FİDANLAR YEŞEREMİYOR
Dünya iki cihan
harbinden yeni çıkmış, insanlık sefil bir haldeydi. Bu durumdan harbe girmediği
hâlde Türkiye’de nasibini fazlasıyla almıştı. Anadolu insanının maişet
kaygısını iliklerinde hissettiği zamanlardan biriydi. Maddi sıkıntıların
çekildiği zamanlarda ahlâk ile para mücadele ediyordu. Bu imtihandan geçmeye
çalışan pek çok Anadolu insanı vardı. Bunlardan biri de Soğucak Köyü’nün
civanmert delikanlılarından Kara Ali’dir.
Kara Ali için
köyde yapacak çok iş yoktur. İki senelik evlidir. Ali evine para götüremediği
için kahrolmaktadır. Karısı Meryem Hatun çok sabırlı bir kadındır. Bir günden
bir güne kocasına hayıflanmamıştır; çünkü elden bir şey gelmediğinin o da
farkındadır. El değirmeninde buğday öğütür, ekmek yapar. Kocasına sıcak çorba
içirebilmek için kendi elleriyle tarhana yapardı.
Ali’nin
yapabileceği işlerin kazancı azdır. Ya çobanlık yapacak ya da lata yapıp
satacaktı. Çobanlık gözüne zor bir iş olarak gözüküyordu. Ağacı keserken de
yakalanma tehlikesi vardı. Riskli bir işti. Lata, ağacı kökünden kesip
budadıktan sonraki çıplak kalan ağaç gövdesidir. Bu latayı atın ya da eşeğin
sırtına yükler, kazaya satmak üzere götürürdü. Çok meşakkatli ve kazancı az
olan bir iştir.
Ali ile Meryem
yeni doğmuş bebekleri ile kıt kanaat geçinmeye çalışıyorlardı. Bir gün köyün
delikanlılarından Mustafa, Ali’ye şöyle bir teklifte bulundu:
- Böyle geçinilmiyor Ali. Hayat çok zor. Çoluk çocuk her gün
ele bakıyor. Ne para var, ne pul !
- Öyle kardaş öyle ! Zor.
- Buralarda dağlarda yaşayan insanlar varmış. İyi de para
kazanıyorlarmış. Onlara katılmak ister misin ?
- Nasıl para kazanırlarmış ?
- Bilmiyorum; ama işleri tıkırında gidermiş.
- Bilmem ki !
- Böyle yürümüyor düzen Ali. Günden güne daha da kötüye
gidiyoruz.
- Doğru söylüyorsun. Hayırlısı !
Dağlardaki
insanlara katılma fikri, Ali’nin zihnini epey meşgul etti. Neden olmasın ki !
Denemekte fayda vardı.
Bir sabah vakti
Ali dağların yolunu tuttu. Çok uzun bir yürüyüşten sonra mağaraları buldu. Belli
ki, mağaralarda yaşıyorlardı. Orada gördüğü birkaç kişiye selam verdi. Oturup
hoşbeş ettikten sonra Ali onlarla çalışmak istediğini söyledi. Orada bulunanlar
Ali’yi tepeden tırnağa süzdüler.
- Sen nereden gelirsin kardaş ?
- Soğucak Köyü’nden gelirim.
- Peki seni buralara hangi rüzgar attı ?
- Açlık, fakirlik,
zorluk…Duydum ki, dağlarda yaşayan insanların epey bir geliri varmış. Biz de
nasiplenmek isteriz.
- Bizim işler karışık işler. Sana önce yol yordam öğretmek
gerekir.
- Yaparız evvelallah, elimizden her iş gelir.
- Peki, hayırlı osun.
- Sağolasın kardaş, Allah senden razı olsun
Birkaç hafta
Ali’ye alışması için sadece ayak işlerini öğrettiler. Çamaşır, bulaşık yıkar,
yemek yapardı. Yaptıkları işi Ali’ye hemen anlatmadılar. Bir defa Ali’yi iyi
tanımak istiyorlar, hem de Ali’nin o ortalama alışmasına yardımcı oluyorlardı.
İki ay geçtikten
sonra görev alma vakti geldi. Ali’nin de bütçeye katkı yapması gerekiyordu. Ali
çok sevindi bu işe. Nereden bilecekti çapulculuk, eşkıyalık yapacağını !
Ertesi gün Ali’yi
de yanlarına alarak atlarına binip işe çıktılar. Biraz gittikten sonra birkaç
adam pusuya yattı. Ellerinde silah da vardı. Ali’ye de bir silah vermişlerdi.
Sessizce bir bekleyişten sonra eşeğine yüklediği yükle yoldan geçen ihtiyar bir
adamın önüne çıktılar.
- Hey babalık ! Üstünde ne var ne yok hemen sökül !
- Evlatlarım, yapmayın ! Ben ihtiyar bir adamım. Hiçbir
şeyim yok !
- Biz anlamayız ! Üçe kadar sayacağım, hemen sökülmezsen
seni buracıkta öldüreceğim. Bir…
- Tamam evladım, tamam ! Bekle biraz.
İhtiyar heybesinden o gün sattıklarından kazandığı ne varsa
hepsini çıkarıp eşkıyaya vermişti. O da yetmiyormuş gibi elinden eşeğini de
almışlardı. Toplanıp hemen oradan ayrıldılar. Ali bu gördüklerine inanamıyordu.
Kazançlı iş dedikleri bu muydu ? Ali ne yapacağını kara kara düşündü. Öyle
görünüyordu ki, bu yolun dönüşü yoktu !
Sıra o günkü
yevmiyeleri dağıtmaya geldi. Ali’ye de hakkını verdiler. Parayı alıp almamakta
tereddüt etti. Sonra evde ki çocuğunun, karısının halini düşündü. Parayı geri
çevirmemeye karar verdi.
Gel zaman git
zaman bu eşkıyalık işi Ali’yi epey sarmıştı. Arada bir karısını ve çocuğunu
görmek için eve gidiyordu. Onlara yeni yeni şeyler alıp götürüyordu. Meryem
Hatın bütün bunları nereden, nasıl getirdiğini bir türlü anlamıyor, sormak
istediğinde de Ali ona engel oluyordu.
Kara Ali’nin
boğazından daha önce hiç haram lokma geçmemişti. Şimdi ise iyice harama
batmıştı. Bu durumdan çok rahatsızlık duyuyordu. Elinin emeğiyle, alnının
teriyle iş yaptığı günleri özlüyordu. Bu
işi artık yapmak istemiyordu. Ama eşkıyalıktan dönüş yoktu. Yoksa adamı
öldürürlerdi. Daha iki gün önce gitmek isteyen birini silahı çekip alnından
vurmuşlardı. Bir yolunu bulup oradan ayrılmalıydı. En sonunda aklından şöyle
bir plan geçti: Anasının hastalandığını bahane ederek oradan ayrılabilirdi.
Nitekim öyle yapmaya karar verdi.
- Himmet Ağa ! Anam hastalanmış. Beni sayıklar dururmuş.
Hele bir yanına varayım, iki güne kalmaz geri dönerim.
- Doğru söylersin Ali. Ana hakkı büyüktür. Gecikme, hadi git
bakalım.
Eşkıya; vatanına,
milletine ihanet eden, fakirlik günlerinde zavallı insanların neleri var neleri
yok alan bir zalimdir. Ne anlar haktan, hukuktan. Hele ki ana hakkından.
Ali ertesi gün
hazırlanıp yola çıktı. Sevinçle köyüne, ailesine dönüyordu. Birkaç kez takip
edildiğini hissetti. Geri dönüp baktı. Peşinden arkadaşlarından birkaç tanesi
geliyordu. Anlaşılan Himmet Ağa peşine adam takmıştı.
- Nereye böyle Ali kardaş ?
- Anamın yanına gidiyorum. Hayırdır ? Buralarda işleriniz mi
var ?
- Evet, kaçan birini arıyoruz.
- Kim kaçtı ?
- Sen tabii ki.
- Ama ben Himmet Ağa’ya söyledim. Anam hastalanmış.
- Sen onu bizim külahımıza anlat. Çok duyduk bir bunları.
Ali aniden silahına davranıp ateş etmek istedi. Birkaç defa
denedi. O gece Ali uyurken silahının arkasındaki iğneyi kırmışlar, kurşun
atamaz hâle getirmişlerdi. Eşkıyalık böyle bir şeydi. İnsanı hiç acımadan
sırtından vururlardı.
Eşkıyadan biri
silahını Ali’ye doğrultup, tam kalbine isabet edecek şekilde bir kurşun sıktı.
Ali oracıkta can
verdi. Arkasında yetim bir çocuk ve dul bir kadın bırakmıştı. Daha yirmi
yaşında toy bir delikanlı olan Kara Ali; fakirlik ve ahlâkla paranın
mücadelesini canıyla ödemişti…
S O N