DAĞ, MİLİTAN DOĞURMAYA DEVAM EDECEK.

 

Ve nihayet paket açıldı. Son dönemlerde anayasal düzenlemelerden öte, daha çok paketler dönemi yaşanıyor. Bizler, aynı heyecanla Newroz’da nefeslerimizi tutmuş, Öcalan’ın paketini dinlemiştik. Aynı heyecanla, 1 Ekim’de Başbakan Erdoğan’ın paketini dinledik. Kanımca, bir tutsak olan Öcalan’ın paketi, Erdoğan’ınkinden daha çok ses getirdi. Çünkü, hareket alanı olamayan bir tutsağın hükmü, ancak bu kadar olabilirdi. Öcalan’ın paketi, her ne kadar Kürtleri tatmin etmediyse de birçok Türk’ü tatmin etmişti. Öcalan, ilk defa Türk kamuoyuna göre, eli silahlı teröristlerini! uğruna savaştıkları yurtlarını terk etmelerini istiyor ve silahlara veda ediyordu. Ve de hükümeti rahatlatacak açıklamalarda bulunuyordu. Bu durum Erdoğan’ı rahatlatmıştı; fakat bir taraftan Erdoğan’ı köşeye sıkıştıranlar vardı. Birileri “Yoksa siz perde arkasında anlaştınız mı? Ülkeyi satmış olmayasın. Yoksa bu adam durup dururken neden silahlı güçlerini dışarı çıkartsın neden gücünü aldığı silahlara veda etsin. Eğer böyle bir durum varsa yüce divanda yargılanacaksın.” diye tehdit ediyordu. Başbakan da, böyle bir şeyin asla olmadığını dile getirdi. Türkler inandı; ama kandırılmayı ahlak haline getiren biz Kürtler ise yine inanmadık. “Erdoğan ve Öcalan iyi siyasetçidirler… Vardır bunda bir hikmet. Hele, Serok, hiç hata yapmaz. Muhakkak anlaşmışlardır. İsmi üzerinde bu bir süreçtir. Süreçler zaman ve mekân ölçütlerine göre sürdürülür.” dedik. Nihayet, PKK çekilmeye başladı, silahlar sustu. BDP’de de değişimler başladı; hatta bir toplantıda Türk bayrağı altında konuşan Kışanak, Türk bayrağı yere düşmekle karşı karşıya kalınca, ezanlarda susulduğu gibi bayrak asılıncaya kadar konuşmasına ara verdi. Bayrak yerine asıldıktan sonra konuşmasına devam etti. Doğrusunu söylemek gerekirse her iki taraf da süreç baltalanmasın diye hassas davranmaya çalıştı. Sadece bir seferinde Başbakan, ağzından kaçırmış olmalı ki Öcalan’a teröristbaşı demişti. Başbakan yardımcısı her zamanki gibi 1-2 gaf yaptı. Son gafında ise bir zamanlar Süleyman Demirel’in, başörtülü kızları Arabistan’a yollamak istediği gibi, Bülent Arınç da duygularına kapılmış ve Kürtlere acımış olmalı ki Kürtçe eğitim isteyenleri Kuzey Irak (Güney Kürdistan’a)’a göndermek istedi.

İşin doğrusu, günler gelip geçiyordu. Tarafların daha önce süreç baltalanmasın diye gösterdikleri hassasiyet, yerini yavaş yavaş sesli beyanatlara bıraktı. Başbakan, siz daha militanlarınızın %20 sini çektiniz derken, PKK de biz %20’sini çektik; ama siz ise adımların yüzde kaçını attınız, diye cevap verdi. Başbakan Erdoğan, gerilla güçlerinin tamamının geri çekilmesini şart koşunca, KCK yönetimi; ateşkesin devam ettiğini, ancak çekilmeyi durdurduğunu ilan etti. Evdeki hesap çarşıya uymayınca, Erdoğan “demokratikleşme paketi”ni yayınlayacağını ilan etti. Bu, hem Türk hem de Kürt kamuoyunda büyük bir heyecan yarattı. Herkes, 1 Ekim’e odaklandı. Hem de saat 11.00’e. Başbakan her ne kadar “korkaklar zafer anıtını dikemez!” dese de, belli ki o da korkuyordu. Çünkü, anlatacağı maddelere geçmeden önce 45 dakika ısınma konuşması yaptı ve son 15 dakikayı paketin içeriğine ayırdı.

