İlkokula ilk gittiğim günü anımsıyorum. Siyah önlüğüm, beyaz yakalığım, mavi kadife pantolonum, beyaz spor ayakkabılarım, küçük beslenme çantam, omuzlarıma taktığım sırt çantam ve üç numara traşlı başım ile tam bir öğrenci olmuştum. Heyecanlıydım ve korkuyordum. İnsan ömründe çeşitli safhalar vardır. Bu safhaları yaşamanız gerekir. O senenin yazında benden üç yaş küçük kardeşimle birlikte sünnet düğünümüz yapılmış, yazın camiye Kuran öğrenmek için gitmiş ve sonunda ilkokula da başlamıştım.


Okula dedemle birlikte gittim. Okul evimize (ki yirmi dört sene ikamet edeceğim) yani dedemin evine bir-bir buçuk kilometre uzaklıktaydı. Yol boyunca dedeme sorular sorup durdum. Dedem mantıklı olanları cevaplamaya çalıştı. Dedemin elinden tutuyordum, dedem de bir eliyle sigara içmeye çalıyordu. Okul kapısından içeri girdik. Ben o ana kadar hayatımda böylesi kalabalık, gürültü ve kaos görmemiştim. Siyah önlüklü çocuklar oradan oraya koşuyor, hopluyor ve zıplıyordu. Kalabalık ve gürültü heyecanımı daha da arttırmıştı. Dedemle birlikte bir öğretmenin yanına gittik. Öğretmenin başımı okşadığını hatırlıyorum. Sonra dedemin öğretmenle bir şeyler konuştuğunu. Ben etrafa bakıyordum. Dedem öğretmenle el sıkışıp gittiğinde bende dedemden ayrılacağımı anlamıştım. Sınıfın arka sıralarından birisine oturdum. Sınıf gözüme ne kadar da devasa görünmüştü. Koca koca sıralar, yemyeşil ve devasa bir tahta. Sınıftaki gürültü dinecek gibi değildi. Sonrası silikleşmiş olsa da zihnimde, ön sıralardan bir kızın ağladığını hatırlıyorum. Diğerleri de o kıza elleriyle gösterip “Tuvaletini yapmış, tuvaletini yapmış!” diye bağırıyorlardı. Sonra öğretmen elinden tutup dışarı çıkardı kızı. Okul hademesi gelip sınıfı temizledi. Sınıftaki kaos beni rahatsız ediyordu. Sonrası yine silikleşmiş, kaybolmuş zihnimde.


Okul bahçesindeyim, zil çalmış, teneffüs olmuş. Her yerde çocuklar siyah önlükleriyle oyunlar oynuyorlar. Kimisi kovalamaca oynuyor, kimisi ip atlıyor. Sanki okul bahçesinde büyük bir düğün varmış gibiydi. Ben yalnız bir çocuktum. Kimseyi de tanımıyordum. Mahallede de pek arkadaşım olmadı. Naif bir çocuk olduğumdan mı, ebeveynlerimin olmamasından mı bilemiyorum; İnsanlar bana acıyarak bakarlardı. Bende okul bahçesindeki bu eğlenceli görüntüyü biraz izledikten sonra okul bahçesindeki devasa akasya ağacının altında oynamaya başladım. O yıllarda okulun bahçesinde devasa akasya ağaçları, çam ağaçları vardı. Sonra hepsini kesip beton döktüler. Çok üzülmüştüm. Biz neden ağaç sevmiyoruz Allah aşkına? Toprağı kazıp içine çakıl taşları koyuyordum. Oyuna dalmışım, zil çalmış, haberim olmamış. Arkamı bir döndün okul bahçesi boşalmış, in cin top oynuyor. İçimi keskin bir korku kapladı. Koşa koşa okulun ön kapısına gittim. Sanırım beşinci sınıftan iki büyük çocuk ızbandut gibi kapının iki yanında dikiliyordu. Kollarında kırmızı üzerine beyaz yazılı kollukları vardı. Korkum daha da arttı ve içeriye giremedim. Şimdi bunun nedenini anlatmak güç ama cesaret edemedim. Sonra ağlaya ağlaya evin yolunu tuttum. Çantam, beslenme çantam okulda kalmıştı. Dedemlerin evi bahçeliydi. Bahçe kapısından içeri girip bahçeyi geçtim ve eve ulaştım. Rahmetli babaannem beni görünce şaşırdı.


-          Ne arıyorsun sen burada? Diye sordu.


