1
Bugün biraz melankoliğim. Hava kapanık,
ben ise hüzünlüyüm. Şu ölüm yok mu ölüm… Üstesinden bir türlü gelemedi bilim
adamları. Ölecek miyim ne? Hoş ölüm olmasaydı, bu kadar insanı nereye koyacaktık,
onu da bilmem ya. Gerçi insan denen vahşi cinslerim ölümsüzlüğü öldürecek bir
yol bulurlardı. Çünkü yaşanan bu kadar cinayetler onun göstergesi değil mi?
İşte anlayın be halimden biraz
melankoliğim bugün. Ne dediğimi bilmiyorum inanın. Hava biraz puslu, içim ise
daha karanlık, intihar mı etsem ne? Nasıl
olsa ölmeyecek miyim? O halde beklemenin ne anlamı var? Gel ey ölüm al beni
koynuna, kurtar beni bu dünyanın karamsarlık kokan havasından.
Dünya mı karamsar yoksa insanlar
mı kötülüklerinden dolayı kararttılar bu dünyayı?
Hayır hayır olsa olsa tanrı
dedikleri varlıktır karartan bu dünyayı. Gerçi o da var mı bilmiyorum ya?
Ya sahi ne diyorlar, "Tanrı vardır"
değil mi?
Hani nerde söyleyin bakalım? Bir göreniniz
var mı?
Tanrı öldü demişti delinin biri…
Galiba öldü zavallı… Artık aramak nafile değil mi?
Ama şu Müslümanlar yok mu, onlar
çok inatçılar…
Ona inanmayanları cehenneme
koymak için ne eder, ne yapar onun varlığını ispatlarlar.
Ya şeyy… Hımm…
Ne oldu bana, ne diyorum ya… Ne
ne ne diyorsun söyle be vicdan dedikleri zımpırtı… Duymuyorum seni. Bak şimdi
biraz duymaya başladım. Ne diyorsun?
(Hava bulanık ya, gaipten sesler
duyuyorum galiba. Yoksa bana da mı ilham geliyor ne? Yok canım benim gibi
ateiste, inanmadığım tanrı ilham gönderir mi? Ama ilham değil galiba bu
duyduklarım içimdeki bir ses… Ona vicdan diyorlar sanırsam. Şimdi onun sesini
dinleteyim size)
Ey Tanrı’yı inkar eden
bedenimdeki aklım; sen Tanrı yok diyorsun, varsa gösterilmesini istiyorsun. Peki
söyle bakalım bana, bir saatin yapıcısı, saatin için de mi olur dışında mı? Yoksa,
bir resimi yapan ressam, o boyalı çizimlerin içinde mi gizlidir. Söyle bakalım bir elbiseyi yapan terzi
elbisenin dikişlerinin arasında mıdır?
Haydi bana göster bakalım
elbisenin içindeki terziyi, resmin içindeki ressamı, saatin içindeki saatçiyi…
Amma da yaptın be vicdanım! Galiba
sen kafayı yedin?
Niye ki?
İşte, söylediklerin o kadar
anlamsız ki, nasıl cevap vereceğimi bilemedim.
Peki bunları yapanları o eserlerin
içinde mi yoksa dışında mı ararsın?
Tabi ki dışında ararım. Çünkü eser
sahibi esere hükmedendir. Onu kuşatandır. Eser sahibine işaret eder. Eser,
sahibini içinde gizlemez. Eserin sahibini arayacaksan onun dışında araman
gerekir.
Peki ey zavallı! Sen koskoca
kainatın, o kainat ki, Samanyolu gibi milyarlarca galaksiden oluşan ve bu
görülen kainat, yedi kat göğün birinci katı olan bir yaratıcıya işaret ederken,
onu kıt aklın, sınırlı gözünle görmek istersin. Bir saatin yapıcısını saatin
içinde aramayı akılsızlık sayarken, koskoca kainatın sahibini kainatın dışında değil, bir zerresi bile olmayan dünyada aramaya kalkarsın. Sen ise bir zerre
bile değilken…
Ama, şeyyy, hımm…
Olsun beni yaratmışsa, bana
görünmesi gerekir. Yoksa inanmam…
Öyle mi bir gün gelir de, ölümün
soğuk yüzüyle karşılaşırsan, de ki; ben Tanrı’ya inanmıyorum, o halde ben onun
ölüm emrine de karşı geliyorum. Ölmeyeceğim…
Yok öyle bir şey demem. Ölüm doğal
bir olay, herkes ölecektir.
Öyleyse karşına iki şık
çıkmaktadır;
Ya Tanrı yoktur ve sen
sonsuzluğun bağrında yok oluşun karanlığında kaybolursun. İnandığın gibi
yaşaman yanına kar kalmıştır.
Ya da…
Hayır hayır o şıkkı söyleme!
Ben söylemesem de o gün
geldiğinde…Ya da Tanrı vardır ve Müslüman’ların dediği gibi her insan
yaptığından sorumlu olacaktır. İhtimali bile korkunç değil mi?