Dert Mi Nimet Mi
İnsan, oldukça eski bir konu olabilir ve benim de ilk bakışta oldukça
açık bir konuyu ele aldığım sanılabilir. Halbuki antropolojideki,
beşerî bilimlerdeki hatta bütün bilimlerdeki tüm fenomenler içinde en
meçhul konu insandır. Aristo'dan günümüze, insan hakkında yapılan
tanımlamaları duyduğumuzda veya okuduğumuzda insanın farklı bilim
dallarında gerçekleştirdiği onca gelişmelere ve ilerlemelere rağmen
çağdaş bilimin, âlemdeki tüm fenomenleri insandan daha iyi tarif
ettiğini ve tanımladığını görüyoruz. Zira Alexis Carrel'in dediği gibi
'insan şimdiye kadar her zaman dış âleme yönelmiş, âlemi, eşyayı ve
maddî fenomenleri tanımaya çalışmış; ama hiçbir zaman dış âlemi
tanımadan önce iç âlemi tanımak gerektiğini anlayamamıştır." Zira her
şeyden önce, her türlü medeniyeti vücuda getirmeden önce, her kültürü ve
her öğretiyi insan için ortaya koymadan önce insanı tanımalıyız. Ama ne
yazık ki insandan başka her şeyi tanıyoruz!
Ama insanı konuşmayacağız; insanın en büyük nimeti, bazen derdi olan aşk ve sevgi üzerine.....
Aşk,
gönüllerin genelinde benzer biçimler ve renklerde gözlenmekte olup,
ortak nitelik, durum ve görünümler taşır. Oysa sevgi her ruhta kendine
özgü bir albeni taşır. Ruhun kendisinden rengini alır. Ruhlar da
içgüdülerin tersine kendilerine özgü ayrı ayrı renk, tırmanış, boyut,
tat ve kokular taşıdığından; ruhların sayısınca sevgiler olduğu
söylenebilir.
Aşk, kimlikle ilişkisiz değildir. dönemlerin ve
yılların ilerleyişinden etkilenir. Oysa sevgi; yaş, zaman ve kişiliğin
ötesinde yaşar. Onun yüksek yuvasına günün, çağın eli yetişmez.
Aşk,
her renkte, her düzeyde, somut güzellikle bağlantılıdır.
Schopenhauer'ın deyişiyle: "Sevgilinizin yaşına bir yirmi yıl daha
ekleyin de onun duygularınızda bıraktığı doğrudan etkileri gözlemleyin."
Oysa sevgi, ruhun içine öyle bir dalgınlıkla dalar; ruhun
güzelliklerine öyle tutulup kendinden geçer; somut güzellikleri bambaşka
bir biçimde görür. Aşk; tufan, dalga, coşku niteliklidir. Oysa sevgi
durgun, dayanıklı, ağırbaşlı, arılıkla dolup taşar bir durumdadır.
Aşk,
uzaklık ve yakınlığa göre değişir. Uzaklık uzun sürecek olursa azalır.
İlişki sürecek olursa değerini yitirir. Ancak korku, umut, sarsıntı ve
acı çekmenin yanı sıra "görüşüm-uzaklaşım"la diri, güçlü olarak
kalabilir. oysa sevgi bu durumları bilmez. Dünyası başka bir dünyadır.
Aşk,
bir yönlü bir coşkudur. sevgilinin kim olduğunu düşünmez. "Öznel bir
özcoşu"dur. İşte bu yüzden hep yanlışlık yapar. Seçimle hızla sürçer. Ya
da hep bir yönlü kalır. Yine de yer yer benzeşmeyen iki yabancının
arasında bir aşk kıvılcımlanır, olay karanlıklar içinde geçip
birbirlerini görmedikleri için ancak bu yıldırımın düşüşünden sonra onun
ışığında birbirlerini görebilirler.
Oysa sevgi aydınlıkta kök
salar. ışığın gölgesinde yeşerir; büyür. İşte bu yüzen hep tanışıklıktan
sonra ortaya çıkar. Gerçekte başlangıçta, iki ruh birbirinin yüzünde
tanıma çizgilerini okur. "Biz" oluşları ise "tanışım"dan sonra olur, iki
ruh, iki kişi değil daha sonraları; birbirlerinin söz, davranış ve
konuşma biçiminden yakınlığın tadını, yakınlığın kokusunu, yakınlığın
sıcaklığını duyumsarlar. İşte bu konaktan sonra birden, iki yoldaş
kendiliklerinden sevginin uçsuz bucaksız çölüne ulaştıklarını, sevginin
karartısız açık göğünün başlarının üzerinde sere serpe serilmiş
olduğunu, "inanış"ın aydın, arı içtenlikli ufuklarının kendilerine
açıldığını, tatlı okşayıcı bir esintinin hep başka göklerin, başka
ülkelerin yepyeni esinlerinin iletileri ve başka bahçelerin güzel,
gizemli çiçeklerinin kokularının birlikteliğinde oyuncu, tatlı, şen bir
sevgi ve albeniyle kendisini hep bu ikisinin yüzüne, başına vurduğunu...
Kendi gözleriyle görürler.
Aşk, çılgınlıktır. Çılgınlık ise
"anlayış" ile "düşünüş"ün bozulmuşluk ve yıpranmışlığından başka bir şey
değildir. Oysa sevgi tırmanışının doruğunda, beyin ötesini aşar,
anlamayı ve düşünmeyi de yerden çekip, doğuşun yüksek doruğuna götürür.
Aşk,
sevgilide içinin çektiği güzellikleri yaratır. Oysa sevgi, içinin
çektiği güzellikleri sevgilide görür, bulur. Aşk, büyük güçlü bir
kandırmacadır. Oysa sevgi; sonsuz, salt, dosdoğru, içten bir
doğruluktur. Aşk, denizin içinde boğulmaktır. Oysa sevgi, denizin içinde
yüzmektir. Aşk, görme duyumunu alır, oysa sevgi, verir.
Aşk,
kabadır, şiddetlidir. bununla birlikte dayanıksız, güvensizdir. Oysa
sevgi, tatlıdır, yumuşaktır. Bunun yanı sıra dayanıklı, güven içindedir.
Aşk hep kuşkuyla bulunur. Oysa sevgi, baştan başa kesin
inançlıdır. Kuşkuya yer vermez. aşktan içtikçe kanarız, sevgiden içtikçe
susarız. aşk korundukça eskir. Oysa sevgi yenilenir.
Aşk,
sevenin içinde varolan bir güçtür. Kendisini sevgiliye çeker. Oysa sevgi
sevilende varolan bir albenidir. Seveni sevilene götürür. Aşk,
sevgiliye egemenliktir. Oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur.
Aşk,
onun baskısı altında kalabilmek için sevgiliyi belirsiz, kimliksiz
olarak ister. Aşk, kişinin bencilliği ile alım-satımsal, hayvansal ruhun
bir çekiciliğidir. Kendisi kendi kötülüğünün bilincinde olduğu için de
onu bir başkasında görünce ondan nefret eder, ona kin besler. Oysa
sevgi, sevileni sevgili, değerli olarak ister. Bütün gönüllerin de
kendisinin sevdiği için beslediğini , beslemelerini diler. Sevgi,
kişinin Ahurasal doğasının bir çekiciliğidir. Kendisi kendi doğaötesi
kutsallığını görebildiği için onu bir başkasında görünce onu da sever.
Kendisine tanış, yakın bulur.
Aşkta, rakip sevilmez. Oysa
sevgide, "Köyünün tutkunlarını kendi özleri gibi severler." Kıskançlık
aşkın özelliğidir. aşk, sevgiliyi kendi lokması olarak görür. Bir
başkası onun elinden kapmasın diye hep acılar içinde kıvranır durur.
kapması durumunda ise ikisine de düşmanlık beslemeye başlar. Sevgiliden
nefret edilir.
Sevgi ise inançtır. inanç ise salt bir ruhtur.
Sınırsız bir sonsuzluktur. Bu gezegenin türlerinden değildir. Aşk,
doğanın kementidir. doğadan almış olduklarını kendi elleriyle geri
verip; ölümün aldıklarını aşkın oyunlarıyla ellerinden bıraksınlar diye
başkaldıranları yakalar. Oysa sevgi, kişinin doğanın gözlerinden uzak,
kendi yarattığı, kendi ulaştığı, kendi "seçtiği", bir aştır. Aşk,
içgüdünün tuzağında tutsak olmaktır. Oysa sevgi, isteklerin baskısından
kurtulmaktır. Aşk, bedenin görevlisidir. oysa sevgi, ruhun elçisidir.
Aşk,
kişinin yaşama dalıp güncel yaşamla oyalanmasına yönelik büyük, aşırı
bir "bilinçsizlendirim"dir. Oysa sevgi, yabancılıktan dolayı
yabansıllıktan doğma, kişinin bu pis, gereksiz yabancı pazar
içerisindeki, korkunç özbilincidir.
Aşk, tat aramaktır. oysa
sevgi, sığınak aramaktır. aşk, aç bir düşkünün yemek yiyişidir. Oysa
sevgi, "yabancı bir ülkede dildaş bulmak"tır.
Aşkın yer
değiştirdiği olur. soğuduğu olur. Yaktığı olur. Oysa sevgi; yerinden,
sevdiğinin yanından kalkmaz. soğumaz, kızgın değil; yakmaz, yakıcı
değil.
Aşk, kendinden yanadır. bencildir, kendisi için ister.
Kıskançtır. sevgiliye tapar, onu kendi için över. Oysa sevgi, sevilenden
yanadır, sevilencildir. Sevgili için ister. Kendini sevdiği kişi için
ister. Onu onun için sever. Kendisi ortada değildir.
Aşk, sevgi, insan adına söylenen tek hakikat, Allahın ve en sevgilinin sözleridir...
Gerisi beşeri avuntulardır...
(
Dert Mi Nimet Mi başlıklı yazı
A&ACR tarafından
14.03.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.