Elleri lacivert pantolonunun ceplerindeydi. Kahverengi uzun kesim paltosunun arka kısmı bir kuyruk gibi sallanıyordu. İnsanlar değişik biçimlerde yürürler. Kimi yürürken tam ileri bakar, kimi gökyüzüne, kimisi de yere. Faruk yere bakarak yürüyen insanlardandı. Ellerini genellikle pantolonunun cebine koyardı. Üzerinde ceket ya da paltosu varsa ellerinin arkasında kalırdı. Yürürken yere baktığından muhakkak suretle kamburu çıkardı. İnsanların gündelik yaşantılarındaki hal ve hareketleri insanın kişiliği hakkında bilgi verir. Yürüme biçimi de bu kapsamda değerlendirilebilirdi elbette. Bu durumda Faruk karamsar insanlar kategorisinde değerlendirilmesi hiçte sürpriz olmazdı. Ama bu, yanlış bir sınıflandırma olurdu. Zira Faruk hiçte karamsar bir insan değildi. Yalnızca umursamazdı o kadar.

Faruk yirmi yedi yaşındaydı. Uzun boyluydu ve siyah dalgalı saçları vardı. Vücudu oldukça biçimli, gözleri açık kahverengi idi. Annesi Faruk’u film aktörlerine benzetirdi. Her anne için çocuğu muhakkak suretle güzel ya da yakışıklıdır. Ama Faruk’un annesi Nimet Hanım bu benzetmesinde gerçektende haksız değildi. Faruk, ilk çocukluk yıllarında da, ilkokul yıllarında da, lise ve üniversite yıllarında da umursamazdı. Askerliğini de aynı umursamazlık çerçevesinde geçirdi. Bir demir ustası olan babası Faruk’un bu tavrından hiç hoşlanmazdı ama bu durumu hiç değiştiremedi. Babasının oğlu Faruk’a vermediği ceza kalmamıştı ve babası sonunda;’’ Can çıkar huy çıkmaz.’’ diyerek pes etmişti. Faruk’un kendisinden iki yaş küçük kardeşi Fikret ise Faruk’un tam tersi karakterde bir insandı ve üzerine vazife olmayan şeyleri bile kendine vazife sayardı. Faruk ve Fikret gece ve gündüz gibiydiler. Bu yüzden hiç ama hiç anlaşamazlardı. Fikret Faruk’un aksine kısa boylu ve oldukça kiloluydu. Ağabeyinin yanında söyleyemese de ağabeyine ‘’Avarel’’ lakabını takmıştı. Muhakkak suretle ağabeyi Faruk bunu duyduğunda her zaman ki gibi tepki vermez, güler geçerdi ama ne de olsa ağabeyiydi. Babası hem Faruk’a hem de Fikret’e aile terbiyesi hususunda özen göstermişti. Fikret askerden yeni gelmişti ve iş arıyordu. Faruk’sa Fikret’e göre her zamanki gibi şanslıydı. Askerden gelir gelmez bir mimarlık şirketinde işe başlamıştı. Üstelik çok iyi para kazanmış ve ailesinden ayrı yaşamaya başlamıştı. Bu tam da Fikret’in hayallerindeki yaşam tarzı olmasına rağmen bu hayaline hiçbir şeyi umursamayan ağabeyi Faruk ulaşmıştı. Bu Fikret’i deli ediyordu. Fikret püf noktasının umursamazlık olduğunu düşünüp ağabeyini taklit etmeye başlamışsa da bunu başaramamıştı.

İyi gelir getiren bir işe sahip olmasına, ailesinin ve arkadaşlarının ısrarına rağmen Faruk kendisine bir otomobil almamıştı. Otomobilin kendisi için bir lüx olacağına inanıyordu. Bunun da ötesinde otomobil kendisini Çok sevdiği sokak ve caddelerden ayıracak olan bir hapishane gibi geliyordu kendisine. Ehliyeti vardı, üniversite yıllarında babasının zoruyla almıştı ama otomobiller hiçbir zaman ilgisini cezp etmemişti. Faruk her zaman ki gibi işten erken ayrılmış evine dönüyordu. Akşam için herhangi bir planı yoktu. Plansız yaşamayı severdi. Hayatı akışına bırakmak bir hayat felsefesiydi Faruk için. Ne de olsa su akar yolunu bulur diye düşünüyordu. Bu yaşam felsefesi üniversite yaşamında da işine yaramıştı. Zeki olduğunu düşünmezdi ama mimarlık fakültesini birincilikle bitirmişti. Mimarlığın hayal gücüne ve yaratıcılığa dayandığına inanırdı. Elleri lacivert kumaş pantolonunun cebinde uzun siyah ayakkabılarına baka baka yürürken telefonu çaldı. Paltosunun cebinden cep telefonunu çıkardı. Arayan üniversiteden arkadaşı Semra idi.

- Efendim
- Merhaba Faruk ben Semra. Nasılsın, ne yapıyorsun?
- İşten çıktım eve gidiyordum. Sen nasılsın?
- Bildiğin gibi işte. Koşturup duruyorum. İşin var mı bu akşam?
- Hayır yok, bir planınız varsa uyabilirim.
- Tamam arkadaşlarla beraber akşam sizdeyiz o zaman.
- Elbette, beklerim akşam.
- Görüşürüz.
- Görüşürüz.

Faruk telefonunu paltosunun cebine koydu ve yürümeye devam etti. Semra orta boylu, ince yapılı, sarışın, alımlı ve hoş bir bayandı. Faruk’la aynı fakülte de okumuşlardı. Çok iyi anlaşmışlar ve arkadaş olmuşlardı. Faruk ve Semra’nın sevgili olduklarını sanırdı onları uzaktan gören. Sevgili değillerdi, yalnızca arkadaşlardı. Aralarındaki arkadaşlık ilişkisi erkek ve kadın arasında nadir görülen ilişkilerdendi. Sanki kardeş gibiydiler. Hatta Fikret ve Faruk düşünüldüğünde kardeşten de öte oldukları söylenebilirdi. Faruk hiçbir zaman çapkın ya da hovarda olarak tabir edilen kimselerden olmadı. Ergenlik dönemi hariç hiçbir kadına erkeksi duygularla yaklaşmadı. İhtiras ve tutkularını her zaman dizginlemeyi bildi. Erkek ve kadın arkadaşları da bunun her zaman farkında oldular. Semra’da daha Faruk’la ilk tanışmasından itibaren Faruk’un bu kişilik özelliğini kadınsı bir içgüdü ile anlamıştı. Bu yüzden Faruk’u diğer arkadaşlarından ayrı bir yerde tutmuştu öyle ki hiçbir kız arkadaşıyla Faruk kadar samimi olmamıştı. Bu durum görenleri şaşırtsa da aynen öyleydi. Faruk elleri ceplerinde evine doğru ilerlerken kalabalığı, ikindi güneşini ve kenti düşünüyordu.
( Umursamaz (Bölüm-1) başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 3.11.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu