Bir

Önce gümüşi toplar ateşlendi. Topların düştüğü yerden çığlıklar yükseldi kızıl göğe. Yerler ölülerin kanlarıyla doldu. Bir emir yükseldi ardından, devasa Ak Ordunun saldırmasını söyleyen. Saldırdılar. Ölüme yürüdüler. Ve kalanları tek tek, kılıçtan geçirdiler. Sağlıklıları, yaralıları ve hatta ölüleri bile. Savaş kazanılmıştı. Yerler irinle dolarken,  Ak Ordu ayrılmaya hazırlandı ve evine geri döndü…

İki

Drack, yattığı yerden gelen beklenmeyen bir tepki ile havaya fırladı.  Aslına bakılırsa bu yatakta çok uzun bir süre kaldı bile denilebilirdi. Üç gün. Üç gün dayanan bir yatak bu bölgede zor bulunurdu. 

Drack düştüğü yerden, eliyle yerden destek alarak kalktı. Üzerindeki ince, koruyucu üniformayı üzerinden sıyırdı. Üniforma derisine yapışmıştı ve çıkartırken derisinin bazı yerleri tahriş olmuştu. Acıyla inledi. Daha sonra yattığı yerin kenarındaki kırmızı ve topak halindeki çantayı aldı. Çantanın içinden tıpkı üzerinden sıyırdığı gibi bir üniforma daha çıkarttı. Üniformayı üzerine giydiğinde tahriş olan bölgelerin acısı geçti ve Drack rahatladı.

Çantadan bir kemer çıkarttı. Kemeri beline taktı ve ardından kemerin üzerine işlenmiş gözeneklerin birine ince, gümüş rengi ve oldukça keskin bir kılıç taktı. Bu düşmanlarının fark etmeyeceği kadar hızlı, tehlikeli ve kullanışlı bir kılıçtı. Ardından kemerdeki daha geniş gözeneklerden birine çantanın içinden çıkarttığı ve normal şartlarda çantaya sığmaması gerekecek kadar büyük bir kılıç taktı. Uzun kılıç çok güçlü bir silahtı.

Çanta, içinde bulunması mantıklı olmayacak kadar çok şeye sahipti. Drack çantadan bir matara çıkarttı. Saydam mataranın içindeki gri sıvı bedenine anlık bir enerji getirdi. Sıvının içinde su, protein ve karbonhidrat bulunuyordu. Tüm gün duyacağı yiyecek ihtiyacı bir anda karşılanmış oldu.

Drack çantayı bir hareketle kilitledi ve sırtına takıp dışarı çıktı. Önünde bu sabahki içtima için bekleyen Ak Ordu çıktı. Her biri Drack’ın girişi ile heyecanlandı ve mümkün olduğunca hızlı bir şekilde hizaya girdiler.  Her sabah olduğu gibi bu sabahta hızla sayım yapıldı ve bir gün önceki savaşın kayıpları tespit edildi. Sonunda her şey tamamlandığında Drack askerlere konuşma yapmak üzere öne çıktı.

“Dün gece, Beyin Birliğinden sinirler aracılığıyla bir tebrik haberi geldi. Birlik, her birinizi tek tek kutluyor ve zaferin ödüllendirileceğinden haberdar olmanızı istiyor.  Savaşın sonuna yaklaştığımızı bilmeniz gerektiğini düşünüyorum. Her gün ayrı bir ordumuzdan gelen zafer haberleri sadece beni değil, herkesi memnun ediyor diye düşünmekteyim. Beyin Birliği de böyle düşünüyor. Büyük galibiyete çok yakınız. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi büyük zaferler kolayca gelmiyor. Zafer yakın ancak arada tek bir engel var. Üzülerek söylemek istiyorum ki, beyinle bağlantılı olan alyuvar hücrelerinin yolu büyük bir virüs ordusu tarafından sarılmış durumda. Beyin beslenme konusunda çok güçlük çekiyor. Bana zafer teşekkürünü getiren hücre yolda defalarca saldırıya uğradığını söyledi.

 Tümör yok olmak üzere ancak kalanın etkin olduğu noktalardan biri de söylediğim gibi beyne bağlı alyuvar hücreleri birliği. Bu gün hepinizden hazırlanmanızı bekliyorum. Yarın bu büyük virüs ordusunu yok etmek üzere köprücüğe doğru yola koyulacağız. Eğer zafer gelirse kanser yok edilmiş olacak. Mağlup olma seçeneğini gündeme getirmek istemiyorum bile. Yaşasın Büyük Akyuvar Ordusu!”

