Eski çapasını bir dem ıslak; alatav ama cemre düşmüş karatoprağa son çapasını geçirdi. Kanırtıp içini dışarı aldı. Atarabasına koşulmuş ve kovulmuş kısrak gibi terlemişti. Yalnızlık ve susuzluktan, bitkinlik ikinci planda kalmıştı. Zira yaşlanmıştı, bahçesindeki ulu çınar gibi. Tulumbanın başına yürümeden önce güneşin yüksekliğine bir göz atıp saati kestirdi alışkanlıkla. İşi bitince saat gelirdi aklına hep çünkü. Sadece bir yudum su içmek istiyordu. Kana kana su içerken, içme hızını abarttı ve soluksuz kaldı. Tüm suyu adeta 2 lokmada ruhuna yolladı. İçinden “Ne kaba adamım yahu. Kana kana su içmeyi bile beceremiyoruz” dedi. Tüm hayatı böyleydi aslında ama bu sefer bir idrak oluşmuştu. Başındaki sinekleri kovarak Bir tane daha gümüşi bardağa boca etti kalaylı güğümden. Bu hareketindeki kabalığa duraklayıp gülümsedi. “artık daha kibar birisi olabilir miyim acaba?” dedi içinden. Sonra aklına içerde uyur muyum acaba diye düşünceler gidip gelirken soğuk dosta bu sefer dolgun dudaklarını yüzücü edasıyla daldırdı.