Dört Aşığın Hikâyesi
Yıllardır yazmak istedim, herkesin bildiği sevda-hasret hikâyelerini. Sabrettim, dayandım, başkası yazar düşüncesiyle kalemi rahat bırakmak istedim. Lakin gönül el vermedi, artık. Bilinmiyor mu yazdıklarım? Elbette bilinmektedir, yazacaklarım. O halde niçin yazmaktayım? İşte bu yazı, bu sorunun cevabıdır.
Son demde musıkîye daha fazla ilgi duymanın eşiğinde med-cezirler yaşadım. Diyarbakır Musıkî Dünyası’nın derli toplu olmayışının verdiği rahatsızlık, musıkîden kopmama sebep verdi. Her ne kadar “Ben” öznesi ile konuşmayı sevmesem de ister istemez, kullanmaktayız.
Bu yazımdan sonra bu tür konulara girmeyeceğimi ifade ederken, okurlarımın beni ma’zur görmesini istiyorum. Anlatacaklarımız Leylî için Kays’ın çektiği acılardır. Şirin için ömründen vazgeçen Ferhad’ın hüznüdür. Aslı için Anadolu’yu diyar diyar dolaşan Kerem’in katlandığı sıkıntılardır. Zîn için Mem’in kaderine boyun eğişidir. Elbette bu tarz isimlere eklenecek isimler daha vardır.
Kerem ile Aslı’nın geçtiği coğrafya Batı Anadolu görünür, beraberinde dört bir yer. Leylî ile Mecnun Arab Coğrafyasında anlatılır. Ferhad ile Şirin, İran menşelidir. Mem ile Zin için ne diyelim? Yaşadıkları yer belli.
Aslında fazla bilinmeyen Mahmud ile Nigar’ı da anlatmak lazım. Onu anlattıktan sonra da diğerleri var. Asûman ile Zeycan gibi. Hafızam beni yanıltmıyor ise Tahir ile Zühre var. Bu sıralama uzayacağı için sadece dört ismi ele aldık. Bizim entel-dantel takımı, bu dört isimden haberdar olduklarını beyan etse bile akıllarında Romeo ve Juliet vardır.(İsimleri doğru yazmışı mıyım?)
En güzel aşk(Eşk-E’şk ) hikâyesi aslında Hüsn ü Aşk’tır. Şeyh Galib Dede’nin cismen olmayan, sembol kahramanlarının olduğu bu hikâye, günümüzde postmodern denilen anlayışın bile çok üstündedir. Entel-dantel takımı bu eseri okumamış ise suç kimin? Kendi değerlerine yabancı olanların çoğunluk oluşturduğu ortamda Mantıku’t-Tayr’ı anlatma ne derecede faydalı olur?
Mevlana Celaleddin’e “Aşk nedir?” diye sorulunca “Aşık ol, aşkı anlatayım.” Mealinde bir cevap verilir. Hakikatten aşık olmayana aşkı anlatmanın ne faîdesi (faydası) vardır?
Aşkı o kadar güzel dile getiren Fuzûlî, “Aşk imiş her ne varsa âlemde” demiyor mu? “Aşık-ı sadık menem” diyen sese aşina kaç kişi kaldı? Gündelik yaşantıda aşka gereği gibi önem verenler nerede?
Divan Şiiri’ni “aşk-şarab-kadın” üçgenine hapsederek karalayanlar, anlatılanın ne olduğunu bilmedikleri için midir, bu şairler kervanını karalamak ister? Onlar, mensubu olmaktan utanç duydukları medeniyetten vazgeçip (!) batı kapılarında dilenci olmaya razı olduklarından Genç Werther’in Acıları’nı okuyarak, intihar eşiğine gelmediler mi?
Kadılık yapan ve Mekke Kadılığı gibi önemli görevlerde bulunan Bakî gibi bir şaire dahi dil uzatanlar, Nâbî’yi anlamaktan uzak olanlar onları Nedim gibi zevk u sefanın esiri olarak algılayıp, algılatıp var olan hakikati ne zamana dek gizlemeye muktedir olabilir?
Tasavvuf’un engin denizinde boğulup giden zavallılardan olanlar, tasavvuftan zerre anlamayıp, bu yoldaki şairlerden Yunus’u anlayabilseler? Emin olun gam duymayız.