Ve pakete gelince; paket ismi, insanların nazar-ı dikkatini her zaman celp eder. Özellikler Ak Parti hükümetleri döneminde torbalar ve paketler pek nam saldı. İyi olmuyor da değil. Çünkü, her paket ve torbanın açılışından önce beni de nimetten saymış olmalılar ki her oturduğumuz yerde birçok eş dost hep sorar. Hoca, bu pakette neler var? Bu torba yasası dedikleri nedir? Acaba torbada neler var? diye sorarlar. Biz de gücümüz nispetinde olabilecekleri veya olması gerekenleri anlatır, dururuz. Paket patladıktan ve torba açıldıktan sonra eğer dediklerimiz çıkarsa biz de övünür dururuz. Ben dememiş miydim? diye hep sorarız. Birkaç gün de paketlerin değerlendirmesini yaparız. Böylece biz de kendi çevremiz de gündemde kalmayı başarıyoruz.

Doğrusunu söylemek gerekirse bir gün Kürtlerin sayesinde Çingenelerin de hak sahibi olacağını hiç kimse aklından geçirmemiştir. Gel gör ki Kürtlerin verdiği mücadele, Kürtlerden daha çok başka kesimlere faydası dokunuyor. Oysa, herkes kendi penceresinde bakıyor.

Malumunuz, düğünlerde herkes hediye paketlerine odaklanır. Zengin olanların taktığı hediye çok merak edilir. Eğer konumuna uygun bir hediye takılmamışsa o kişi gündeme oturur, dedikodunun merkezi haline gelir. Şimdi bizim Başbakanın açtığı paket de tıpkı o zenginin hediye paketi gibi merak edilirdi. Herkes, Başbakanın paketinde şanına yaraşır bir hediye beklerken, paketinde tam altın dahi çıkmadı, çeyrek altın çıktı. Oysa, herkes ondan en azından “cumhuriyet altın”ı bekliyordu. Ama ne yapalım, ülkede o kadar çok hak-hukuk fakiri vardır ki çeyrek altın dahi onları çok memnun etmiştir. Peki, niye hediye diyorum? Çünkü, Başbakan verdiği hakları hala hediye mantığıyla veriyor.  Ben, yine de Başbakan’ı kutluyorum. Çünkü, onun selefleri verdiklerini hediyeden öte sadaka olarak veriyordu. Sayın Başbakan, sadaka kültüründen hediye kültürüne geçmeyi başarmıştır. Umudum odur ki sayın Başbakan, devlete verdiği vergiyi nasıl bir hak ve görev olarak biliyorsa devletçe gasp edilen hak ve özgürlüklerin iadesini de bir hak ve görev olarak bilecektir.

 

Peki pakette ne vardı? Zaten paketin adı demokratikleşme paketi. Hiçbir olumsuz şey beklenmez. Ve olamaz da. Acaba maddeleri ne kadar tatmin edici, muhataplarına ne kadar hitap ediyor. Tabir yerindeyse var olan ateşi söndürmede ne kadar etkileyici, o önemli. Kısacası ite et, ata ot veriyor mu?

Hani birisiyle konuşursunuz, o da seni ya dinlemez ya da dinler gibi yapar. Ya da dikkatini başka taraflara veya kişilere verir. Böylece seni susturur ve konuşmanı anlamsız kılar. Sen de buna tepki verince “Abi konuş.” der. Ben seni dinliyorum; sadece biraz daldım der. Hükümetin Kürtlere yaptığı da buna benzer.

Eğri oturup doğru konuşmak ya da doğru oturup doğru konuşmak gerekir. Ben hem günlük yaşamımda hem de yazılarımda elimden geldikçe hak ve hakkaniyetten ayrılmamaya çalıştığımı sananlardanım. Türkiye Cumhuriyeti, Kürtlerle samimi bir şekilde oturmak ve helalleşmek zorundadır. Bu Kürt meselesinin torbalarla ve paketlerle çözülemeyeceğini bilmelidir. Önce ismini koymalıdır. Bilmem çözüm süreci, milli birlik ve kardeşlik projesi, bilmem demokratikleşme paketi, bilmem yaşayan veya ölen diller enstitüleri, bilmem farklı dil ve lehçelerde basın yayın gibi projelerle bunun çözülemeyeceğini kesinkes bilmelidir. Kürtçede bir söz var der ki “Yılan, ne kadar süklüm püklüm davransa da, deliğine düz girmek zorundadır”. Süleyman Demirel dahi, PKK’ye 28. Kürt isyanı demişti. 1830’lardan günümüze bir şekilde Kürtler kıyam etmektedir. Onları ister beğenirsiniz ister beğenmezsiniz uzun bir süredir Kürtler bazı haklar peşindedirler. Eninde sonunda bu hakları elde edeceklerdir.

Kürtler dağlı bir halk iken rahat durmamışlarken, bugün bu bilgi birikimleriyle ve bu medeni halleriyle duracaklarını düşünmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Bugün, Irak Kürtleri, uluslararası antlaşmalar imzalarken ve Türkiye’ye boru hatlarıyla petrol satarken, aynı zamanda federal bir devlet olmuşken; Suriye Kürtleri, özerk veya otonom bir bölge oluşturmuşken; İran’da, İran Kürdistan’ı veya eyaleti var iken, medeniyette bir adım daha ileri olan ve Kürtlerin ana gövdesini teşkil eden Türkiye Kürtlerinden farklı bir şey beklemek de eşyanın tabiatına aykırıdır.

Başbakan Erdoğan’ın, açıkladığı maddelerin pek azı devrim niteliğindedir. Öyle ki CHP bile beğenmemiş “Bu, bizim kötü bir kopyamızdır.” demekle yetinmiştir. Yine de bu paket, hafife alınmamalıdır. Çünkü geçmişle kıyaslandığında, bir başarı atfetmektedir.

 

Bir nevi Türk faşizminin ABC’si olan öğrenci andının kaldırılması yerinde olmuştur. Bırakın Kürt öğretmenlerini, Türk öğretmenleri dahi, körpecik beyinleri kirletirken vicdan azabını duyuyorlardı.

Özellikle, kamuda örtü yasağının kaldırılması, en büyük kadın haklarının ihlalini ortadan kaldırmıştır. Böylece bayan memurlarının her gün başını “aç-kapa” devri sona ermiştir. Ancak, hukukçu kadınların saf dışı bırakılması, bir nevi hukuksuzluğun devamı anlamına gelmektedir. Neymiş, hâkimin örtülü olması tarafsızlığını yitiriyormuş, bir zamanlar “Efendim, öğretmen öğrenci için en önemli modelmiş; eğer örtülü derse girerse öğrenciyi de etki alanına alıyormuş. Sanki örtü kötülük için emsal teşkil ediyormuş. Başbakanın bu despotizme son vermesi, bizleri de ailece rahatlatmıştır. Kendisine bundan dolayı müteşekkirim.

            Nevşehir Üniversitesi’ne, Hacı Bektaş-ı Veli adını verilmesi Alevi haklarıyla alakası yoktur. Sadece Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ne karşı bir “pata kalma” girişimidir. Aleviler için özel bir paket hazırlanmalıdır. Alevilik farklı bir inanç kabul edilmeli, alevi diyaneti kurulmalı, Alevi kültürü ve yaşam alanı anayasal güvence altına alınmalıdır.

            Süryanilere, Mor Gabriel Manastırı'nin arazilerini iadesinden öte, Lozan’dan beri Türk vatandaşı kabul edilmeleri yerine, azınlık statüsü verilmelidir. Böylece ne Türk, ne de Müslüman olan Süryaniler, kimliklerine kavuşmuş olacaklardır. Çünkü,onların en demokratik talepleri budur. Onlar da tıpkı Ermeni, Rum ve Yahudiler gibi azınlık haklarından faydalanmak istiyorlar.

            Pakette bir üniversite bünyesinde bir “Roman Enstitüsü” kurulacaktır, denilmektedir. Roman vatandaşlarının dil ve kültür ile ilgili taleplerini olduğunu sanmıyorum. Böyle bir talepleri varsa karşılanması yerindedir. Kanımca, Romanların farklı sorunları vardır. Özellikle Romanların tümü iyi bir eğitimden geçirilmeli ve yerleşik hayata geçmeleri sağlanmalıdır. Dikkatimi çeken şudur ki Kürtlerin bunca istek ve mücadelelerine rağmen herhangi bir üniversitenin bünyesinde “Kürt Enstitüsü” kurulmamıştır. Özellikle Romanların enstitüleri “Roman” adı altında kurulurken, Kürtlerin ise “Yaşayan Diller” adı altında kurulması enteresandır.

            1980 öncesi köy isimlerininin değişimi ile ilgili engellerin kaldırılması önemli bir gelişmedir. Şimdiye kadar 12 bin 211’i köy ismi olmak üzere toplam 28 bin isim zorla değiştirildi. Bunların içinde 40 il ve 368 ilçenin adı da vardır.

Sediyani’nin dediği gibi “ Bu bir kültür soykırımıdır; tarih soykırımıdır, toprak soykırımıdır, dil soykırımıdır, kimlik soykırımıdır. Öyle ki Üzerinde uyduruk isimler yazılı yüz binlerce trafik levhasının dikili olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Nüfus cüzdanındaki “Doğum Yeri” ibaresinde uydurma bir isim olan milyonlarca vatandaşı olan bir ülkede yaşıyoruz. Bir ülke düşünün ki oradaki binlerce yerleşim biriminin gerçek ismi başka, resmiyetteki ismi başkadır. Bir ülke düşünün ki, o ülkenin yollarında aracınızla seyrederken, karşınıza çıkan tüm trafik levhaları size yalan söylemektedirler.”

Evet, hak gelmeli batıl zail olmalıdır. Doğru, yazılmalı; yanlış, kovulmalıdır. Maddede 1980 öncesinin şart koşulması meseleye gölge düşürmektedir; çünkü bilhassa Kürdistan coğrafyasının yer isimleri, 80 sonrası değiştirilmiştir. Zaten çok eskilerden değiştirilen isimlerin değişimi, mevzubahis olamaz. Bu maddede bir oyun var gibi görünmektedir.

            Bu gün hükümetin muhataplarının olmazsa olmazı, anadilde eğitim, seçim barajının kaldırılması, terörle mücadele yasasında değişiklik, KCK tutuklularının bırakılması, Kürtlerin anayasal statüsü ve Öcalan’ın konumu ile durumu, özerklik, genel af vs. vs. baktığımız zaman bunların hemen hemen hiçbiri, pakette yoktur. Sadece, özel okullarda “Farklı dil ve lehçelerde eğitim yapılabilir.” denilmekte. Bu da realiteden uzaktır. Kürtlerin, milyarlar verip geleceği pek belli olmayan özel okullara çocuklarını göndermesi olanaksız görünmektedir. Bir de Kürt Hareketi, bir köylü ve orta sınıf hareketidir. Kürt burjuvazinin ve zengininin ise böyle bir derdi yoktur. Paketten hemen sonra, bazı kesimlerin, “Biz, özel eğitim vermeye razıyız ve altyapımız hazırdır.” mesajları, projenin kime ait olduğunu gün yüzüne çıkartmıştır. Kürtçe, rant aracı kılınmamalıdır. Özel okullarda eğitimin anlam kazanabilmesi için, bunun devlet destekli olması kaydıyla bir pilot proje olarak değerlendirilebilir. 

            Pakette, seçim barajı, kesin çözüme bağlanmamış, tartışmaya açılmıştır. Bence seçim barajı yerine, anadilde eğitim tartışmaya açılmalıydı. Başbakan Erdoğan, paketi açıklarken, devlet yardımı için yüzde 7 oy oranı şartının yüzde 3’e indirileceğini söyledi. Bu olumlu görünürken, bu yardımın yapılabilmesi için o partinin bir önceki seçime girme şartı aranmaktadır. BDP öncesinde kendi ismiyle seçime katılmadığı için bu yardımdan mahrum kalacaktır. Demek ki, baraj %10 kalsa BDP bağımsız gireceği için yardım alamayacak, baraj kaldırılsa da daha önce seçime giremediği için 2016 yılına kadar hazine yardımı alamayacak. Peki buna ne dersiniz? BDP de çözüm sürecinin en önemli aktörlerindendir.

Son olarak şunu söylemek isterim. PKK’ye yönelik pakette fazla bir şeyler görünmemektedir. Binlerce silahlı elemen dağlarda beklemekte, binlercesi ise hapislerde yatmaktadır. Bilhassa, PKK’nin de hassasiyetlerini göz önünde bulunduracak bir Kürt paketi açılmadıkça, ya da bu paket, yeni anayasal düzenlemeler veya paketlerle taçlandırılmadıkça, çözümün olması olağan görünmemektedir. Yoksa, Çingenelere yönelik enstitünün açılması, bilmem Mor Gabriel Manastırı arazilerinin iade edilmesi, PKK’yi pek enterese etmeyeceği aşikardır. Eğer böyle devam ederse, “Dağ artık fare dahi doğurmayacak; ancak militan doğurmaya devam edecektir.”

 

HÜLASAYI KELAM, VESSELAM.






                                                                                                                             09/10/2013

                                                                                                                    Ziyaeddîn EMBARÎ

 

 


 

 

 

( Dağ Militan Doğurmaya Devam Edecek başlıklı yazı EMBARÎ tarafından 9.10.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu