Solgun bir gündü. İlkbahar olan ama koynunda sonbahar biriktirmiş bir gün. Günün solgunluğu gibiydi kadının solgunluğu da. Yanındaki adamın solgunluğuna benzetiyordu kendini işte. Her zaman ona benzetirdi kendini. Her zaman bir parça o olurdu/olacaktı. Her zaman bir parça ‘o’ akardı dudaklarından, kalbinden ve geriye kalan tüm zerrelerinden. Yitip giden günün arkasından onlara yine yalnızca sonsuz suskunluk kalmıştı. Kadın bu suskunluğa kendi içinde böyle bir ismi vermişti. Tam da bölmek isterken bunu, bir ses geldi. Tam karşısından geliyordu bu ses, adamdan geliyordu, ama sanki içinden bir yerlerden gelmişti.
Bir parçası dile gelmişti; kalbi dile gelmişti.
Yüreğinden kopup gelenleri dile getirmişti adam. Tüm yenilgisiyle konuşmuştu yüreğinin karşısında. Yüreği dile gelmişti. Adamın dedikleri dudaklarından çarpıp kadının kalbine işliyordu, şanslı olduğunu hissetti. Sımsıkı sarıldı yanındaki mis dediğine. Mutlu olmayı becerebildi sonunda.
Yazarın
Önceki Yazısı