Hislerimi
satırlara dökmeden önce;benim için sevgini biriktirdiğin yüreğine,gülümsemeni
esirgemediğin dudaklarına,bakmaya kıyamadığım ela gözlerine çok teşekkür
ederim…
Hisler satırlara kolay kolay dökülmez.Yürek anlatılması zor ve ağır olan
her şeyi saklar.Ve bir gün o yürek dolup taşınca;yüreğin yapamadığını
dudaklar,dudakların yapamadığını kâğıt ve kalem yerine getirir ve sonra kâğıtta
birikir herşey…
Sararır yüreğim hüzün
mevsiminde,
Hazan dağıtır nice
bulutlar
Sevdalı ve öksüz
ruhuma.
Baharı bekler gönlüm!
Susuz ve nazla düşer
Çiğ tanesi toprağa.
Çiğ tanesiydi hayat bana…Hâni,toprağa damlarken sıcak bir his uyandırır ya
insanda,sanki o çiğ tanesi yüreğinden akıyor,taşıyormuş gibi gelir sana;hâni
damladığı vakit herşeyi büyütür ya o su damlası,bende yüreğimi büyütüyorum
değer verdiklerimin ardından.Dudaklarımdan kâğıdıma dökülen satırlar bunu
anlatmaya yetmese de; yüreğimden geçen,hayatımdan akan,kulaklarımda çınlayan
bir sevdanın hâli gibi bir “ahh” yükseliyor yüreğimden gökyüzünün
kanatlarına.İçimde ve gözlerime sığınmış,yüreğimde saklanmış olan
sessizliğim;aydınlatırken gecelerimi,her hecesi sen kokan özlemler
biriktiriyorum.Bir günü daha bitiriyorum seni beklemekle ve seni bekleyişimin
adı yok.
…
Bazen yaşamınızda olup bitenlerden bîhaber olmanız geride dursun,
bitmeden önceki o son hâli tahmin edemezsiniz.Mim’den öteye
geçemezsiniz,Nûn olamazsınız,Vav uğramaz şeddelerinize..Cezm bi türlü gelmez
siz okudukça.. nefesiniz kesilir ama harfler bir türlü birleşmez
lûgatınızda.Suyun berraklığı,gökyüzünün maviliği yüreğime vuruyor.Toprağın
yağmura olan özlemi gibi düşüyor göz pınarlarımdan akan
gözyaşları..Düşmeyen damlalar biriktiriyorum her seferinde ama artık haykırmak
istiyorum sonu bir türlü gelmeyen özlemlerimi.Yapma.dur! diyor içimde bir
yerlerde hâlâ kanat çırpan yaralı güvercin ;
Bakışları
derin,titriyor gözleri, yaralı olduğu ne kadar da belli,kızıl renginde
tüyleri,kanıyor yüreği..Kanıyor yüreğim…
Anlatma vakti geldi.Ya ben susacağım,biriktirdiğim herşey benimle birlikte
toprak olup gelecek ya da sonu gelmeyen sorularım ve sahip olduğum değerler bir
bir kaybolup gidecek.İçinden çıkamadığım bir girdap;karanlık,garip
sesler…Yüreğime usulca uzanan bir korku…Nedenini bir türlü anlayamadığım,
bedenimi alev alev saran bir yangının ortasında başarmanın ve aynı zamanda
kaybetmenin verdiği çaresizlik.Bir güvercinin kanat çırpması gibi masum ve
içten bir burukluk var yine.Tatlı mı acı mı bilinmeyen bir burukluk.Düşününce
içimin ısındığı...Bir yangının bedenimi ve ruhumu sardığını hissettiğim bir
burukluk bu.Gökyüzü ne anlatıyor bu gece bilmiyorum.Ama,bildiğim tek şey
yaşadığım acı ama azimli bir hayatın izlerini taşıyor olmam.Baktığım her yerde
geçen onca yıldan sonra boğazımda düğüm düğüm olmuş sırlarım ve gözlerimde
düşmeyen damlalarım birikti…
Sırlar…İnsan kalbi sırların saklandığı sandık,ağzı o sandığın kilidi,dili de
anahtarıdır.Eğer anahtarı iyi muhafaza edememez,yani dilini tutamaz sırları
açıklarsa,akıl ve zekânın inceliklerinden mahrum gafil bir insan
olur.Ben,yaşadığım zaman dilimi boyunca hiç gafil bir insan olmadım.Anahtarımı
muhafaza etmeyi başardım.Ancak korkuyorum.Çünkü yüreğimdeki ağırlığı
taşıyamıyorum.Kilit bozulup,anahtar olmadan da açılırsa,sandığın hâli nice olur
acaba?
Zamanı geldi.Arka bahçeden ön bahçeye doğru yavaş adımlarla yürümeye başladım.
Elimde yıllardır sakladığım,içinde sana vermek üzere
biriktirdiğim,hislerimle,anılarımla dolu bir kutuyla kapıdan dışarıya
çıktım.İleride kavak ağacının gölgesine doğru yürümeye başladım.Ağacın
yaprakları ağır ağır düşerken,gelen sonbaharın verdiği hüzün içimi
acıtıyordu.Sonbaharı seviyordum.Ne yazın kasıp kavurucu sıcaklığı,ne de kışın
dondurucu sıcaklığı var…Yürüdüm ve büyük bir sessizlik içerisinde, birazdan
neler olacağını tahmin bile edemediğim bir şekilde beklemeye başladım.Serdar
Bey,bu kez de yanılmıyorsa gelebilir demişti çünkü en yakın
arkadaşıydı.Yıllardır bir haber alamamak zaten büyük bir acıydı ancak benimkisi
bir umuttu…
Bekledim,bekledim,bekledim…Fâkat sen,yine gelmedin baba.Beklemek…Öyle sekiz
harf,üç hece bir kelime olması,çok basit bir durummuş gibi gelmesin kimseye.Ne
anlamlar barındırır içinde ve ne zor bir kelimedir;hem söyleyen hem söyleten
için.Bekleyen bekler,bekleten bekler ve bekleyen bir gün gider.Ne zordur
beklemek.Hele de küçük,masum bir yürekse bekleyen.Neler olacağını
bilmeden,üç hece bir kelime olmasına rağmen yaşam ve ölüm arasındaki en
önemli çizgiyi anımsatır bana.Kimi zaman ufak bir gülümseme gibi
gelir,beklediğin kişinin gelebileceğini düşünmek iyi hisler uyandırır
insanda.Kimi zaman da büyük bir acı verir yüreğine.Düşünününce burnunun ucunun
sızlaması,göz pınarlarının dolması gibi bir acıdır bu.Nutkun tutulur,sol yanın
acır,susarsın.En büyük görevdir aslında beklemek;beride bıraktıklarını ve
bırakacaklarını unutmaktır belki de…Cümlelerinin sonuna üç nokta koymak
gibidir,beklenen bir gün döner diye…Bazen hiçbir şekilde
düşünemediğimi,beynimin durduğunu hissediyorum.Hep basit cümlelerle
geçiştiriyorum hayatımda olup bitenleri.Bazı olaylar o kadar garip geliyor
ki sadece sineye çekiyorum.Sonra,yalnızlığımı hatırlıyor ve bir köşede
oturup eski günleri anımsıyorum,hüzünleniyor;soğuk,karlı bir akşamda
penceremden gökyüzünü seyrediyorum.Bugün yine yıldız yok,gökyüzü bomboş,etraf
sessiz ve sanki gökyüzü de çaresiz.
Sessiz ve içine kapanıktım.Kimseyle kolay kolay konuşmaz,bahçemizden dışarı
çıkmazdım.Aslı Teyzenin küçük kızı Elif gelirdi yanıma.Beraber oynardık;ben
doktor olurdum o da hasta.Bazen küsüp mızmızlanırdı.“Hep sen doktor
oluyorsun,bende olayım”derdi.Bende hiç izin vermezdim.O küsünce, bende
küserdim.İnatçıydım.Ama sonra annem, dalından kopardığı mis kokulu elmalarla
kapıdan görününce küslüğü unutup,avurtlarımızı şişire şişire elmalarımızı
yerdik.Çocuktuk.Bilmezdik uzun süreli kırgınlıkları…Hep sevgiyle hitap ederdik
minicik gönüllerimize.Oysa şimdi sevgiyle dolu gönlüm dalından
koparıldı;özlemle,acıyla ama binbir umutla bekler oldu.İsmim gibi,tüm hayal
kırıklıklarını yaşadım ve çile çektim.
İsmimi babam koymuş: “Çilem”…Acaba herşeyi önceden sezdiği için mi koymuş
ismimi.Ahh! sorma fırsatım olmadı ki hiç…En son beraber gitmiştik okula.Liseye
yeni başlamıştım.Kayıtları beraber yapmıştık.“Babam” elimi bırakmayan,bana
yaşamayı öğreten ilk adam.Yaşamayı,azmi çalışmayı,sevgiyi,saygıyı,merhameti ve
hayatı onunla tanıdım ben.Belki de acı ama güzel olan herşeyi öğrettiği
için sorma gereği duymamışımdır bana neden bu ismi verdiği.Tek istediği mutlu
ve huzurlu bir hayatımın olmasıydı.Ama annemi kaybettikten sonra daha bir
değişmişti babam.Okulların açıldığı ilk haftaydı.Nasıl unutabilirdim ki,babam
yıkılmıştı.Çok zor dayanmıştı bu duruma.Alışamamıştı annemin kendisini başka
bir adamla aldatmasını ve adama red cevabını vermesiyle adamın annemi
bıçaklayarak öldürmesini.Babam,durumu sadece sîneye çekebilmişti.Acı ama
gerçekti.Tüm olanlara rağmen babam dayanmayı başarabilmişti.Bense sadece
babamın durumuna üzülmekle ve onun yanında onu teselli edebilmekle güç
vermiştim.Babamı ağlarken görmüştüm ilk defa.Bana öyle acı vermişti ki,küçük
yüreğim böyle bir acıyı daha önce hiç tatmamıştı.Canım babam,bütün bunları
hakedecek ne yapmıştı böyle.
Annem ve babama dair hatırladığım en güzel hatıra,okula başladığım vakit beraber
kırtasiyeye girdiğimiz gündü.Babam kalemimi seçmişti,annem silgimi.Her
baktığımda içimin ürperdiği o günleri unutmamak için olsa gerek ki yanımdan
ayırmıyordum.Herşeyin daha çok farkına varır olmuştum.Yaşanılan çoğu olaya bir
anlam yüklüyor yoluma devam ediyordum.Babam!Bana yaşamayı öğreten ilk
adam.Yüreğimin ilk sahibi.Daha iyi koşullarda yaşamam için akşama kadar
durmadan çalışır,günün sonunda eve gelince de gülümsemesini benden
esirgemezdi.Ona benzemek, onun gibi güçlü olmak isterdim hep.Bir gün odamda
ders çalışırken; yanıma gelmişti babam.Ellerimi tutup o elâ gözleriyle bana
bakıp gülümsemişti ve içimi sızlatan,hiçbir zaman unutamadığım şu cümleler
dökülmüştü dudaklarının arasından: “Canım kızım, Çilem’im şimdi sana
söyleyeceklerimi can kulağıyla dinlemeni istiyorum.Kızım,önünde seni bekleyen
kocaman bir hayatın var.Seni bu hayatta neler bekliyor bilmiyorsun ama senden
istediğim tek şey; oku ve durmadan kendi azminle çalış.Başkalarının sırtından
geçinmeye kalkma.Fani dünyanın oyunlarına aldanıpta güzel zannettiğin kötü
heveslerin peşinden koşma.Sevdiğinde de üzüldüğünde de şükretmesini bil.Hayatta
herşey bazen istediğimiz gibi gitmez.Her ne olursa olsun ayakta durabilmeyi
öğren ve kendi benliğinden, değerlerinden asla vazgeçme.Seni çok seviyorum kızım.Ne
yaparsan yap,nasıl yaşarsan yaşa ama gülümseyebilmek için başkalarını üzme ve
çıkarların için hiç kimseyi yarı yolda bırakma.”demişti.
Ellerim,kocaman ellerinin arasında kaybolmuştu.Öyle sıkı tutmuştu ki
“Baba” diyerek öyle içten sarıldım ki, hiç bırakmak, ayrılmak istemedim. Son
kez sarılmışçasına, içten bir veda eder gibi,sessizce “Kızım, kendine iyi
bak ve söylediklerimi sakın unutma” diyerek kulağıma usulca fısıldamıştı. “Peki
babacığım” diyebilmiştim. Gülümsemiştim. Ellerim kocaman ellerinin arasından
kaymıştı ve omuzları çökmüştü babamın.İsli gözlerle “iyi geceler” deyip
çıkmıştı odamdan.Yine masamın başına dönmüş, kalan son sorularımı da çözüp
yatmıştımSabah erkenden kalkıp babama kahvaltı hazırlamıştım .Odasının kapısını
çalmıştım,cevap gelmeyince içeriye grip baktığımda odanın bomboş olduğunu
görmüştüm ve masanın üzerinde bir not yazılıydı:
“Kızım, Çiem’im kendine iyi bak. Beni affet, ben çok uzaklarda
olacağım, beni merak etme
Seni seviyorum kızım Allah’a emanet ol.”
Baban
Bütün bunlar ne denmek oluyordu bilmiyorum ama bildiğim tek
birşey vardı babamın beni buralarda bırakıp çok uzaklara gittiğiydi. Bugün 1
Eylül Pazartesi. Bundan tam on bir yıl önce bırakıp gitmişti beni babam. O
gittikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.Ne ben eski Çilem ne de eski
çevrem.Yetiştirme yurduna alındım.Babamın söylediği gibi biri oldum.Herşeyden
önce okulumu bitirdim.Tıp fakültesini kazandım.Zor şartlar altında kimsesiz
hayatımı kimselere belli etmeden yaşamayı öğrendim.Şimdi küçük bir
kasabada, şirin bir hastanede, kasabamın güzel insanlarıyla yaşamaya
çalışıyorum.Mavi kutuyu hâlâ saklıyorum.Kim bilir belki, bir on bir yıl
daha geçer…Kim bilir belki bir gün dönersin baba,belki bir gün arkanda masum
bir yürek bıraktığını hatırlayıp dönersin.Kim bilir…
Gözlerim uykuyla barıştı sanma baba.Sen,gittin gideli dargın sayılır.Kimine
göre pişmanlık,kimine göre ise yanlışlık,ne söylersem söyleyim bu dünya
öyle bir yer ki;her güzelliğin sonu sadece yalnızlık.Her günüm hasretin
zulmüyle başlar…Hayat öyle lanet bir şey ki;sustuğunda konuşmadın diye pişman
eder,konuştuğunda ise susmadın diye kahreder seni..Bazen de susarak
söylediğimiz sözler,konuşarak harcadığımız sözlerden daha çok şey
anlatır.Sadakât ve merhamet;içimdeki eiyen cam kırıklarının en önemli
kaynakları.Bana verilen sevgi deryası,gönlümde kocaman bir okyanusa
büründü.Arkanı dönüp gidişinden sonra bulutlar hâlime acıyıp ağladı.Öyle bir
ağlayıştı ki bu,tenime dokunan yağmur tanesi bana sadece acı verdi.
Ama ne çare
ki beklenen dönmedi.Tıpkı babamın söylediği gibi;nasıl yaşarsam yaşayım
gülümseyebilmek için başkalarını üzmedim.Kimseyi üzmedim ve kimsenin de beni
ezip geçmesine izin vermedim.Babama ne oldu bilmiyorum,hiç haber alamadımSerdar
Bey yardımcı olmaya çalıştı ama ne yazık ki beklenen dönmedi.Sadece kendine iyi
bak demişti, kendime iyi baktım…
Kar
yağıyor..Yavaş ve ince ince.Tam bitiyor dediğin anda tekrar başlar kar
yağışı…Bitti dediğin anda yeniden başlayan insan misâli…Başka yerde,başka
şekilde,başka hayatlarla…Mutsuz, tedirgin ama yeniden …Ve bitti dediğinde
durduğu zannettiği herşey;yeniden,yepyeni güzellikler için çarpmaya devam
edermiş.Yâni nefes alıyorsa insan; umut var demekmiş…Hâla bir umudum var.
Yüreğim gidişine ses etmese de feryadım duyulmasa da benim hâlâ bir umudum var
baba.
Şimdi
ucu kırık bir kalem bitti.Senin bana aldığın ilk kalem ve annemin verdiği pembe
silgi..İkinizin benim için hazırladığı senaryo nasıl da tamamlamış
birbirini.Sen kalem oldun,annem silgi…Bense arada bir kâğıt parçası. Çilem, her
zaman ki gibi yine yalnız, sessiz ve çaresiz…
SIRRI HÜZÜN