6. TÜRKİYE’YE DÖNÜŞ
A. BARİ LİMANI
Artık ağustos ayına girmiştik. Bu ayın sonuna doğru Türkiye’ye dönüş bağlıyacaktı. Her şeyden önce götüreceğiz mobilyaları ve sair eşyaları, taşıyacak bir firmayla anlaşmamız gerekiyordu. İNTERDİN firması ile anlaştık. Firma elemanları, eşyaları evde ambalajlayacaklar, sonra kendi depolarına taşıyacaklar, oradan da limana. Firmanın garantisi altında, yük gemisi ile İstanbul gümrüğüne teslim edeceklerdi. Bu sebeple firmaya 1178.000 liret ödemiştim. Diğer arkadaşlar da aynı firmayı seçmişlerdi. Tabii bu seçim işinde, daha önce gelip- dönen arkadaşların rolü büyüktü. Onlar da aynı yolu izlemişlerdi..İNTERDİN firma elemanları eve geldiler, yeni aldığımız mobilyaların ambalajları açılmamıştı. Buz dolabı, çamaşır makinesi gibi büyük ve küçük eşyaları ambalajladılar, alıp götürdüler. En son gün de kullanmakta olduğumuz eşyaları ambalajlayıp götüreceklerdi. Firma elemanlarına en çok sevdikleri şeyi, birer, ikişer şişe Amerikan Viskisi hediye vermiştim.. Çok memnun kalmışlardı. Kendimiz ise arabayla, Türkiye’ye dönecektik. Arabalarla Türkiye’ye dönme konusunda, Kur.Bnb. Erkan Fercanla anlaşmıştık. Kendisi aynı zamanda otocu idi. Onun da eşi, oğlu Erol vardı, Fercan ile iyi anlaşıyorduk. Hem Hava Kuvvetleri Lojistik başkanlığında , hem de iki sene burada bulunmuştuk. Oturup bir planlama yaptık. Buna göre, İtalyanın Bari limanından Yuğoslavya’ya geçecek, oradan kara yoluyla Bulgaristan’dan Türkiye sınırına girecektik. Dolayısıyla 10 Ağustosta, Bari- Yugoslavya arasında işleyen Feribot için 55.900 şer liret ödeyerek biletler almıştık.
Ayrılmadan bir gün önce de, su, elektrik ve üç günlük kira parasını kapıcıya ödedim.. Boş gaz tüpünü de (Bombala) Engin Alb. ya bıraktım. Napoli’den iki aile yola çıktık. Arabalar normal olarak eşya doluydu. Bir dinlenme yerinde yemek yedik,. Salermo- Potenza-Altamura derken akşam üstü Bari’ye ulaştık, Limanın park yerine arabaları park ettik. Henüz arabaları feribot’a almıyorlardı. Biz de sıra ile Bari’de limana yakın yerleri şöyle bi dolaştık ve bir lokantada akşam yemeği yedik. Sıra ile diyorum, çünkü arabalar, eşya dolu olduğundan yalnız bırakmak istemiyorduk. Bilahare arabaları feribot’a aldılar
B. YOGOSLAVYA
Biz de gece Adriyatik denizini geçip Yugoslavya’nın Barli limanına varıncaya kadar, arabaların içinde kestirdik. Barli Limanından 10-15 km. sonra bir gölü daha geçmemiz icap edince tekrar küçük bir feribottan istifade ettik. Shkoder kasabasından itibaren Yollarımız köylerden, kasabalardan geçmeye başladı. Yugoslavya’da yaşayan bir hayli Türk kökenlilerin zor şartlar altında olduklarını biliyorduk. Nitekim bir köyden geçerken, bozuk şiveyle Türkçe konuşan çocuklara rastladık. Onları yanımıza çağırarak, yiyecek, ufak, tefek hediyeler vermek istedik. Korkarak yanımıza yaklaştılar, yine korkarak ve etraflarına bakarak verdiklerimizi alırlarken, üzüntü ve hüzün içindeydik...
Bir ara Fercan Bnb. önde giderken arayı açmıştı. Baktım, ilerde arabayı yolun kenarına çekmiş bizi bekliyordu. Ben de arabayla yanına varıp durduğum zaman, arabadan çıktı ve yanıma gelerek, ‘‘Bak şu levhada ne yazıyor’’ diyerek bana gösterdi. Levhada ise, ‘Murat Hüdavendigâr’ın türbesine gider’ yazıyordu. ‘’Türbeye kadar gidip, ziyaret edelim Albayım’’dedi. Sağa döndük, yolda giderken Tarihten öğrendiklerim aklıma geldi. Bilecikte, orta okulda bir tarih hocamız vardı, Muzaffer Bey. Çok güzel tarih anlatırdı. Bana tarihi sevdiren hocamdı. Hemen hocamı ve tarihten öğrendiklerimi hatırladım: Kosova Meydan Muharebesi, Tarih 1389. Osmanlı Padişahı I nci Murat, Avrupa’da kazandığı zaferler ve topraklar nedeni ile Avrupalılar endişeye kapılıyorlar. Bu duruma mani olmak için de Haclı ordusu gibi müşterek bir ordu topluyorlar. İki ordu Kosova ovasında karşı, karşıya geliyor. Savaş Osmanlı ordusunun zaferiyle son buluyor. Inci Murat, savaş alanında, şehitlerin toplanıp gömülmesi, Gazilerin yaralarının bir an önce sarılıp iyileşmesini sağlamak maksadıyla denetleme yaparken, kımıldayan bir yaralı görüyor. Uzun boylu, Milas Obulic adındaki Yugoslav soylusu olan bu yaralı, Padişaha yaklaşırken, muhafızlar mani oluyorlar. Fakat padişahın elini öpmek isteğinde olduğunu söyleyince, Padişah bunu duyar ve gelsin demek gafletinde bulunur. Padişaha yaklaşan esir aniden, belindeki hançeri çıkarıp, padişahın kalbine saplar. Padişah hemen şehit düşer ama muhafızlar da hemen esiri paramparça ederler. Aynı yerde bir türbe yapılır ve padişah oraya defnedilir. Bir türbe de Bursa’da yapılır. Daha sonraki yıllarda ise buradaki türbe bakımsız kalır. Bizim gördüğümüzde de bakımsızlığı devam ediyordu. Dualarımızı yapıp, Allahtan Rahmet diledikten sonra, tekrar ana yola çıkarak , Bulgaristan’a doğru yolumuza devam ettik..
C. BULGARİTAN
Bulgar topraklarında giderken, yolların temiz ve rahat olduğunu gördük. Ayrıca, yol boyunca ağaçlar ve üzerinde meyvelerin bulunduğuna şahit olduk.. Bu durum,. Bulgaristan’da her şeyin devlete ait olduğunu, dolayısıyla vatandaşlarının meyveleri toplamaktan çekindiklerini gösteriyordu. Hemen yine Bilecik orta okulu ve Tabiat hocamız hatırıma gelmişti. Oradaki tabiat hocamız Bulgar göçmeniydi. Fırsat buldukça, Bulgaristan'ı meth ederdi. Temizliğinden, haktan, hukuktan bahsederdi.. Biz talebeler de Ona komünist gözüyle bakardık.
D. EDİRNE
Bulgar sınırın geçtik, artık hedefimiz Edirne idi. Önce Kapıkule sınır kapısını geçmemiz gerekiyordu. Kendimiz sivil kıyafetli idik. Çünkü emir gereği böyle giyinmiştik. Yugoslavya ve Bulgaristan!dan geçerken sivil giyinmemiz Genelkurmayın emriydi. Aslında kara yoluyla geri dönen arkadaşlar daha önceleri Yunanistan’ı tercih ediyorlardı. Fakat Yunanistan'la aramız bozulduğundan buyana, yol güzergâhı değiştirilmişti. Evet Kapıkule sınır kapısının durumunu herkes gibi biz de biliyordu ki İnsanlara eziyet çektiriyorlardı. Sivil giyinmiş olmamıza rağmen, kapıda göstereceğimiz kırmızı (diplomatik) pasaportlarımız vardı. Bu nedenle fazla zorluk çekmeden kapıyı geçip Edirne'ye ulaşmıştık. Ama hava da kararmıştı. Her şeyden önce karnımızı doyurmamız lazımdı. Tekirdağ köftesini özlemiştik. Bu sebeple küçük bir lokantayı tercih etmiş, biraz da miktarını kaçırmıştık. Buna rağmen köfteden memnun kalmıştık. Burada bulunduğumuza göre, görülecek yerleri, gece de olsa ziyaret etmeliydik. Bilhassa Selimiye camii’ni ve külliyesini görmeliydik. Akşam ile Yatsı namazı arasında oraya giderek müezzinlerden birine kendimizi tanıttık. Bize minareler hariç, caminin her tarafını gösterdi. Ayrıca teknik bilgiler vermek suretiyle bizi aydınlatmıştı. Verdiği bilgiye göre: Cami, yüksek ve düz bir alanda, 2475 metrekare gibi çok geniş bir sahada kurulmuştu. Cami kesme taşlardan yapılmıştı. 1568-1574 yılları arasında, PADİŞAH II nci SELİM tarafından 80 yaşında bulunan Mimar Sinan’a yaptırılmıştı. Üçer şerefeli, dört minaresi vardı. Şerefelere ayrı ayrı merdivenlerden çıkılıyordu, Minarelerin yerden yüksekliği 70 m civarındaydı. Kubbesi Ayasofya’nınkinden daha büyüktü. Kubbenin yüksekliği 44 m. Civarında, çapı ise 31 m. İdi. Kubbe, 6 m. Çapındaki kemerlerle bağlanarak, 8 büyük Payeye oturtulmuştu. Müezzinler mahfili, 12 mermer sütun üzerine oturtulmuştu. Şadırvanlı avlusu, birbirine eşit 60x44 m. Boyutlarında iki dikdörtgen olarak tasarlanmıştı. Hünkâr Mahfili, Mihrap ve Kadınlar bölümü, dünyaca meşhur İznik çinileriyle süslenmişti. Taş duvarlarla çevrili dış avlu da ayrı, ayrı, Darul-Sübyan, Darul-Kur’a, Darul –Hadis gibi külliyelerden oluşuyordu. Ayrıca, Caminin altında dükkanlar yapılmış ve vakıf oluşturulmuştu. Dükkanlardan gelecek gelirler hayır için kullanılacaktı.
