KALİTELİ YAŞAMDA
YAŞLILARIMIZLA İLETİŞİM SANATI
Hepimizin çok
iyi bildiği hayati bir gerçek vardır. Bütün canlılar doğar, büyür, gelişir,
olgunlaşır ve mutlaka bir gün ölürler. Orta yaştaki insanların günün birinde anne-babalarının
veya nine-dedelerinin yaşlılıkları ve ölümleriyle karşılaşmaları mukadderdir.
Uzunca bir ömür sürenlerin, ölüm öncesi yaşlılık süreçlerinde onların
çocuklarına, yakınlarına veya diğer bütün daha genç olanlara düşen çok önemli
görevler bulunmaktadır.
İnsanlar belirli
bir yaştan sonra gençliklerini yavaş yavaş kaybederek, yaşlılık emareleri
göstermeye başlarlar. Hele hele gençliğini yüksek kaliteli yaşayamayanların
yaşlılık sürecine daha erken yakalanmaları doğaldır.
Yaşlanan
insanların akıl ve bedenlerinin güç ve melekeleri sürekli azalma eğilimindedir.
Bu süreç kişinin kaliteli yaşam hırsızlarıyla kucak kucağa yaşaması halinde
daha da hızlanması kaçınılmazdır.
Yaşlılarımızın
bedensel ve ruhsal yaşlanması sonucu kulakları az duymaya, hareketleri
zayıflamaya, bildiklerini unutmaya ve daha da hassaslaşmaya başlarlar.
Bilerek veya
bilmeyerek hatalar yaparlar. Kendileriyle yeteri kadar ilgilenilmediği hissine
kapılırlar. Yüksek tecrübe ve donanımlarından daha fazla ve hakkıyla
yararlanılmadığını zannederler. Evhamlanarak çeşit çeşit hastalıklar
üretebilirler. Hastalandıkları zaman kendileriyle daha çok ilgilenileceğini
varsayarak, sürekli nazlanabilirler.
Torunların kuşak
farklılıklarından dolayı, yaptıkları normal eylemler, yaşlılara uçuk, gereksiz
veya şımarık gelebilir. Torunların ebeveynleri tarafından yeterince terbiye
edilemediği, terbiye konusunda kendilerine fazlaca yetki verilmediği evhamına
kapılabilirler.
Gençlerin
herhangi bir büyük karar verirken, büyüklere danışmaya gerek duymadıkları hallerde,
büyükler kendilerinin saf dışı bırakıldığı duygusuna kapılabilirler.
Yaşlıların
ruhsal ve bedensel yetenek ve melekelerinin gerilemesi sonucu yaptıkları
hatalar, çocukları tarafından kasıtlı yapıldığı şeklinde yorumlanarak, büyüğe tartışma
cephesi açma ile sonuçlanabilir.
Yaşlılar,
kendilerinin tecrübeli olduğunun bilincinde olarak önemli kararların
kendilerinin vermesi gerektiği konusunda iddiacı olurken; gençlerin, artık
karar mekanizmasının kendilerine geçtiği, yaşlıların yeni gelişme ve ilerlemeler
karşısında yetersiz kaldıkları varsayımı ile hareket etmeleri, çatışmaların en
büyük kaynağını oluşturur.
Yaşlıların
yetenekleri ve melekelerinin zayıflaması, sona doğru yaklaşılması, günahların
çokluğunun hesabının yaklaşması, yatağa düşüldüğü zaman çocukların bakmayacağı
endişesi, onların üzülmelerine, duygulanmalarına, endişelenmelerine, telaş ve
panik yapmalarına sebep olabileceği için, hata yapma ihtimalleri daha da
artabilecektir.
Kulaklarının az
duymasından dolayı çocukların veya gençlerin seslerini duyurabilmeleri için
daha yüksek sesle bağırmalarını yaşlılar azarlanma olarak
algılayabileceklerdir. Kulakları duymasa dahi gözleri görüyorsa, muhatabın
beden dilinin olumsuzluğunu rahatlıkla okuyabileceklerdir. Bu durum karşısında
aşağılandıkları, azarlandıkları, değersizleştirildikleri, eleştirildikleri, en
kötüsü de iteklendikleri hislerine kapılmaları kaçınılmaz alacaktır.
O HALDE NE
YAPMALIYIZ?
Öncelikle
bizlerin de yaşlanacağını asla unutmamalıyız. Kişinin ne ekerse onu biçeceği
mukadder olduğu için, yaşlılıkta kalbimizin kırılmamasını istiyorsak, asla
hiçbir yaşlının kalbini (sebep ne olursa olsun) kırmamalıyız.
Onlara karşı
olabildiğince kibar, nazik, nezaketli, tatlı dilli, güler yüzlü, tebessümlü ve
değer verici bir şekilde iletişim kurmalıyız.
Onların bize
anlamsız ve tutarsız gelen davranışları karşısında dahi, olağanüstü sabırlı,
sükunetli, iyi niyetli ve hakkıyla empati yaparak anlayışlı davranmamız
gerekmektedir.
Onlara
anlatılanları veya tarif edilenleri hemen anlayamayacakları varsayılarak,
sabırla tekrar tekrar anlatmalıyız. Zira onlar bizim üzüleceğimizi veya
kızacağımızı varsayarak anlamadan anladım diyebileceklerini asla unutmamalıyız.
