Hikaye / Anı Hikayeler

Eklenme Tarihi : 30.03.2013
Okunma Sayısı : 1200
Yorum Sayısı : 1
Günün Yazısı

Bu Yazı 31.03.2013 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.

 

                    3.  SAROZ  KÖRFEZİ

.              Daha  önce  bahsettiğim  gibi,  Gülşenler  yazlığa  giderken  bize  uğrayıp  birkaç  gün  kalıyorlardı.  Bu  arada,   hep  birlikte,   görümcesi,  Gevherlere  de  gidiyorduk.  Küçük  Yalı  semtinde   oturuyorlardı. Bu  defa,  Gevherin  bize  bir  teklifi  olmuştu.  Oğlu  Serdar,  viyolonistti.  Hollandalı  bir  kızla  evlenmiş,  Hollanda’da  yaşıyorlardı.  Bu  yaz  Onların  çocukları  olacaktı.   Mecburen  Hollanda’ya  gideceklerdi.  Bir  de  evlerinde  üzerine  titredikleri  kedileri  vardı  Yumoş.   Acaba,  onların  yokluğunda,  Saroz’a,  yazlığa  gidebilir,  kedilerine  bakabilir  miydik?

               Gülşenin  ve  damadın  teşvikiyle,  biz  bu  teklifi  kabul  ettik.  Bizim  için  de  bir  değişiklik  olacaktı.  Gevher  ve  Metin  bey  bizden  önce  yazlıklarına  gitmişler,  kedinin  maması,  yakın  köyden  gelecek  temizlikçi  kadın    dahil     her şeyi  hazırlamışlardı.   Biz  de  19   haziran  1978 de  yola  çıktık  ve  yerini,  yurdunu   bildiğimiz  eve  ulaştık.  Onlar  bir  gece  kaldılar  ve  Hollanda’ya  uçmak  üzere, İstanbul’a  döndüler.

               Ev  müstakil  ve  tek   katlıydı.  Zeminde,  bodrum,  araba  garajı  vs..yerleri  vardı    merdivenlerden  çıkıp  birinci  kata  girildiğinde,,iki   büyük,  bir  küçük  oda,   büyük  bir  salon  vardı.  Ayrıca    mutfak,  tuvalet,  banyo  ile  balkon  bulunuyordu.  Meyve  ve  çiçek  bahçesi,  hatta,  beton  merdivenlerde  bile  saksılar   içinde  çiçekler  yetiştirilmişti.    Bahçedeki  meyve  ağaçları  içinde,  kayısı,  vişne  ve  şeftali  ağaçları  çoğunluktaydı.  Bir  de  çam   ağacı  vardı.

                Kendimize  görev  çıkarmıştık.  Hem  kediye  bakacak  hem  de  bahçeyle   ilgilenecektik.  Hatta   ilave  çiçekler ekecek,  dere  otu,  maydanoz  yetiştirecektik.   Bahçe  büyükçeydi,    bazı  tarhlar  boştu. Çiçek  bakmasını,  yetiştirmesini   eşim  de,  ben  de  biliyor  ve  seviyorduk.  Bahçe  içinde  su  deposu  da  bulunuyordu. .

               Artık  Gülşen ile  damat  da  haftada  bir  gelmeye  başlamışlardı.  Henüz Şarköy'ün  suyu   iyi  değildi,   çamaşırları  sarartıyordu.  Bu  yüzden, Gülşen    gelirken  yıkanacak  çamaşır  varsa  getiriyor,  Gevherlerin  makinesinde  yıkıyordu.    Bazen  biz  de  onlara  gidiyor,  bazen  de  Gelibolu'ya  iniyorduk.  Gelibolu’da   hem  Pazar  kuruluyordu,  hem  de  Kara  Kuvvetlerinin  Dinlenme  Kampı..  Ayrıca  Lojman  bölgesinde  Askerî  kantine  sahipti..   Kampta  hem  dinleniyor,  öğle  yemeği  yiyor  hem  de  pazardan  veya  kantinden  alışverişimizi  yapıp  dönüyorduk.

               Halide  ablanın  arsasını  görmeye  geldiğimizden  bu  yana  Serdar  sitesini  biliyorduk.  Halen  Çilek  tarlaları  olmamakla  beraber, epey  ilave  ev  yapılmıştı.  Ama  arazi  o  kadar   genişti  ki,  boş  arsa  miktarı  çoktu.  Buna  rağmen  Telefon  santralının  kapasitesi  sınırlı  olduğundan,  telefonla  konuşmakta  sıkıntı  çekiyorduk.  Bazen  acil  ihtiyaçlarımızı,  (Ekmek,  gazete  gibi,)  karşılamak  için  komşu  sitenin  bakkalına ,,  bazen  de  gaz  tüpünü  değiştirmek  için  temizlikçi  kadının  yaşadığı  yakın  köye  gidiyor,  civarımızı  da  tanıyorduk.

     Boş  zamanlarımı  değerlendirmek  için  ise,  Köyde  geçen  çileli  çocukluğumdan, ve  küçük  yaşta  şehre  göç  edip  okumaya  çalışan  gençlik hayatımı  anlatan  hikayeyi  yazmaya  başlamıştım.  Haydarpaşa  lisesini  bitirip,  Hava  Harp  Okuluna  kabul  edilebilmek  maksadıyla,  THK nün  İnönü deki   Planör  Kampına  katılacaktım.  Dolayısıyla,  Çocukluğumdan,  İnönü  kampına  katılıncaya  kadarki  süreyi  kapsayan  hikayemin  müsvettesini  yazıyordum.  Bu  konuda,  İzmit'te,  ilk  okuldayken  kaleme  aldığım  hatıra  defterim  en  büyük  yardımcım  olmuştu.   .

               Yumoş ise  öyle  iyi  eğitilmişti  ki,  acıktığı  zaman,  hem  bacaklarımıza  sürtünüyor,  hem  de  ön    ayağının  birini  yukarı  kaldırıyordu.  Eşimin  ayaklarına  sürdüğünde,  ‘‘babana  git  yemek  versin’’diyor,  kedi  bunu  anlıyor  ve  bana  geliyordu.  Ben  de  gevherlerin  aldığı  mamadan(Wuskas)  veriyordum,  Onun  için  ayrılan  yerde  yatar,  geceleri  de  tabiatına  uygun  olarak  ava  çıkar,  bazen,  yakaladığı  fareyi  kapının  önüne  bırakırdı.  İstediği  zaman  da  açık  bıraktığımız  pencereden  içeri  girerdi.  Yumoş  bizim  için  de  bir  eğlence  olmuştu.

               Evde  kaldığımız  zamanlar,  Güneş  doğudan  batıya  geçmeden  önce  sabah  kahvaltısı,  öğle     ve   akşam  yemeklerini   balkonda  yiyorduk.  Bizim  için  balkon  şahane  yaşam  yeriydi.  sonra  güneş  gelip  sıcak  olunca, batı  tarafta,  bahçede,  çardağın  altındaki  gölgeye  sığınıyorduk.   İşte  burada,  kara   sineklerden  sıkıntımız  başlıyordu.  Etraf  yeşillik  olduğundan,  karasineklere.   çare  bulamıyorduk.  Arı  sürüsü  gibi  geliyorlar,  üstelik   sıcak  sebebiyle  açtığımız  kolumuzu,  ayaklarımızı  ısırıyorlardı.

               İkindiden  sonra  ise  tekrar   balkona  dönüyorduk.  Buranın  manzarası,  hele  güneş  batarken   şahaneydi.  Saroz  körfezinin    küçük  adalarını,  Batıda,   körfezin  karşısındaki   kıyı  ve  dağları  seyretmek  olağanüstü  güzeldi.  İşte  bu  sıralar  duygulanıyordum.  Bu  duygularımı  kaleme  aldığımda,  ortaya  güzel  bir  şiir  çıkmıştı,  KÖRFEZ  VE  YÂR

               Dönüp  geldikleri  zaman,  duygulu  bir  insan  olan,  şarkı  ve  şiirleri  seven  Metin  Bey  de  bu  şiirimi  beğenmiş,  çerçeveletip  duvara  asmıştı.

               Sevdiğimiz  bu  yerde  tam  kır beş  gün  kalmıştık.  Bahçeden  topladığımız  vişnelerden ,  kayısılardan   reçel  yapmış,   Gevherler,  Gülşenler  ve  bizim  için  kavanozlara  koymuştuk.  Ayrıca,  evin  karşısındaki  ıhlamur  ağacından  ıhlamur  çiçekleri  toplayıp,  hem  kendimiz,  hem  Gülşenler,  hem  de  gevherlerle,   Metin  Bey’in  babası    için  kurutup  saklamıştık.

               Gevherler  döndükten  sonra,  birkaç  gün   Onlarla,  bir  kaç  gün  de  Şarköy’de  Gülşenlerle   beraber  kalmış,  sonra  Kadıköy’e  dönmüştük.

                                           KÖRFEZ    VE    YAR

              

Bir   villa   ki  emanet,  iki   aylık  bir   süre,

Öyle   güzel   manzara,   gizlemiş   sanki   küre.

Önümde   uzanıyor   körfezin   mavi   rengi.

Bir   doğa   harikası,   bozulmamış   ahengi.

 

Dudağımda   bir   kadeh,   balkon   geniş,   havadar.

Karşımda   duruyor,   yemyeşil   sıra   dağlar,

Gözlerinin   renginde,  ondan   beri  körfez   var.

Gurubun   güzelliği   seni   andırıyor   yar.

 

Gurubun   tatlı  rengi   iki   saat   kaybolmaz.

Yıllarca   seyretsem,  bu   renge   doyum   olmaz.

Gençliğimde   değil  de,   neden   yetmişimde? 
Böyle   bir   zevk   duymadım,  hiç   de   geçmişimde.

 

 

4.     AĞABEYİM  MUHİTTİN

 

               Birinci  kitapta,  ağabeyimden  uzun,  uzun  bahşetmiştim.  Aradan  zaman  geçtiği  için  ilaveler  yapmak  ihtiyacı  duydum.

               Biz  İtalya’dan  dönüp,  emekli  olarak  Fener yolundaki  evimize  yerleştikten  sonra,  Ağabeyim  de  Feneryolu  istasyonunda,  küçük  bir  lokanta  açma  teleşıına  girişti.  Ben  de  eşimden  habersiz  bir  buz  dolabı  alarak,  yardım  etmiştim.  Yakın  olmasına  rağmen,  nadiren  lokantaya  gidiyordum.  Çünkü  eşimi  üzmek  istemiyordum.   ,  Bir  kaza  neticesi  evlendiği  karısından  da  boşanmıştı. Oğlu  Faruk,  fazla  okuyamamış,  babasıyla  berber lokantada   çalışıyordu.  İşlerinin  iyi  gittiği  haberini  alıyordum.  Ama  sebatsız  bir  insandı. Yüzü  hiç  gülmezdi.  Fazla  da  konuşmazdı.  Sahaveti  de  çok  severdi.  Herhangi  bir  şeye  kızdığı  zamanlar,   Kızgınlığını  içinde  saklar,  fakat  sonra  birden  parlar,  bir  pire  için  bir  yorgan  yakan  tiplerdendi.

               1944  yıllarında  ilk  okulun  son  sınıflarında  okurken,  Bolu  depremi  vuku  bulmuş,  Rahmetli   dayım  da   bir  miktar  para  vererek  beni,  durumu  görmem  için   köye  göndermişti.  Deprem  sırasında,  aynı  evde  oturan,  ablam,  eniştem  ve  beş  çocuğu  göçük  altında  kalıp  öldüklerinde,  ağabeyim  Muhittin  tek  bir  mertek  altında  kalarak, kurtulmuştu.  Buna  mukabil  köyden  bir  kıza  yangın  olan  ağabeyim  benden,  kıza  hediye  almak  için  para  istemişti.  Daha  sonra  da  kızın  kardeşleri,  döverek  onu  köyden  uzaklaştırmışlardı.  Aslında  babam  öldükten  sonra ( ki  ben   babamın  öldüğünü   hatırlamıyorum)  İstanbul’a   gitmiş,    senelerce  orada  yaşamıştı..dolayısıyla  yine  İstanbul’a  dönmüştü.

               Muhtemelen  davranışları,  yaşadığı   bu   hayatın  olumsuzluklarından  kaynaklanıyordu.   Bazen  aşçıya  kızıyor,  günlerce   lokantayı   açmıyordu.  Dolayısıyla  müşteri  kaybediyordu.  Üstelik  karakteri  icabı,  eli  açıktı.  Başkasından  alsın,  başkasına  yedirsin  isterdi.  Bu  yüzden  de   lokantaya  gelen  akraba  ve   dostlardan,  köylülerden  para  almazdı.  Biraz  da  içinde  merhamet  vardı.

               Üstelik,  parkta,  dul  bir  kadınla  tanışmış,  onunla  beraber  yaşamaya  başlamıştı.  Beraber  yaşadığı  kadın  iyi  bir  insandı,  marifetliydi.  Pendik'te,  hem  bir  ev  kiralamışlar,  hem  de  kadın  kendine  bir  dükkan  tutmuştu.

               Lokanta  için  taa,  Pendik'ten  gelip,    gidiyordu.  Sonunda,  lokantayı,  her  ne  sebeple  olursa  olsun.  Bizim  köylülerden  birine  devretti.  Yeğenim  Semihanın  kocası  istediği  hale  lokantayı  ona  vermemişti.  Üstelik  beraber   yaşadığı  kadından  da  ayrılmıştı.    Akraba  ve  tanıdıkların  anlattığına  göre, bu  davranışlarının  ardında,  oğlu  Faruk  vardı.  Güya  bir  kızla  ilişkisi   varmış  da ,  oğlunu,  o   kızdan  uzaklaştırmak  için  bunları  yapmıştı.  Sonradan,  oğlu  Faruk’u,  Sorgun’da  rahmetli  olan (Baba  bir  ana  ayrı) ablamın  torunuyla  evlendirmişti.

                  Son  zamanlarda,  Karaca  Ahmet  kabristanının  oralarda  bir  evde  oturuyor,  başka  bir  kadınla  yaşıyordu.  Bir  zamanlar  yaptığı  işe  dönmüştü.  Mahkumların  yaptığı  el  işlerinden  alıyor,  gezerek,  onları  satıyor  ve  para  kazanıyordu..  Ama  giyimi  düzgün,  başı  dik  dolaşıyordu. Oğlu  Faruk  da,  eşi  ve  çocuğu  ile    annesinin  yaşadığı   İzmir’e, taşınmıştı.

.                   Nadire ablam,  Muhittinin   son   olarak   yaşadığı  eve  gitmiş,   durumunu   görmüştü.  ‘’Her  şeyi  var’’ yine  başka  bir  kadınla  yaşıyor’’ diyordu.  Her  şeye  rağmen,  temiz,  titiz  insandı.  Oğlu  çocukken,  annesinden  ziyade,  kendisi  ilgilenir,  çocuğun  temiz  olmasını  sağlardı.

                    Bir  gün  Nadire  ablam  bizde  misafirken,  o  da   bize  geldi.   Eşim,  ablam,  yeğenim  Semiha  ve  Muhittin'le  epey   bir  süre  oturmuş,  kurabiye  yemiş,  çay  içmiştik.    Giderken,  bana  hitaben ‘‘Yusuf  bende  senin  telefon  numaran  yok,  verir  misin?’’demişti.  Ben  de  telefon  numarasını  vermiştim.

                     Nice  zaman  sonra,    sabahtan,  bir  telefon  geldi.  Konuşanı  tanımıyordum.  Sorduğumda  kendini  tanıttı.  Muhittinin  esnaf  arkadaşlarından  biriydi.  ‘’ Size  acı  bir  haber  vereceğim,  Muhittin  sokakta  düştü  ve  öldü.  Cüzdanını  karıştırırken  bu  telefon  numarasını  bulduk.  Muhittinin  nesi  oluyorsunuz?  Onu  arkadaşlarla  berber,  morga  kaldırdık.,  gelirseniz  bizi  Aksaray  esnaf  kahvesinde  bulursunuz’’  dedi.  Ben  de  kardeşi  olduğumu  ve  hemen  geleceğimizi  söyledim.  Yeğenim  Semiha’ya,  oğlu  Taner’e  ve  yeğenim  Fevzi’ye,  Hasan’a  durumu  bildirdim. ‘ ‘Bizde  buluşalım,  karşıya,  geçeceğiz’’  dedim.   Eşime  de acı  haberi  verdim.  Kendi,  kendime  de  ‘‘İyi  ki  benden  telefon  numaramı  istemiş  ve  vermişim,  Aksi  takdirde  kimsesizler  mezarlığına  gömülecekti’’ diye  teselli  etmeye  çalıştım.(3o  mayıs  1995).

               Biz,  üç  erkek,  karşıya  geçtik,  verilen  adreste  esnaf  arkadaşlarını  bulduk.  Onlarla  beraber  morga  gittik.   Mevtayı  teşhis  ettik.  Oradan  Aksaray  belediyesine  giderek,   ‘Kâlp  krizinden   vefat  etti’ diye,  ölüm  kağıdını  aldık.  Bu  gün  için  yapılacak   başka   bir  şey  yoktu.  Yarın  gelir,  Edirne  Kapı kabristanında   yıkatıp,  kefenlettiririz,  yol  kağıdını  alarak  köye  götürürüz  diye  düşündük..

               Eve  gelince  Köye,  kardeşim  Celal’e  telefon  ettim.  durumu  bildirdim.  Kabir  kazdırmasını,  hazırlık  yaptırmasını,  yarın,  İkindi  Ezanına  yetiştireceğimizi  söyledim.  İzmir’e,  Faruk’a  da  telefon  ederek,  durumu  bildirdim  ve  ‘ ‘sen  yetişemezsin,  istersen  gelme’’dedim.

               Ertesi  günü   Köye  gidecek  akrabaları   tesbit ederek  ve  onları da   özel  arabalarımıza  alarak  karşıya  geçtik.  Mevtayı  alıp,  Edirkapı  Mezarlığında   yıkattık,  yol  kağıdı  alarak,  köye  hareket  ettik.  Mevtayı,  Tanerin  Reno  staysion  arabasına  koymuştuk.  Tahmin  ettiğimiz  gibi,  ikindi  namazına  yetiştirdik.  Namaz  çok  kalabalıktı.  Köyde  bulunanların  hepsi  iştirak  etmişti. Aynı  kalabalıkla,  kabristana  defnettik.  Kabir    köye  yakındı, .  Manzarası  güzel,  asırlık  meşe  ağaçlarıyla  kaplıydı.

               Nadire  ablam,  bütün   köye  dağıtılmak  üzere,   gözleme  ve   helva    yaparken,  Yasemin,  köylülerin ve  akrabaların  bu  alakasını  görerek,  etkilenmiş  olacak  ki  ‘’Beni  de  bu  kabristana  gömün’’ diye  vasiyet  etmişti.  Zaten  köyün  kabristanını  beğeniyordu.

               Ağabeyimin  her   türlü  dinî  görevlerini  eksiksiz  (Hatta   bir  sene  sonra, kabrini  de)  yaptırmak  bana  nasip  olmuştu.  Üzülmekle  beraber,  dinî   görevimi  yerine  getirdim   huzuruyla  Kadıköy'e  dönmüştük

 

 

( Zorlu Dönemeçler-2-b6-3-4 başlıklı yazı coni tarafından 30.03.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu