Dün
geceden beri bende
hiç
gitmeyecek sandığım;
bir
iç yangını,
bir
isyan kıpırtısı var.
Durup
durup bağırasım,
hıçkırarak
ağlayasım,
olay
çıkarasım var.
Hani
biri sorsa,
-neyin
var, diye
Somut
bir şey söyleyemem belki.
Şuram
ağrıyor diyemem,
canımı
sıkan bir olay da anlatamam öyle
Lakin
kararsız bir hava katmanı gibi
durup
da yutkunacağım yerin tam ortasında.
göz
pınarlarıma yakın,
kalbimin
en kenarında nöbet tutmakta.
Ağlasam
bir kova dolusu,
gülsem
deli der, içeri atarlar...
Desem
ki: Ey ruhum...
sıkışıp
sıkışıp nedir anlatmak istediğin?
derdin
nedir; kastın ne, gözünü sevdiğim?
yemekse
yemek, su ise su,
sevmekse
sevmek...
daha
ne istersin zavallı ömrümden?
Bilirim
ki susacak domuz,
konuşmayacak...
Boşluk;
bir mavi atlas gibi.
Uzunca
bir yol, gitmek için belki
ama
gel gör ki;
gönlü
geniş olana hücreler havza olur,
dar
olana fezayı versen sıkılır...
benimki
de o hesap demek ki
Gökyüzünü
verseler ellerime,
yüksüneceğim
ve istemeyeceğim...
bana
olur bazı bazı
böyle
şeyler.
tam
bütün arzularıma kavuşmuşken örneğin,
içimi
bir sıkıntı kaplar ki; sormayın
sanırsınız
cezaevinden mahpus kağıdı çıkarmışlar...
Bana
bir şey olmuyor da o sıra,
Yanımdaki
-muhtemelen sevildiğini zanneden-
bir
hayal kırıklığı yaşıyor ki, kocaman...
Ona
acıyorum en çok.
Ah
gönlüm,
ah
ıstıraba meftun,
derde
tutkun, biçare gönlüm...
Sevdiğin
vakit, terk edip geri kalanı, seveceksin.
Gittiğin
vakit, geldiğin yerden
hiç
bir şey getirmeyeceksin.
Sevindiğinde
ağlamakta olan içinde bir yerlerde
geçmiş
günlerden kalma hatıralarına
hiç
geçit vermeyeceksin.
Hep
güleceksin
Hep
güleceksin
Hep
güleceksin...
Sonra
istediğin gibi
seyredeceksin...
hasretlin: beyincik bilo