İstesek, bu yazının ebadını genişletebilir, iki yüz-üç yüz şairden örnekler sunabilir, bu yazımızı kitaba da dönüştürebiliriz. Bu yazımıza tahammül edemeyenler, oturup beş yüz sayfalık kitabı okurlar mı? Biz, işe gönül verenler gerektiğinde bu konuda elimizde bulunan eserlerden örnekleri alarak, böylesi kitaplara da imza atmasını bilen insanlarız. Lakin işin özünü birkaç sayfada vermek varken, okuru yüzlerce sayfada gezindirmenin ve sonunda “Aşk budur” demenin gevezelik olduğunu söyleyelim. Çoğunlukla bu alanda kalem oynatanların karşılaştığı zorluk, yazılanların uzun olduğu için okunmamasıdır.
Bu mecrada o denli yazılan kıymetli eser vardır ki okumaya ömrü yetmez, insanın. Biz kıyısından köşesinden yıllarca okuduk. Olabildiğince bu makaleyi kaleme alma imkânı doğdu.
Leylî(Leyla) amcasının oğlu Kaysa ile beraber çocukluğu geçen biridir. Evlenmek isteyen gençlere karşı çıkan kızın babasıdır.
Kays, ailece fakir olduğu için amcası tarafından istenmez. Kardeşinin kızına oğlunu layık görmediğini gören baba, acısını içine gömerek, uzaklaşır.
Kays, sevdiğinden ayrı düşmenin hasretiyle perişandır. Bilineni te4krar etmeye gerek var mıdır? İsteyen Genceli Nizamî’yi isteyen Fuzûlî’yi okur.
Kays, babası tarafından Kabe’ye götürülür. Kays, Rabbından acılarının sona erdirilmesini istemez.
Leylî’nin güzel olmadığını, bu duruma düşmemesinin gerekliliğini söyleyenlere “Benim gözlerimle Leylî’yi bir görseniz.” der. Ceylan avından dönen avcıya, üzerinde ne varsa verip avcıdan ceylan-ları kurtaran Mecnûn, Leylî’sinin gözlerine benzetmiştir, ceylan gözlerini. Bir gözün hatırı için kırk göz sevilir. Bunun anlaşılmayacak nesi vardır. Leylî, evlendirilir, bir aşiret reisiyle. Fakat gönül Kays’tan yanadır. Savaşlar olur. Mecnûn yine mecnûndur.
Leylî getirilir kendisine. Öyle anlatılır. Fakat sevdiği Leylî, karşısındaki kız değildir, artık. Sonuç iki sevenin dünyada kavuşmamasıdır. Onlar, ahirette buluşmak üzere son nefeslerini verirler.Doğu medeniyetinde aşıkların kader birlikteliğidir, bu.
İyi bir nakkaş olan Ferhad, Şirin’e tutulur. Susuzluk had safhadadır. Şart, halkı suya kandırmaktır. Suyu getiren Şirin’i alacaktır. Ferhad, sıkıntılar içinde kayaları külüngüyle parçalar. Su getirilecektir. Şirin’e kavuşulacaktır. Bozguncular, buna engel olmak ister. Su bulunmuştur. Ferhad, son darbeyle su kaynağına ulaşmıştır. Su bulunmuştur. Lakin gelen acı habere dayanılmaz. Külüngü havaya atıp, altında durur Ferhad. Ölüm mukadderdir. O ölürken Şirin, kendisini akan sulara atar. İki seven kavuşmaz, dünya gözüyle.
Aslı, keşiş kızıdır. Kerem hükümdar oğludur. İki anne hamilelik süresinde anlaşılır. Kimin oğlu olursa kızı olana verecektir. Beşik kertmesidir, anlayacağınız. Keşişin karısı, oğlan doğurmayı umar. Hükümdarın kızı olursa devlet onun olur. Keşiş, bunun sabırsızlığı içindedir. Keşişin ve karısının dediği olmamıştır. Müslüman hükümdarın oğlu olur. Yaşları büyür, çocukların.
Keşişin karısı plân kurar. Keşişin kızını vermeye niyeti yoktur. Kızını bir hileyle alıkoyacak ve kaçırıldığını söyleyecektir. Hükümdar, kurulan oyundan habersizdir. Keşiş, amacına ulaşmıştır. Aslı, bilinmeyen yere gönderilmiştir.
