gışın gece gezmelerinde;
yüzzük oynanırdı
bez, peşkir, çaput altında
yüzzük, düğme, deve boncuğu ya da para,
yüz devesi[1] olan taraf kazanırdı.
deve çobanlığı çocuklara
büyüklerinden
en büyük armağandı.
diğer tarafta, biraz büyük olanlar
karşılıklı bilmeceler sorarlar
“-yapan satar,
alan kullanmaz
kullanan görmez”°
"-mel mel ayaklı,
meldir kulaklı
külpeşen donlu
gümüş ayaklı"°°
misafir kadın utana sıkıla
İstanbul Türkçesi ile;
"-gelen leylek
giden leylek
tek ayağının üstünde
duran leylek"°°°
"-yapılmadık duvar üstünde
anasından doğmadık çocuk oturur"°°°°
gömüden[2] -balamıt[3] çıkarılırdı,
ya olduğu gibi,
ekmek arasında
yanı başına bi tas su almayı unutma
yahut haşlanırdı
sobanın ütünde
tencerede
kesdeneden datlıydı”
veyahut da közlenirdi,
emme dıkgaklamak,
çentiklemek gerekti
değilise valla fıldırar geder,
zobanın üsdünden
nere ğeddiği belli deği(l)
Allah mafaza, gözünüze, başınıza
Olmadık bi yannınıza geli(r)di”
“-len gardaşım;
“falannar bayramda ilokum da(ğı)tcamış” dedilerde
böyük-güçcüg akışdık getdik
kesdeneyi, şekeri filen bilen mi varıdı
nohut, mekke neyine yetmedi
“daklı” dedin miydi bekmez,
her bi şeye
çaya, havlaya, aşır’a[4]
çalardık gaşşığı bulgur aşına
toptasda ayranım da varısa
değme keyfime”
“-çentikle endekini
Allah mafaza çoluk çocuğun gözüne geli
nem(el)inazım,
çentivi(er)
elinde mi galcak ay gızım”
mekke patlatması,
guru üzüm
nohut kavurgası
ıslak nohuttan pollunpos[5]
"tek mi- çift mi" oynanırdı
ikiye ayrılan ahali –yüzzük- saklardı
dığan dibini kazımak için illa da fosfos.
“düğününde kar yağar” derlerdi
dığan dibini sıyırana,
amma fosfosun en güzel yeri
dığanın dibiydi[6] işin aslında
ne yalan sö(y)leyen hinci
“- olur, gar yağar, yağmır yağar
ben alayın da havas olduğum gelini
nayeti gışın ardı bahar
ele bırakaman fosfos[7] dibini”
“-düğününde oynarım,
su çekerim,
ekmeğ ederim”
diye eklerlerdi
iş yaptıracakları çocuklara
elden gelen esirgenmezdi
şimdiden bazı meseleleri
halletmiş olmak adına
“o ğün gelsinde
kim öle, kim gala”
“adamayla mal tükenmez”di
nasıl olsa
biri şimdiden her şeyi hallettiği
düğün telaşında
(hulyalarında)
öteki senetsiz kefilsiz
üstelik en az on yıl ödemesiz
nasıl olsa birileri
tarafından ödenecek borç altında
karda iz avına çıkanların
gözlerine sürme
yağlı dığan karası
ilk av dağıtılırdı,
köz konulup toptasdaki
“topalak” içine
konu-komşu duası alınırdı
bereket gelsin diye..
“hey anam heeyy
ne güzel şey”
tüfek tutukluk[8] yaparsa
yeniyetme bir kızın ayakları arasında
av nasibi açılsın diye avsınlanırdı[9]
tavşan eti bulgurla (yoğrularak)
topalak yapılırdı
tavşan ayağıyla süpür soba altını
ve karagöz kekliğin kan kırmızısı dıggağı[10]
“keklik gibi kanadımı süzmedim·
murat alıp doya doya gezmedim
bu kara yazıyı kendim yazmadım
alnıma yazılmış bu kara yazı
kader böyleyimiş ağlarım bazı
gönül ey, sebebibim aman
geceleri uyku girmez gözüme
zalım yastık diken oldu yüzüme
uyma dedim uydun eller sözüne
alnıma yazılmış bu kara yazı
kader böyleyimiş ağlarım bazı
gönül ey, sebebibim aman”
Komşu
[1] deve. Kazanılan puanın karşılığı, ya da puan
° tabut
°° kedi
°°° kapı
°°°° hoyuk, korkuluk
[2] gömü: yere/toprağa gömülen şey
[3] balamıt: palamut
[4] aşır / aşır aşı : aşüre
[5] pollunpos: önceden ıslatılmış nohut soba üstünde pişirilirken pooss! sesi çıkarır
[6] dığan dibi: özellikle fosfosta tancerenin tabanında oluşan daha katı, toryulu kısım, kazmık, çocuklar çok severdi
[7] fos-fos: un çorbası pişmesine yakın fos sesli kabarcıklar çıkarır
[8] tutukluk: avda ateş almamak, patlamamak ya da isabetsizlik
[9] avsın/afsın: tılsım, efsun, büyü ancak burada kasıt iyi güzel hoş anlamıyla kastedilmektedir, asla birine zarar vermek değil bilakis kötülüklerden korunmak, kötü amaçlı güyü ya da nazarı def atmek anlamındadır
[10] tıkmak: didgak/dıdkak/dikkak: gaga
· Erzincan-Salih Dündar-Muzaffer Sarısözen