Babaannem uyanık bir kadındı. İlkokulu bile bitirmemişti ama her şeyi sezinler, anlardı. Annesiz ve babasız olduğum içinse üzerime titrerdi rahmetli. Benim korkum daha da katlanmıştı. Babaanneme okuldan kaçtım geldim diyemezdim ya. Bir yalan söylemek geldi içimden ve;


-          Öğretmen beni okuldan kovdu. deyiverdim.


Ama başıma gelecekleri bilseydim kuşkusuz bu yalanı söylemezdim. Rahmetli babaannem bunu duyunca sinirlendi. Derhal dedeme seslendi;


-          El kadar çocuğu okuldan kovmakta neyin nesiymiş? Git şu çocuğu okula götür. Ne diye okuldan kovmuş çocuğu bir yol sor öğretmene! dedi dedeme.


Dedem sessiz bir adamdı ama anlıyordum ki dedem de sinirlenmişti. Elimden tuttu ve tekrar okulun yolunu tuttuk. Heyecandan ve korkudan ellerim buz kesmişti.


Okul kapısından dedemle birlikte içeri girdik. Okuldaki o koşuşturmacalar, gürültü ve kaos devam ediyordu. Dedem beni bıraktığı sınıfa değil, direk okul müdürünün odasına gitti. Beraber müdürün yanına girdik. O arada ne oldu hatırlamıyorum. Hatırladığım müdür öğretmeni çağırttı. Öğretmen beni ve dedemi görünce;


-          Hayırdır, bir şey mi oldu diye sordu.


Ben elbette bir şey demedim diyecek de yüzüm yoktu zaten yalanım ortaya çıkmak üzereydi.  Öğretmen beni sınıfa gönderdi. Sonra müdürün odasında ne konuştular bilemiyorum. Ama yüreğim güm güm atıyordu. Sınıfın kapısına bakıyordum. Dedemin gelmesini bekliyordum. Bir süre sonra öğretmen geldi, sanki hiçbir şey olmamış gibi davrandı. Ama benim aklım fikrim öğretmendeydi. Ne yapacaktı diye merak ediyordum. Acaba kızacak mıydı bana? Cezalandıracak mıydı? Dövecek miydi yoksa? Tüm bu soruların içinde zaman geçmez olmuştu. Derken zil çaldı. Zil çaldı derken merkezi sistem zil sistemi filan yoktu o zamanlar. Bu Hababam Sınıfı Filminde Adile Naşit’in elinde salladığı gibi bir zili nöbetçi öğrenci çalarak koşuyordu koridorda. Sınıftaki diğer çocuklar koşa koşa sınıftan çıktılar. Ben hareket edemiyordum. Kilitlenip kalmıştım. Öğretmen dışarı çıkmamıştı. Bana baktı ama ben hemen başımı çevirdim. Zira öğretmene bakamıyordum. Öğretmen beni yanına çağırdı;


-          Ben seni okuldan mı kovdum? Diye sordu.


Ben kendimi tutamadım ve ağlamaya başladım. Acıdan değil, korkudan ağlıyordum. Öğretmen hiç bir şey demedi, yalnızca;


-          Haydi çık dışarı, arkadaşlarınla oyna. Ama zil çaldığında geri sınıfa gel! Dedi.


        Azat olmuş gibiydim. Koşa koşa sınıftan dışarı çıktım. Hiç konuşmadım. Elbette sonrasını hatırlamıyorum. Bu öğretmen benim sınıf öğretmenim olmadı rahmetli. Ama kendisinden her zaman çekindim. Koridorda göz göze gelmemek için her zaman kaçtım. Sonraları oğluyla fakültede sınıf arkadaşı olduk, hatta evine de misafir oldum ama her zaman utandım ilk öğretmenimden. Hatta daha sonraları lise çağlarımda yine kötü bir tesadüf eseri bu öğretmenimle kötü bir anı yaşadım. (Onu da başka bir yazı da anlatırım)

 

            Dedem müdürle ve öğretmenle ne konuşmuştu. Müdür ne demişti, öğretmen ne cevap vermişti bilmiyorum. Ama hep üzüldüm ben yaşanan bu olaya. Ne zaman bir ilkokul kapısı görsem ya da ilkokul öğrencileri ile karşılaşsam bu hoş olmayan olay gelir aklıma. Bir de travma oluşturdu bende. Tanımadığım bir binadan içeri zorunda olmadıkça ve bazen zorunlu olsam da giremem. Hele bir de kapısında nöbetçi, güvenlik ya da görevli varsa hiç giremem. Hatta böyle bir binanın önünden bile geçmek bana rahatsızlık verir. O kadar yer gezdim, üniversitedeyken bile kendi fakültemden başkasına gitmedim, gidemedim…

( İlkokul Anısı başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 31.08.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu