Adaşına seslenmiş Sabahattin Ali, su
değirmenini anlatarak... Ve günümüz modeli aşkları betimlemiş devamında. Bir
demiş, ikinci demiş, üçüncü, dördüncü ve devamı... Hikâyenin sonundan habersiz
kafamızda tasarlamaya çalışıyoruz. Değirmenleri, sevgilileri, aşkı, köylüleri,
köleleri...
Biz de soruyoruz kendimize, ben hiç sevdim mi?
Sevgilim güzel miydi? O da beni seviyor muydu? Belki de sevmiyordu... Ona
yazdığımız mektuplar, şiirler, yazılar gelir aklımıza; kurduğumuz cümlelerle.
Sorarız ama bir önceki cümlemizde de dediğimiz gibi aklımıza gelenler “O”na
söylediklerimizdir. O'dur çünkü sevgili. Tektir. Kalbimiz gibi, vücudumuz gibi,
ruhumuz gibi tektir sevgili ve biz sadece bir kişiye kalbimizi veririz. Bu da
bir ömür sürer.
Hikayeyle uzun uzadıya uğraşmanın bir anlamı
yok. Sabahattin Ali'nin o mükemmel kalitesinden doğup gelişen bir aşk kitabesi.
Edebi olarak son bir cümle söylemek gerekirse Kuyucaklı Yusuf ve Kürk Mantolu
Madonna'sından sonra başı çekecek bir hikâye.
Hikâyenin özü belli. Ve her şey son paragrafta
gizli. Gözyaşlarının, şiirlerin, sözlerin, cümlelerin anlatamadığı hiçbir aşkı;
aşık olduğunuz kadar yanan yüreğinizin ateşini karşıdakine hissettiremediğiniz
bir aşkı, ya bir hareketiniz anlatır kolayca ya da hisseden bilir diyerek
susarsınız.
Günümüzde böyle bir aşkın varlığından ziyade
“aşk var mı?” sorusunu soruyor insanlar. Sanki aşk tedavülden kalkmış veya son
kullanma tarihi geçmiş bir şeymiş gibi. Aşk, önceden de vardı. Günümüzde de var
ve var olmaya da devam edecek.
Ancak günümüzde var olan aşk, dışarıdaki
insanların “ben aşığım” cümlesini kurdukları kadar basit bir terim olduğu kadar
daha yazı yazmayı yeni öğrenen ilkokullu çocukların, koridorlarda uzun eşek
oynayan liselilerin ağzında sakız olan bir karmaşa. Ve maalesef ki bir şairin
şiirinde bahsettiği gibi sol yanda değil yatakta taşınan bir leke günümüzde
aşk... Tabi bu söylediklerimiz de öznel birer düşünceden ibaret. Bir
arkadaşımızın, bir dostumuzun bile samimiyetini bilemezken bile yolda yürürken
bile karşılaştığımız yüzlerce insanın içindeki duyguları bilemediğimiz kadar
yaşamları hakkında da bir fikrimiz olmayabilir.
Kolunu kesen çingene, çöller aşan Mecnun,
dağlar delen Ferhat gibi insanları ve sevgilileriyle aralarındaki o güzel
duyguyu günümüzde bir elimizdeki beş parmağımızdan daha az buluruz belki de.
İşte bu yüzden diyebiliriz ki günümüzde böyle
aşklar yok olmaya yüz tutmuştur.
Hasta olan maşukunun başında sabahlayan, bıkmadan üşenmeden sabaha kadar üstünü örten, onu koruyan kollayan, her imdadına koşan, onun için değil kolunu canını bile verecek olan aşıklar yok denecek kadar azdır. Belki de bir tanedir. Bunu yapabileceğini söylemekten, süslü cümleler kurmaktan ziyade gerçekten yapmak, -Sabahattin Ali'nin de dediği gibi- yalnız bu sevmektir.