Kerem, can arkadaşı Sofu ile Aslı’yı aramaya koyulur. Kerem, her gittiği yerde Aslı’sını arar. Dağa, kurda ve kuşa Alı’nın buradan geçip geçmediği sorulur. Sonuçta iz bulunur. Dişçi olan Aslının annesi, Kerem’in dişlerini bir bir çeker. Aslı’yı karşısında gören Kerem, hiçbir acıyı duymaz. Genç yaşta yola koyulan, revan olan Kerem, sonunda Aslı’ya kavuşur. Fakat sihir yapan Keşiş, gerdek gecesinde Aslı’nın üzerine düğmeli bir elbise giydirtir. Kerem, sazı eline alıp düğmeleri bir bir çözdürür. Tek kalan düğme çözülmez. Çözülmesi imkânsız düğme ve yılların hasreti. Kerem’in içinde çıkan ah alevi Kerem’i yakar. Aslı’nın topuklarına inen saçı tutuşur. İki sevdalı genç, yanarak can verir. İkisi de kavuşmaz, birbirine. Bizim aşıkların kavuşmayanlarından bir ikisi de Kerem ile Aslı olur.
Mem ve Tajdin kardeştir. Bir düğünde iki kızı görürler. Birbirlerine yüzüklerini vererek sözleşirler. Kızların annesi, olayı çözer. İki gence tutulan kızlarının sevdiği gençleri bulur. Kızları içmekten yemekten kesilmiştir.
Tajdin’in (Taceddin-Tacdin) sevdiğine varır. Lakin Beko, Mem’in Zin’e varmasına engeldir. Yalanlarla bu iki sevdalının birbirine kavuşmasını istemez. Beyin kızını sever. Sonuçta satranç’ta karar kılarlar. Kız babası karşısında Mem vardır. Mem’i pencereye taraf oturtur. Şahın mat olacağı esnada Zin’i gören Mem, hamleleri yapamaz. Anlaşma gereğince oyunu kaybeder.
Zindana tıkılır, Mem. Zin, Mem için kahrolur. Mem, zindanda ölürken Zin kendisini serin sularına bırakır nehrin. Acılara dayanamayan iki sevgilinin katili Beko, beyin hançeriyle öldürülür. Mezar yerleri belli olan bu iki sevdalının ortasına cihan durdukça Beko’nun mezarı bırakılır. Ki “herkes bundan ibret alsın.” Diye. İsteyen bu dört aşk hikâyesinin gerçek kahramanlarından Mem ile Zin’in mevcut olan mezarlarını bu gün görebilir.
Belirttiğim en son hikâye kahramanları gerçektir.
Diğerlerinin yaşayıp yaşamadığı belirsizdir. Kerem ile Aslı, halk anlatısının ürünüdür. Leylî ve Mecnûn için de söylenen aynıdır. Ferhad ile Şirin İran ve Anadolu arasında paylaşılmamıştır.
Mem ile Zin, mezarları ile ortadadır, Beko ile birlikte.Kerem ile Aslı’da iki seveni kavuşturamayan inanç farklılığıdır.
Leylî ve Mecnûn’da zenginlik hırsı ve Arapların kendileri değerinde malı olmayanlara kız vermeme adetidir. Ferhad ile Şirin’de yine bir Beko tipi vardır. Mem ile Zin’de ise anlatılan ortadadır.
Bizim medeniyetimizde kavuşamayanların önündeki engeller, mutlu bir yuva kuramamanın işareti gibidir.. Her dört seven de sevilen de ölümle noktalar, hayatını. Bu kapsamda isteyen bu dört hikâyeyi okumalıdır. Hala aşkın ne olduğunu kavrayamamış olan varsa ne diyelim?..
Kalkıp bir de Hüsn ü Aşk’ı okusunlar. Bu yazıyı burada noktalamaya gerek var mı? Günün yaşantısındaki çarpıklığı yaşayanlara birer örnektir, bu hikâyeler: yaşanmış ve yaşanmamış örneklerle.
Keşke her genç bu olanları konu alan eserleri okusaydı!.. Okunmaması sebebiyle içine düştüğümüz durum, içler acısıdır.
Romancılara bakıyorum, sinema ve dizi senaristlerine bakıyoruz. Yazıp anlattıklarına bakınca, aşkın ne derece ayağa düştüğünü görüyoruz.
Aşka kutsallığı ne bozdurdu? Giyim kuşamdan müziğe, örften geleneğe, yemekten anlayışa kadar her şey bozuldu.
Dinlediğimiz musıkî asaletini kaybettirdi. Sanatkâr kalmadı, devr-i devranda.
Şu ana kadar meramımızı ifade edememiş isek, yazmaya gerek var mı? Tahmin etmiyorum!...
(
Dört Aşığın Hikâyesi başlıklı yazı
MehmetALİ tarafından
11.11.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.