Onların
yaşlanması, kulağının az duyması, hareketlerinin kısıtlı olması sebebiyle,
hassas ve duygusal olduklarını unutmadan, aynı bir bebek gibi duyarlı, hassas,
sabırlı, güleryüzlü, nezaketli, naif bir şekilde iletişim kurma zorunluluğumuz
olmalıdır.
Özellikle
hareket kabiliyetleri olmadığı zamanlarda, akli melekelerini kullanamadığı
zamanlarda, onların bir büyük ve deneyim küpü olduğu unutulmaları ve
herzamankinden daha fazla değer vererek, üzerlerine titrememiz gerekmektedir.
Özellikle bir koltuk ve divana oturtularak saatlerce iletişimi kesip yalnız
bırakmak, onları öteleştirmekten ve kendimize karşı kinleştirmekten başka bir
işe yaramaz.
Alacağımız her
türlü önemli kararlarımızda onların görüşüne de başvurarak, onların tecrübe ve
donanımlarından faydalanmalıyız. Bu davranış onlara değer verdiğimizi ve
ilgilendiğimizi göstereceği için büyükleri mutlu edecektir.
Onların yanında
asla ve asla karı-koca tartışması veya Allah korusun kavgası yapılmamalıdır.
(Esasında onların yanında değil, hiçbir yerde kavga yapılmamalıdır).
Onlara karşı
sevgi ve saygı sunumu açıktan, sürekli, dokunarak, samimi, istikrarlı ve
devamlı yapılmalıdır. Maddi ve manevi bir destek verdiği zaman önünde kırk
takla atıp, veremediği zaman surat asmak, onlara yapılabilecek en büyük
zulümdür.
Bakıma muhtaç
hale geldikleri zaman, sen bak ben bak, gibi tartışmalarla onlar pinpon topuna
döndürülmemelidir. Paranı kime yedirdiysen o baksın, bugüne kadar kim ile
ilgilendiysen yine o seninle ilgilensin gibi, güya haklı olduğumuzu
varsaydığımız uygulamalara asla yer verilmemelidir.
Her kardeşte 1
ay duracak diye, sırası gelen kardeşin özel durumu ve imkanları incelenmeden
ayın 30 unda kapısının önünde yaşlıyı bırakmak, onu sağ iken öldürmekle
eşdeğerdir.
Onların yaptığı
sözde kaprisler, olumsuz beden dilleri, ses yükseltmeleri, darılmaları,
hislenmeleri, duygusallaşmaları, konuşma hataları, döküp saçmaları, yanlış
uygulamaları, bizleri çileden çıkaracak sorunlar olmamalıdır. Aksine bu
yaşlılık ürünlerinden kendimize sayısız ders ve tecrübeler çıkarabilmeyi
alışkanlıklarımız içine sokmamız gerekmektedir.
Onların
akıllarına gelemeyecek ama mutlu olmalarını sağlayacak düşünce ve eylemleri
bizler uygulamaya koyarak, onları mutlu etmenin yollarını üretmemiz
gerekmektedir. Onlar bize yük oluruz varsayımı ile en sevdiği eylemleri dahi
istemekten çekinebilirler.
Bize hoş gelen
onlara boş ve anlamsız gelebilir. Bu konuda çok iyi empati yapmalı veya onlara
alternatifler sunarak kararlarını kolaylaştırmalıyız.
Onlara asla ve
asla; “sizlerin dönemi bitti”, “siz ne anlarsınız”, “devir değişti”, “artık
bizi dinlemelisiniz”, “sen anlamazsın” vb. gibi, bilgiçlik taslayan,
aşağılayan, küçük düşüren, adam yerine koymayan, değersizleştiren ve ukalalık
örneği olan yaklaşımları yapanlar, yaşlanınca başına gelen olumsuzluklardan
asal şikayet etme hakları olmayacaktır.
Seksen yaşını
geçtikleri anda bir sabi çocuk olacakları asla unutulmamalı, bir bebeğe nasıl
sabır ediliyorsa, onlara daha fazlasıyla sabır edilmelidir.
Onların yüzde
yüz kabul olacak olan dualarını samimiyetle, ihlasla ve duyarlılıkla alabilmek
için, aynı anda da yaratıcımızın rızasını hakkıyla kazanabilmek için,
karşılıksız olarak her türlü bilgi, donanım ve hünerimizi onlara saygı ve sevgi
ile sunmamızın bir evlatlık vazifesi olduğunu asla unutmamalıyız.
Aniden aramızdan
kayboluvereceğini hiçbir zaman unutmadan, keşke ve eyvahlara muhtaç olmadan zamanında
sorumluluk ve görevlerimizin bilincinde olarak gereklerin yapılmasını
sağlamalıyız. Zira onlar giderse bir daha bize şans vermek üzere geri dönme
imkanları yok…
Selam, sevgi ve
dualarımla… Allah’a (CC) emanet olunuz.
24 Nisan 2014.
Perşembe Saat: 9.00 ANTALYA
Yrd.Doç.Dr.
Süleyman COŞKUNER