Üç

Ordu hazırdı. Köprücüğe ulaşmış ve inanılmaz büyüklükteki düşman ordusunu görmüştü. Askerlerin umudu kırılmış da olsa, Drack’ın sürekli olarak verdiği vaazlar onları zinde tutuyordu.

Savaş başlamak üzereydi. Arada bir serseri virüs ordusunun içinden küfür haykırışları geliyordu ve onlar bunu yaparken Drack’a da ordusunu sakinleştirme görevi düşüyordu. Sonunda iki ordu da sabırsızlanmıştı. Bunun üzerine Drack ordunun başına yürüdü. Kılıcını havaya kaldırdı ve boğazının ona verdiği tüm güçle bağırdı:

“Zafeeeer!”

Drack koştu. Karşısına çıkan ilk virüs, sarıydı. Yüzünün her bir yanı yanıkla doluydu, çirkinliği Drack’ın midesini bulandırmıştı. Drack ondan nefret ediyordu. Kılıcını karnına sapladı ve virüsün içinden gelen iğrenç bir koku ona olan nefretini kat kat arttırdı. Ve yeni rakibinin üzerine yürüdü. 

Kırmızılar kuşanmış bir alyuvar hücresiydi bu. Lanet olasıcalardı bunlar! Hangi yaratık vücuda ihanet eder ve onu ölüme sürüklemek isterdi ki? Kılıcını alyuvarın beynine doğru savurdu. Alyuvar boş değildi. O da kılıcıyla karşılık verdi. Kötülüğünün ona getirdiği iğrenç kokusuyla Drack’ın burnunun direğini sızlattı. Drack onun karnını da ince kılıcını saplayarak patlattı. O da yere düştü.

Sonra Drack onu gördü. Kaçmaya çalışan, bir akyuvar hücresi. Savaş galibiyete sürükleniyordu. Ve bu akyuvar hücresi kaçıyordu, öyle mi? Drack koştu. Hücre koştukça o daha hızlı koştu ve onu karanlık bir kemik arasına kadar takip etti. Onu yakaladığında akyuvar hücresi onu bekliyordu. Bu Drack’ın beklediği bir yüz değildi.

Dört

“Kardeşim,” dedi akyuvar hücresi ona. Sırıtıyordu.

“Sen!” diye şaşkınlığını ifade etti Drack. Karşısındaki yüz bir zamanlar kendisiyle birlikte orduyu yöneten kardeşi Markur’du. Onu tam üç yıldır görmemişti. Kanser çıktığından beri… 

Kardeşi eskiden ordunun en önde geleniydi. Beyin Birliğini zaferlerle coştururdu ve ailenin gururuydu. Sonra sorgulamıştı. Neden savaştığını. Ve kötülük tüm bedenini ele geçirdiğinde, karanlığa sürüklenmişti. Virüsleri ve bakterileri delirmeye yüz tutmuş hücrelerde birleştirip Kanser adı verilen isyanı başlatmıştı. 

“Seni yanıma almak için geldim kardeşim,” dedi Markur.

“Sana katılmayacağım. Ben bu vücuda hizmet ediyorum. Geri gelmemeliydin. Yapmam gerekeni yapacağım. Seni de isyanı da sona erdireceğim.”

“Beni dinleyeceksin,” dedi kardeşine Markur.  “Neden bu vücuda hizmet ediyorsun. Neden alyuvar hücrelerini koruyorsun. Neden hayatı boyunca bu saçma ve kötülükle yoğurulmuş vücudu yaşatmak üzere doğup, ölen hücreleri koruyorsun. Hepimiz özgür olmalıydık kardeşim. Ben oldum da. Ama seni öldürmeyeceğim. Bana katılmalısın. Eğer bana katılırsan, özgür olacağız. Ve eğer bana katılırsan birlikte ölene kadar yaşayabileceğiz. Ben ya senle öleceğim, ya da senin elinden. Asla boyun eğmeyeceğim. Hak etmeyenleri koruma. Ya da beni öldür.”

Drack düşündü. Karşısındaki kardeşiydi ve düşünülürse ağzından artık boş zehirler çıkmıyordu. Yeniden düşündü ve yapması gerekeni yaptı.

Geri döndüğünde ise ordusuna savaşmayı bırakıp,  vücudu yağma etmelerini emretti. Yanında da kardeşi vardı.

Beş

Doktor’un yüzü elindeki kağıdın üzerindeki verileri okuyunca buruştu. Morali bozulmuştu. Yere düşen yüzünü ağırca kaldırdı ve karşısındaki adama döndü. 

“Üzülerek söylüyorum ki, kanser ilerledi. Maalesef. Yapabileceğimiz hiçbir şey kalmadı.”. 

( Kanserin Karanlık Tarafı başlıklı yazı Acmert tarafından 2.07.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu