaya gelmez" diyorum her bir yağmur katresinin altında vaftiz edilircesine tekrar tekrar yıkandığımda. "Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın." Ciddiyetsizliği kanun edinen benin ciddiyeti anmasına şaşırıyorum önce. Anlamadığım kavramı anmak bir o kadar da yaşamadığım kavramı Nazım'ın şiirlerinde sevmek garip geliyor bana. Yadırgıyorum. Hatta yargılıyorum. Bir müddet sonra haklı çıkıp infaz ediyorum. Ama susmak bilmiyor dilim. Devam ediyor şiire. Yılmak bilmeyen azmim gibi. "Bir sincap gibi mesela. Yani, yaşamının dışında ve ötesinde hiç bir şey beklemeden."

Beklentilerim geliyor aklıma. Yahut bilinmeyen nice beklentiler. Mecnun geliyor nedense zihnimin köhne bir noktasına. Altın sarısı kumların üzerinde dolaşırken hayal ediyorum ince, uzun, esmer adamı. Çocukluğumdan kalan bir anı olsa gerek tasvirler. Çocukluğumun en güzel hatıraları. Leyla için cebelleştiği çöl aslanlarını düşünüyorum. Uzun, sık yeleleri salınıyor gözlerimin önünde. Peki, ya kalbi? Onun atışını hisseder gibi olmuyor değilim. Beklerken sıkışan yüreğinin acısı tebelleş oluyor ruhuma. Kalbimi tutuyorum ardından. Sıkı sıkıya yumrukluyorum. Acıyor çünkü. Leyla'nın yolunda heba olan, Mevla'nın yolunda bakî olan Mecnun'u andıkça. 

Çocukluğumu anımsıyorum yağmuru hissederken. Sahil kenarında, güneşi engelleyen rengarenk hasır şemsiyenin altında otururken yaptığım kumdan kaleleri görür gibi oluyorum. Pek anlam ifade etmese de o gün, bu gün pek çok şeyin o kalenin burçlarında asılı kaldığını fark ediyorum. Sevinç. Tebessüm. Mutluluk. Varlık. İşte her biri bayrak olmuş da asılı kalmıştı yekpare burçların üzerine.

Çocuk sevinçlerim, ergensi hislerim, aşk kokulu mektuplarım, yazdığım kitaplarım geldi geçti. Hani şu filmlerde yaşanılan, esas oğlanın öldüğü zaman film şeridi gibi geçen hayat hikayesi vardır ya, hah, işte onu görür gibi oldum o an.

Yağmurun durduğuna şahit olduğumda önümden geçen tramvayın arsızca çalan kornasıyla irkildim. İşte o an Nazım durdu karşımda ve seslendi bana usulca, "Yani bütün işin gücün yaşamak olacak."


( Bütün İşin Gücün Yaşamak Olacak başlıklı yazı Galip Argun tarafından 6.11.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu