İç sızılarının imbatlarına yağmur sokulsun gecelerde, dilinde bir türkü olsun feryat
El açma karşılığını bulmayan hüzünlere, kelimelerden kuleler yapmaktır aşkı yazmak
Sıkışan yüreğinin dalgalarına bir kuş resmini yapsın aşk, cemrelerle boş verir başak
Bulutların sırtına binerek dağlar aş, mendilsiz izlenmeyen bir oyundur aslında yaşamak
Lal olan sevdalı gövdeni ezdirme dosta düşmana, bir var, bir yokmuş masalıdır hayat.
Dağılmış bir geceden arta kalan anların telvelerinden bir kuş havalanır güne, umutsuz bir yankının elası düşerken gözlere. Hep bir başınalığımızın elim tanıklarıdır yaşananlar, kalburüstü bir mevsim geçişiyle iç geçirirken sevilere. Dimağımızdaki o özlem hareli yangınlar söner, avuçlarımızdaki yorgunluk içimizdeki şiirleri dişler ve her yaşama tutunuş zifiri bir heyecanın heybesinde gölgede uyumak ister.
Ne çok yorum oluruz yaşamın kendisine, içinde yaşanmışlıklar barındıran, dertlerimizi bir başka diyara kuşkanatlarıyla götüren. Ne çok hayat oluruz, bilmediğimiz birinin gönlünde, bir ıslık olup ıslanmak belki de dudağında, sevilmek bir iç çekişin kıyı kentlerinde. Dokunmak fısıltıyla hayata tekrar, savrulmak gülüşlerinin ahengiyle ve sokulmak yüreğinin derinliklerine ruhumdaki sevgiyle.
Dünlerin hiç bitmeyen mevsimlerine bağladığımız aşk çaputlarıyla bir sevinin yoluna koyuluruz, el kapılarına kul olmuş düşlerimizin imbatlarına kavgamızın ceketini asmak için. Durmaksızın dönen bu sevda gezegeninde ömürlerimiz kendi kabuğuna çekilen bir bahar yeli, biz dokunamadığımız anların yelelerine yapışan düş neferleriyizdir işte böyle.
Bütün anlamların yaşamla değiş tokuş edilen buluşmasında bir yangın öpüşüdür dudağımızı buran, iç sesimizi rüzgâra savuran. Kendi yürek davamızdır oysaki aşk, içsel sesimizin o anlamlı tınısıdır ve biz yaşam merdivenlerinden çocuklar gibi kayıp, kalburüstü bir zaman meyhanesinde o hengâmenin fermanını yudumlarız. Anlam saygıya durur, şiir sevi otağımızda bir meşale gibi yüzyıllara meydan okur.
Zamanın öte yakasından çoğalıp ırmaklara, oradan süzülerek ovalara, derinlerdeki tohumu besleyerek aydınlığa ulaşan bütün fışkınların hem kökünde, hem de başında inanılmaz bir sevgi vardır ve biz o sevgiye ulaşmak, o sevgiyi yaşamak ve o sevginin kollarında bir can, bir beden ve bir nefes olmak için kimi mutluluğun kapımızı çalmasını bekler, kimi çok uzak yolculuklara koyulur, kimi de o anları inadına yaşayarak sevdalı bir insan oluruz.
Her insanın hakkıdır aslında yaşamak. Çok istemek, hayatın içindeki gelgitlerle büyümek, yaşamın kökündeki özle beslenmek ve ruhumuzdan hayata dökülen o coşkun ırmakları aşkın yüreğine çevirmek hep bizim elimizdedir. Bunu yapabildiğimiz an başarılı, bunu başaramadığımız anlarda da insan olamamanın kırık dalıyla bir nehirde buluruz o hüzzam akışkanlığımızı.Çok olmak, çoğul olmak, düşünerek bir mutluluğun nehrinde yüzükoyun uzanmak. Bizi nereye götüreceği değil, o suların bizi hangi esintiyle mutlu edeceği, o yolculuktan alacağımız inanılmaz yolculuk, belki günler, belki aylar boyu sürecek o yaşanası anların bize hangi olgunluğu katacağı, hangi menzilde coşkuyla haykırtacağı bir bilinmez denklemdir.
Uğruna kapısında yattığımız anların kırık ışıltılarıyla döneriz ruhumuzu aşka, damakta tat bırakan yaşanmışlıkların girdaplarına sevdanın taşlarını atarken. Yolculuklara çıkmayı diler hep düşlerimiz kayıp bir anın sayfalarına yağmur damlarken. Karanlık düşünüşlerin hercailerine bir gölge düşer, biz ruhumuzun yangın vakitlerini damarlarımızda besler iken. Gölge yüzünü güneşe, aşk ruhunu ateşe ve biz yönümüzü sevdaya döneriz ve bir gün unutkan bir mevsimde avuçlarımızdaki yalnızlıkla birbirimize merhaba deriz.
Sen gidince buralardan yine dönecek altında cirit attığımız küre. Yine avuçlarımızdaki mevsim terlerini uzatacağız birilerine ve sıvayacağız gönlümüzdeki meçhul sevilere. Ölümsüz bir yakarının kırık nadaslarıyla mevsim türküleri olacak hayat benliğimizde, kırık düşler tarlalarından boy atacak belki de heyhat. Fakat ne olursa olsun, hangi oyun sahnede olursa olsun bitmeyecek adına umut dediğimiz feryat.
Selahattin Yetgin