Bu
şehir kahrımı yağdırdı bakışlarımdan
Sahipsiz
eğleşen caddelerine…
Eylülün
son demlerinde savrulan yaprak misali
Bıraktı
sözcükleri soğuk kaldırımlara
Gittiğin
her anı hissetsin diye yüreğim…
Bu
şehir bilmedi sana yazılmış mısralarımı
Alaya
aldı sevmelerimi, şiirlerimi…
Gizlice
ağlayışlarımı görmedi inadına
Tükenirken
takvim yaprakları ezberimden
Anlamadı
her sayfasında hüzün yazdığını…
Bu
şehir iliklenmemiş bir göynek gibi doldu içime
Ne
yana dönsem kokunu getirirken rüzgârlar…
Altında
eğleştiğim cumbalı evler bile
Hissetmedi
ıslandığımı sevginden
Yokluğunda
solan çiçeklerin feryadını duyan olmadı…
Bu
şehir acemi bir âşık gibi takıldı peşime
Mecnun
gibi avare dolaştığım anlarda…
Adıma
deli denildiğini ve sustuğumu bilmedi
Hep
alaycı bakışlar değdi sol yanıma
Kimse
senin gibi gözlerime bakmadı…
Bu
şehir tarifi imkânsız bir sözcük
Talihsiz
bir rastlantı benim için…
Heybemde
taşıdığım sevgimi çalmak istedi
Halimi
sormadı hiç kimse sen gelene dek
İşte
bu şehir senin aşkınla öldüğümü de bilmeyecek…
Bu
şehir ışıklı yolların, koşuşan insanların
Gülmeyen
yüzlerin ve bitmeyen sırların dergâhı...
Benim
zikrimi bilmiyor farları sönmüş arabalar
Hüznüme
eşlik etmiyor dalında üşüyen kuşlar
Şimdi
gitmek vakti yarın selamı okuyacaklar…
Bu
şehir senden öncesi olmayan zaman
Senden
sonra da olmayacak imtihan…
Gülerek
elimden tutan, öperek uğurlayan da olmayacak
O
zaman yansın umurumda değil, her zerresi
Şimdi
bedenim kimsesi olmayan bir bulut kümesi…
Bu
şehir altı aylık ömrü kalan bir hasta
Gözlerine
bile değmeyen gözlerim yasta…
Adımladığın
yerleri bile sevdim aşk tanem
Ben
mi? Ben ardında bir görünüp bir kaybolan gölgenim
Artık
sensin hayat diye soluduğum ezberim…