E. KADIKÖY
İstanbul’a doğru yola çıktığımızda, Yatsı Namaz vaktiydi. Yarı yala gelince bizi uyku bastırdı. Eşyalar yüzünden herhangi bir otelde kalamayacağımıza göre, bir dinlenme yeri bulur, bulmaz, arabaları oraya çektik, biraz kestirmeyi tercih ettik. Bir-iki saat uyuduktan sonra tekrar yola düzüldük. Hava ışımıştı ki, boğaz köprüsünü geçtik. Erkan Bnb.larla vedalaştık ki Onlar Ankara'ya doğru yollarına devam edeceklerdi. Biz de Kadıköy’e geldik. Gülşenler, Yıldızbakkal' daki küçük evlerini kiraya vermişler, Altıyol’a yakın daha genişçe bir eve taşınmışlardı. Orasını bulmakta güçlük çekmedik Kapının ziline bastığımızda, Gülşen pencereyi açıp bizi görünce, hemen koşarak kapıyı açtı. Bülent ve Noyan da inmişlerdi. Sarmaş-dolaş olduk. Sonra, eşyaları yukarı çıkardık. Suat hanım yaşlı olduğundan aşağı inememişti. Artık hepimizin yüzü gülüyordu. Noyan yaz tatilinde idi ve anneannesini gördüğü için de hayatından .çok memnundu.. Noyan'a ve Gülşen’e Suat hanım ve Damada, yanımızda getirebildiğimiz hediyelerini verdik.
Bülent Büyük dere’de, gemi komutanıydı. O gittikten sonra biz kaldığımız yerden muhabbete devam ettik. Aslında benim yapacağım iş çoktu. Arabayı, Karaköy'e götürüp gümrüğe teslim etmem gerekiyordu. Bir de eşyaların gelip-gelmediğini sormalıydım. Bilahare ,hem eşyalar, hem de arabanın gümrükten çekilmesi lazımdı. Ayrıca, Fener yolunda evimize gidip, evin boşaltılmış olup, olmadığını görmeliydim. Arabayı gümrüğe teslim ettim. Eşyaların gümrüğe geldiğini öğrendim. Feneryolu'na gittim. Müteahhit Mehmet beyle görüştüm. Sözünde durmuş evi boşaltmışlardı. Anahtarı teslim aldım ama eve gidip bakmaya lüzum hissetmedim.
Aynı gece, kuvvetli sağanak yağmur yağmıştı. Eşim de eve niye bakmadın diye söylenip durmuştu. Sabah kahvaltıdan sonra, ‘‘Hadi, beraber gidip, bakalım’’dedim. Gülşen ve Noyan da geldi bizimle. Zaten evin şöyle bi temizliğini de yaptırmamız gerekecekti. Eve girdiğimiz zaman, salonun su içinde olduğunu gördük. Bu su nereden girebilirdi? Araştırma neticesi anladık ki salonun önündeki balkonun gideri tıkanmıştı. Bu durum bizden kaynaklanmamıştı. Hemen Mehmet beyi buldum, zaten kendisi, sokak tarafındaki kendine ait apartmanda oturuyordu. Getirip durumu gösterdim. Bana hak verdi ve en kısa zamanda, kabaran parkeleri söktürüp, yenilerini döşettireceğine söz verdi. Dolayısıyla gereğini yapabilmsi için kapının anahtarını tekrar ona teslim etmiş oldum.
Salonun parkeleri yapılıp, sistre ve cilalandıktan sonra da temizlik yaptırdık Sıra, eşyaların gümrükten çekilmesine kalmıştı. Eşyaların çekilmesi, araba ve işçi tutulup bahçeye nakli, ambalajlarının açılıp eve taşınması bir günümüzü almıştı. Şimdilik, yalnız mutfak ve yatak odasının işler hale getirilmesi, bizim için kâfi olacaktı.