Adem güne en taze haliyle başlamanın
sevincini yaşıyordu. Çoğu zaman olduğu
gibi yorgun uyanmamıştı, o kötü his uyanır uyanmaz tüm göğüs bölgesini
kaplamamıştı. Hatırlamıyordu ama kendini iyi hissettiren bir rüya bile
görmüştü. Eğer bu sabah hisleri bir renk olsaydı kuşkusuz en sevdiği renk olan
açık mavi olurdu. Bu berraklık, bu dinginlik ve bu huzur kolay kolay sahip
olamadığı bir şeydi. O yüzden bu hissin bozulmaması için bu his üzerine ya da
başka bir husus üzerine düşünmek istemiyordu.
Enerjik bir ruh hali ile banyoya
gitti. Elini yüzünü yıkadıktan sonra aynada kendine şöyle alıcı gözüyle bir
baktı. Sakal tıraşı olmalı mıydı? Bugün de olmayıversindi sanki ne olacaktı ki?
Saçlarını ıslatıp geriye doğru iyice taradı. Sonra aynada kendi kendine gülümseyip
bir öpücük attı. Ardından mutfağa gitti ve cep telefonundan kendine neşeli bir
şarkı açtı. Sezen Aksu şarkılarına bayılırdı. Tercihi de “Rakkas” şarkısı olmuştu
elbette. Oynaya oynaya çay suyunu koydu ardından yumurta pişirme makinesine bir
yumurtanın tepesine bir delik açıp yerleştirdi. Yumurtayı rafadan severdi.
Kayısı kıvamının bir tık altı. O adar pişmesi için yeter miktarda su ekleyip
makineyi çalıştırdı. Ardından mutfak masasına kahvaltı tabağı, çatal ve su
bardağı koydu. Buzdolabını açıp kahvaltılıkları çıkardı. Normalde geç uyanır ekmek
arası reçel, çikolata sürüp ısıra ısıra işe giderdi sakal tıraşı olduktan
sonra. Ama bugün kendini çok iyi hissediyordu.
Kahvaltı masasını hazırladıktan sonra balkona çıktı. Temiz havayı
ciğerlerine çekti. Gökyüzünde yeni doğan güneşin ışıkları bulutlarda adeta dans
ediyordu. Kuşlar uçuyor ve ötüşüyordu. Sabahları en sevdiği kuş sesi kumruların
sesiydi. Balkonunun karşısındaki iki katlı evin üzerindeki elektrik direğine
bir kumru kuşu konmuştu. Kumru kuşu ile birbirlerine bakıştılar. Ne kadar da
güzel bir gündü böyle.
Kahvaltısını ettikten sonra yine
aynı neşeli ve enerjik ruh haliyle kıyafetlerini giydi. Ayna şöyle bir kendini
süzdü. Evet, kilo vermesi gerekiyordu. Göbek gömleğinin içinden fırlamış görünüyordu.
Ama takılmadı. Kilo vermesi gerekiyorsa kilo verecekti o kadar. Evden dışarı
çıkıp arabasının yanına gitti. Arabanın otomatik kilidini açtıktan sonra sol ön
lastiğinin iniş olduğunu gördü. Bu lastiği benzin istasyonunda üçüncü kez
şişirmiş ama her defasında havası inmişti. Görünüşte bir delik ya da kaçak
yoktu ama lastik iniyordu. Bundan sonrasını lastikçi çözer diye geçirdi
aklından. Ama lastiğin mevcut havası idare ederdi. Şimdi işe gitmedi
gerekiyordu. Arabasını çalıştırdı ve biraz bekledi. Zira arabası dizel turbo
motor olduğu için çalıştırır çalıştırmaz hareket ettirmemesi gerekiyordu. Yani
böyle gerektiğini internette izlediği videolarda motor ustaları söylüyordu.
Aksi halde motordaki yağlanma tamamlanmadığından motor zarar görebilirmiş ve
motor masraf çıkarabilirmiş. Ekonomik bütçesinin masraflara dayanacak gücünün olmadığının
farkındaydı. O yüzden dikkat etmesi gerekliydi.
Otomobil bir müddet çalıştıktan
sonra sinyalini verdi tam hareket edecekti ki sol tarafına bir okul servisi dörtlülerini
yakarak durdu. Muhtemelen karşıdaki apartmandan gelecek olan bir öğrenci için
durmuştu. Ancak okul servisi öyle bir yere durmuştu ki Adem’in otomobilinin
yola çıkacak pozisyonu kalmamıştı. Halbuki Adem sinyalini de vermişti. Neyse diye
geçirdi Adem içinden. Biraz daha bekleyelim ne olur ki sanki? Sonuçta okul
servisi çocukları okula taşıyordu ve beklemeye başladı. Ama okul servisi
yerinden kıpırdamıyordu. Okul servisinin içi çocuk doluydu. Şoför cep telefona
bakıyordu. Okul servisinde bir de yaşlı teyze vardı. Muhtemelen servis şoförünün
annesi ya da başka bir akrabası diye düşündü Adem. Zira okul servislerinde
hostes çalıştırma zorunluluğu vardı kanunen. Kanun çıkınca servis şoförleri de
ayrıca hostes ücreti ödememek için evde oturan anneleri, eşleri ya da
akrabalarını hostes olarak servislerinde bulunduruyorlardı. Bir sabah bir de
öğleden sonra ne olacaktı sanki? Ancak zaman geçiyor ve beklenen çocuk
gelmiyordu. Sonunda servis şoförü de başını telefondan kaldırıp apartmana
bakarak minibüsün kornasını çaldı birkaç kez. Neredeyse on dakika geçmişti.
Adem servis şoförüyle göz göze gelmeye çalışıyordu. Göz göze gelseler kibarca
yol isteyecek ve işine gidecekti. Ama servis şoförünün ona bakmaya hiç niyeti yok
gibi görünüyordu. Halbuki bir iki metre geri çekse servisi Adem’in otomobili
yola çıkabilirdi. Sonunda Adem hafifçe kornaya dokundu ve servis şoförünün
kendisini görmesini sağladı. Sonra el hareketleriyle biraz geri çıkmasını, otomobilinin
yola çıkacağını belirtti. Ancak servis şoförü oralı olmadı. Adem tekrar işaret
edince servis şoförü;
“Beklesene gardaş! Öğrenci alıyoz görmüyon
mu?” diye bağırdı.
Adem öfkelenmişti. Ama kavga etmeye
niyeti yoktu. Eliyle tekrar işaret yaptı çıkmak için ama yine bir işe yaramadı.
Tam Adem otomobilinin camını açıyordu ki karşı apartmandan okul forması ve çantasıyla
bir çocuk çıktı ve servise doğru yürüyüp servise bindi. Adem otomobilinin camını
açmıştı ama çocuk okul servisine binince okul servisi hareket etti. Otomobilin
camını açmasaydı servis şoförünün söylediklerini duymayacaktı belki ama açtığı
için duydu. Servis şoförü hakaret ede ede gidiyordu;
“Ulan ne hıyarlar var şu trafikte
ya! Puşta bak! Çocuk alıyoz görüyorsun işte bir de korna çalıyor! Sen o kornayı
al da anana götür! Teres!”
Adem durduk yere hem “hıyar”, hem “puşt”
hem de “teres” olmuştu. Üstelik annesine de hakaret edilmişti. Şimdi bu servis
şoförünü durdurup kavga etmek vardı ama servisin içinde çocuklar vardı, işe geç
kalmıştı ve bugün morali çok iyi olarak uyanmıştı. Ancak böyle giderse moral
düzgünlüğünden eser kalmayacağı ise çok açık bir gerçekti. Üstüne üstlük bu
nasıl bir servis şoförüydü ki çocukların yanında böyle pervasızca küfür
edebiliyordu. Adem bir an durdu, derin bir nefes aldı ve “Ya Sabır” diyerek
cebinden bir sigara çıkarıp yaktı. Normalde sigarayı azaltma kararı almıştı, öğlene
kadar sigara içmeyecekti ama bu kararı askıya alıp bir sigara yaktı.
Sigarasından bir nefes çekip yoluna devam etti.
İşine gitmesi için iki sokak ileride
bir döner kavşaktan U dönüşü yapması gerekiyordu. Genelde sabahları herkes bu
döner kavşağı kullandığından trafik sıkışık olurdu. Üstüne üstlük döner kavşak
çevre yolunun üzerinde bulunuyordu ve trafik ışıklarının yanma süreleri oldukça
kısaydı. Ama bazı sabahlar bu döner kavşağın çok tenha olduğu zamanlara da denk
gelebiliyordu, elbette o gün şanslı günüyse. Ancak iki sokağı geçtikten ve
döner kavşak göründükten sonra anladı ki; bugün şanslı gününde değildi. Zira döner
kavşağın trafik ışığını bekleyen araçlar düğün konvoyu gibi dizilmişlerdi. En
son sırada da Adem vardı. Yalnız şöyle
bir durum vardı ki araba sırasının en sonunda olmak ortalarında olmaktan daha
iyiydi. Çünkü arkadan sıkıştıran, korna çalan ve rahatsız eden bir başka sürücü
olmuyordu. İnsan gerektiği gibi, zorlama olmadan hareket edebiliyordu. Adem tam
buna sevinirken arkasına yüksek sesle müzik dinleyen bir sürücü aracıyla yanaştı.
Kolunu şoför mahallinin bulunduğu camdan dışarı çıkarmıştı. Elinde bir tespih
vardı ve sarkıyordu. Ancak müziğin sesi oldukça açıktı. Trafikte en sabırsız ve
en soruncu sürücülerden birisi ile karşı karşıya olduğunu dikiz aynasından
bakar bakmaz anlamıştı Adem. Sigarasından derin bir nefes aldı. Çok derin bir
nefes almış olacak ki alır almaz öksürmeye başladı. Öksürmenin şiddetiyle
elindeki sigara oturduğu koltuğa bacaklarının arasına düştü. Bir anda panikledi
ve bacaklarının arasındaki izmariti bulmak için elleriyle çırpmaya başladı. Bu
sırada yeşil ışık yandı ve öndeki araba konvoyu hareket etmeye başladı. Yeşil
ışık yanar yanmaz arkadaki araba korna çalmaya başladı. Ama çok fazla kornaya
basıyordu ve durmaya da hiç niyeti yok gibiydi. Adem daha da panikledi ve gaza
bastı. Bir yandan da izmariti bulmaya çalışıyordu. Öndeki araç adım adım
ilerliyordu. Arkadaki sürücü bir de üstüne üstlük selektör yapmaya başlamıştı.
Sanki önce yer vardı, yol vardı da Adem ilerlemiyordu. Düşen sigara izmariti Adem’in sol bacağını
yakınca Adem sigara izmaritinin yerini tespit etti. İzmariti kabaca avuçladığı
gibi pencereden dışarı attı. Öndeki araba da bir iki adım ilerledikten sonra
durmuştu. Döner kavşaktaki yeşil ışık yanma süresi çok kısa olduğundan kırmızı
ışık yanmıştı. Dikiz aynasından baktığında arkadaki sürücünün el kol hareketleri
yaptığını gördü. Paniklemiş, öfkelenmiş, canı yanmıştı. Sabah ki neşeli ve
morali düzgün halinden geriye eser bile kalmamıştı. Birkaç adım birkaç adım
derken döner kavşak belasını geçti ve işyerine ulaştı.
İşyerinin otoparkında kendini sanki
dayak yemiş gibi hissediyordu. Aklı hala koltuğa düşen izmaritteydi. Acaba pantolonunu
yada koltuğun kumaşını yakmış mıydı? Da ha da önemlisi koltuğun kumaşını yakıp alttaki
süngere geçmiş miydi? Süngere geçmişse sönmüş müydü? İnternette bu şekilde
yanan bir arabanın videosunu görmüştü. Oldukça endişeliydi. İşyerini
otoparkında yer bakarken boş bir yer görüne ilişti. İki aracın arasında bir
araçlık boş bir yer. Bir iki manevra ile aracını oraya park edebilirdi. Tam
sinyal verdi sola dönecekti ki sol tarafından fişek gibi bir otomobil geçip
Adem’in gözüne kestirdiği yere park etti. Adem biraz daha sola çıkmış olsa
belki de kaza olacaktı. Adem korkmuştu. Sonra park eden arabaya baktı. İçinden
işyerindeki şişman veteriner çıktı, göbeğini çeke çeke. Bu veterineri birkaç kez
işyerinde görmüştü yalnızca o kadar tanışıklıkları yoktu. Şişman veteriner arabadan
indi, dik dik Adem’e baktı ve kibirli bir şekilde işyerine doğru yürümeye
başladı. Ne bir özür, ne af edersiniz hiçbir şey yoktu. Adem öfkeden kudurmak
üzereydi. Bu şişman veterineri gördüğü birkaç defasında da yine kabalık ve ayılık
yapıyordu. Bir keresinde asansöre yetişmek için koşmuş ama düğmeye basmamıştı
bu şişman veteriner, bir keresinde yemek sırasında önüne kaynak yapmıştı iri
gövdesiyle ve bir keresinde de bir konferans salonunda iri gövdesine ve uzun
boyuna rağmen o kadar boş yer varken Adem’in önüne oturmuş ve Adem’in ekrandan hiçbir
şey görememesine neden olmuştu. Neden bu kadar kabaydı ve durmadan ayılık yapıyordu
bu şişman veteriner bilmiyordu Adem ancak kurulmuştu bir daha böyle bir
kabalık, ayılık ve saygısızlıkla karşılaşırsa kavga çıkaracaktı. Şimdi tam
sırası olmasına rağmen Adem’in aklı arabasında olduğundan Adem bunu da görmezden
geldi. Birkaç dakika park yeri aradıktan sonra kısıtlı da olsa bir yer buldu ve kendini
arabasının dışına attı. Hemen ön oturduğu koltuğa baktı. Maalesef koltuk kumaşı
düşen sigaranın ateşiyle yanarak delinmişti. Eliyle pantolonunun sol bacağını
yokladı. Pantolonu da delinmişti. Ağız dolusu bir küfür savurdu, yumruğunu
sıktı ve koltuğa bir yumruk attı. Derin derin nefesler aldı ve sakinleşmeye
çalıştı. Sabah hissettiği açık mavi çoktan silikleşmiş ve yerini koyu geriye
bırakmıştı.
Arabayı otoparka park ettikten sonra
işyerindeki odasına doğru ilerledi. İşyeri
binasının girişinde güvelik görevlisi ve birkaç personel sigara içiyorlardı.
Geçerken onlara selam verdi. Ama hiç kimse umursamadan sohbetlerine devam
ettiler. En sinir olduğu şey buydu. Selamına karşılık alamamak. Dişilerini
sıktı ve asansörün önüne geldi. Asansörün önünde birkaç personel beklemekteydi.
Onlara da selam verdi. Ancak onlarda Adem’i tepeden tırnağa süzdükten sonra
istemeye istemeye selamına karşılık verdiler. Adem bu insanlardaki negatif
elektriği iliklerine kadar hissetti. Sanki insanlar birbirlerinin günlerini
mahvetmek için sözleşmişler gibiydi. Asansör zemin kata geldi, kapısı açıldı.
Tam asansöre binecekti ki arkadan kalablık br personel grubu gelip asansörü
tıka basa doldurdular. Adem önce gelmesine rağmen asansörde binecek yer
kalmamıştı. Adem yine öfkelendi ama yapacak bir şey yoktu. Hepsi fakülte mezunu olan işyeri
çalışanlarının bu kadar nezaketten yoksun ve kaba olmalarını aklı almıyordu.
Çaresiz bekleyecekti, bekledi de. Bir daha ki sefere yine asansöre bindi.
Asansöre onunla birlikte birkaç personel daha bindiler. Personellerden birisi
felaket halde ter konuyordu. Adem eliyle burnunu kapatmak istedi ama bu kokuya
karşı koymak mümkün değil gibi görünüyordu. Asansör ofisinin olduğu kata
geldiğinde kendini asansörden dışarı güç
bela atabildi.
Ofisinin bulunduğu katta bir imza
listesi bulunmaktaydı. Her sabah önce imza tar ve ardından odasına giderdi.
Ancak bu sabah imza listesi olması gereken yerde değildi. Etrafa bakındı ama
listenin olduğu dosyayı göremedi. Kat görevlisi Muhsin elinde paspasla yanından
geçerken Muhsin’e durdurdu ve sordu;
“Günaydın Muhsin Efendi, imza
listesini gördün mü?”
Kat görevlisi
Muhsin Bey biraz düşündükten sonra durdurulmaktan memnuniyetsiz bir halde;
“Aleyküm
Selam, biraz önce müdür bey imza listesini odasına istetti” dedi ve ilerlemeye
başladı. Adem;
“Müdür Beyin
böyle bir adeti yoktu neden istedi acaba?” diye sordu ama sorusu havada kaldı.
Muhsin Efendi onu dinlemeden yürüdü gitti.
Adem kendi
kendine bugün insanlara ne oluyor böyle diye geçirdi içinden. Sonra odasına
geçip bilgisayarını açtı. Bilgisayarı tam açılacakken telefonu çaldı. Arayan
müdürdü, odasına çağırıyordu. Adem hemen toparlanıp müdürün odasına gitti.
Kapıyı çaldı ve içeri girdi. Müdür içeride bir yandan sabah kahvaltısı yapıyor
bir yandan da imza listesine bakıyordu. Adem;
“Günaydın
Müdür Bey, buyrun.” Dedi. Müdür;
“Aleyküm
selam Adem Bey, neredesiniz? Neden geç kaldınız?” diye sordu. Adem biraz afallamıştı.
Çünkü şimdiye kadar Müdürden hiç böyle bir soru işitmemişti. Kendini biraz toparlayıp;
“Müdür Bey trafiğe
takıldım, özür dilerim.” Dedi. Müdür ağzındaki lokmayla birlikte;
“Olmuyor
Adem Bey, hepimiz o trafikte işe geliyoruz. Lütfen biraz daha özverili olun. Sabah trafiği bir sürpriz
değil ki! Her sabah yoğun oluyor bu meret! Biraz erken çıkın evden! Lütfen bir
daha olmasın! “ dedi sert bir şekilde. Adem öfkelense de;
“Özür
dilerim efendim, bir daha olmaz.” Dedi dişlerini sıkarak. Müdür;
“Bir de Adem
Bey lütfen kılık kıyafetimize de dikkat edelim, görüyorum ki sakalınız uzamış.
Lütfen tıraş olmadan işe gelmeyelim.” Dedi. Adem;
“Peki efendim.” Diye cevap verdi.
Müdür Adem’i baştan aşağıya süzerken bir yandan da bir peynir lokması ağzına
attı ve
“Bugün
şu sunum işini de bitirelim.” Dedi. Adem’in kafasında şimşekler çaktı. Çünkü
müdürün bahsettiği o sunum işi dün mesai saatine on dakika kala gelmişti ve en
az üç dört günlük bir işti. Adem;
“Müdür
Bey ama bu işin bugüne bitmesi gerçekten çok zor.” Diye karşılık verdi. Müdür
ağzına bir zeytin atarak;
“Adem bey mesai saatlerine dikkat
ederseniz işler de yetişir! Lütfen bugün bitsin o iş!” dedi tehditkar bir ifade
ile. Adem;
“Elimden geleni yaparım efendim.” Deyince
Müdür;
“Elinizden gelenin fazlasını yapın!”
dedi ve çayından bir yudum aldı. Adem bu adamın kendisiyle konuşurken bir
şeyler yemesinden nefret ediyordu. Sohbet bitmişti.
Adem odasına gitti, bilgisayarına
oturdu ve çay molası bile vermeden çalışmaya başladı. Sunumu hazırlamak için
öğle molasını da feda ederek bilgisayarın başından kalkmadı. Mesai saatine on
dakika kala bitmiş bir vaziyetteydi Elbette gün boyunca bir çok personel
odasına gelmiş ve lüzumsuz sohbetlerle işini baltalamışlardı. Ancak sunumu
bitirdiği için kendini büyük bir iş yapmış sayıyordu. Gerçekten de iki üç günlük
bir işi bir günde tamamlamıştı. Birkaç küçük eksiği vardı belki ama halledilmeyecek
şeyler değildi.
Gözlerini ovuşturduktan sonra müdürün
odasına gitti ve kapısını çaldı İçeri girdiğinde müdür çıkmak için
hazırlanmıştı. Çantasını almış ayaklanmıştı. Adem;
“Müdür bey, sunumu tamamladım.” Dedi.
Müdür;
“Hangi sunumu?” diye sordu. Adem;
“ Sabah konuşmuştuk ya Müdür Bey,
ihale süreci ile ilgili firma sunumu, dün gelmişti.” Dedi. Müdür;
“ O iş iptal oldu Adem Bey, e-mail
gönderdim tüm personele görmediniz mi? Tabi maillerinizi kontrol etmezseniz
göremezsiniz. Kaç defa söylüyorum şu mailleriniz kontrol edin diye ama dinleyen
yok! “ dedi ve ekledi; “ Sunuma lüzum
kalmadı.”
Adem beyninden vurulmuşa döndü.
Ağlamak istiyordu. Tüm gün sunumu hazırlamakla boğuşmaktan maile bakacak
fırsatı olmamıştı ki çay bile içmemişti, öğlenleyin yemek bile yememişti.
Oturup çocuklar gibi ağlamak istiyordu. Müdür;
“Hayırlı Akşamlar Adem Bey, lütfen
mesai saatlerine dikkat edelim.” Dedi ve kovar gibi Adem’i odasından dışarı
çıkardı. Adem;
“İyi akşamlar dikkat ederim.” Diye karşılık
verdi.
Müdür hızlı adımlarla uzaklaşırken
Adem ardından bakakaldı. Müdür’ün ardından Muhsin Efendi geldi;
“Adem bey temizlik yapacağım odanızda,
hayırlı akşamlar.” Deyip odasına daldı.
Adem gerçekten ağlamak istiyordu.
Sabah hissettiği açık mavi şimdi karaya dönmüştü. Gözleri karardı. Gözlerini
ovuşturduktan sonra yorgun adımlarla asansöre doğru ilerledi. Ancak asansör
çalışmıyordu. Yine bozulmuştu. Adem pufladı ve merdivenlere yöneldi. Kendini
çok Ama çok kötü hissediyordu. Eve gidecek kadar bile takati kalmamıştı. Hissettiği
karanlık yapış yapış zifte benziyordu ve her yerini kaplamıştı.