Babama Japonya'yı Sevdiren Kadın-11
…
Dinlenmiş olarak yoluna
devam etmek istiyordu. Kaza yapan tren kaldırılmış, yol yeniden ulaşıma
açılmıştı. Yeniden trene binerek yoluna devam etmek istedi. Sekinomiya ve
devamındaki Koyano, Muraokaku, Ojiraku, İsukuyone, Myogadani, Fuchimi Yuwara ve
Koda köylerinden geçerek Wakasa’ya geldiklerinde üzerinde trenin yorgunluğu
vardı.
Trenden indiğinde
esmekte olan rüzgâr saçlarını yalayıp geçiyordu. Uzun yıllar önceden beri ayakta durmaya
çalışan istasyon binasının eskiyen yerleri yer yer dökülüyordu. Binanın giriş
kısmındaki alt dalları kurumuş yaşlı kaysı ağacının dalları istasyon binasına
tepeden bakıyordu. Nice yıllar yüzlerce kavuşmalara ve ayrılılara şahit
olmuştu. Dr. Safa yaşlı erik ağacına baktı. Sararıp solan yapraklarının çoğunu
yere dökmüş, yerler dökülen erik ağacının yapraklarıyla kaplanmıştı.
Bir süre istasyon binasında
sağa sola bakınarak, kalabalığın azalmasını bekledi. Daha sonra sakinleşen istasyon
şefiyle görüştü. Dr. Safa istasyon şefine kendini tanıttı ve bu köye niye
geldiğini anlattı. Hatta dün gelirken yaşanan tren kazasını ve yaralananlara
yardım için Yabu’ya gittiğini de ilave etti.
Dr. Safa “bu köyde
Kinugawa soyadını taşıyan bir ailenin yaşayıp yaşamadığını” sordu. İstasyon
şefi önce bu yabancı adama kuşkuyla baktı. “Acaba” dedi içinden, “farklı bir
amaçla dolaşan biri olabilir mi?” diye düşündüğü oldu.
Dr. Safa İstasyon
Şefinin düşündüğünü görünce, yanlış ve farklı anlamalara meydan vermemek için
kartvizitini sundu. Adam kartı alınca okudu ve kartın üzerindeki resmi tanımıştı.
Yüzündeki gerginliğin yerini tebessüm, gözlerindeki endişe ise yerini hoşgörü
çizgisine dönüşüvermişti.
“Siz çok iyi bir insan
olmalısınız. Dünkü tren kazasında yolculara anında ilkyardımda bulunmuştunuz.
Sizi televizyonda gördüm…” dedi.
İstasyon şefi “Bildiğim
kadarıyla köyde Kinugawa soyadı taşıyan iki aile, daha önce yaşıyorlardı. Ailelerden
biri Tottori Şehir Hastanesi civarına göçtü. Diğer ailenin reisi olan kişi ise
bir iş kazası sonucu öldü. Ölen adamın iki oğlundan biri Fukui’de diğeri
Tokyo’da olacak. Anneleri ise Kyoto şehrinde yaşayan kızının yanına gitti. Her
halde aradığın bu aile olabilir. Ama adresini bilen var mı bilmiyorum,” dedi.
Dr. Safa “Peki,
görüşebileceğim hiçbir yakın akrabaları falanda mı yoktur?” dedi. Adam başını
kaşıyarak düşünmeye başladı. İçindeki iyilik duyguları, şüphelerinin önüne
geçince “Doğru ya!” dedi. Yaşlı bir ablaları olacaktı. İsterseniz tarif edeyim,
dedi. Yaşlı kadının oturduğu evin yerini tarif etti.
Dr. Safa başıyla
istasyon şefini onayladı. İstasyon şefine teşekkür etti. Açılmak için bir süre
Wakasa sokaklarında tarif edilen yaşlı kadının evine doğru yürüdü. Gözleri
ikide bir kapı önlerindeki saksılarda açan rengârenk çiçeklere takılıp
duruyordu. Japonya’daki evlerde çiçek kültürü hiç de Türkiye’den geri kalır
tarafı yoktu. “Neden hep kapı önlerinde? Alıp veya çalıp götüren olmuyor mu?
Demek olmuyor ki, kapı
önlerine sıra sıra dizilmişler. Demek ki, onları yiyip tahrip edebilecek,
sokakta rastgele, başıboş gezen hayvanlarda yoktu. Veya hayvanlar kendi mekânlarında
bağlı durumdalar,” diye düşünüp durdu. Türkiye’deki evler gayet geniş olduğu
için birçok canlı çiçek evlerin içinde veya pencere kanarlarında yetiştiriliyordu.
Japonya’da ise evler çok
dar mekânlar olduğu için, çiçekler evlerin içini değil de, evlerin önünü
süslüyordu. Hatmi çiçeğinden sardunyasına, begonyasından, Horoz İbiği’ne kadar
birçok çiçek gördü. Wakasa küçük ama
dağınık bir yerleşim yerine sahip bir köydü. Yakın dağlardan inen irili ufaklı
sular, tepeler arasındaki Wakasa’da salını salını akan bir nehre dönüşerek,
Wakasa’yı ortadan ikiye bölüyordu.
Nehir dolana dolana güney batıya doğru akarak
Tottori’den denize dökülen Sendei Nehrine katılıyordu. Nehirle dağlar arasında
kalan topraklara hayat ve can veriyordu. Çiçeğe, böceğe ve ağaca hayat kaynağı
oluyordu.
Gökyüzü beyaz ve gri
bulutlarla kapalıydı. Asfalt ve kaldırımlar kuru olmasına rağmen, toprak ve
bitkiler ıslak ve nemliydi. Evler genelde ahşaptan yapılmaydı. Çatılar saç veya
Japonya’ya has bir tür kiremit tipinde malzemelerle kaplıydı. Nerdeyse sokaklar
terk edilmiş gibi sessiz ve sakindi.
…
Dr. Safa yaşlı kadının
bulunduğu evin kapısının zilini çaldı. Bir süre bekledi kapıyı açan olmadı.
Tekrar zile dokundu yine bekledi açan olmadı. Bir taraftan “evde kimse yoktur”
düşüncesiyle geri dönmek istiyordu. Diğer taraftan “nasıl olsa buralara kadar
geldim, bir netice almadan geri dönmeyeyim,” diyerek beklemek veya komşularına
sormak istiyordu. Bir süre sağa sola bakındı.
Kapısın çaldığı ev
yıllara meydan okuyan ama artık ahşap yapının tahtaları dayanamaz duruma gelmiş
durumdaydı. Yer yer tahtaların boyaları dökülmüştü. Kapı önündeki saksılardaki
çiçekler bakımsızlıktan kurumuş, birkaç yabani ot boy salmışsa da onlarda
boyunları kırılmış olarak saksının üzerine eğilmişlerdi.
O arada orta yaşlı bir
kadın kapıyı açtı. Karşısında yabancı bir genç adam duruyordu. “Buyurun kimi aradınız?”
diye sordu kadın. Genç Adam “Suzume-San
adında bir yaşlı bayanı arıyorum,” dedi.
Kadın biraz endişe,
biraz da merakla “Niye ararsınız ki o kadını?” diye sordu. Genç Adam “Aslında
ben Hitomi diye orta yaşlı bir kadını arıyorum ama anladığım kadarıyla bu
köyden ayrılalı çok uzun zaman olmuş… Anlatıldığı kadarıyla da Suzume-San
Hitomi’nin halası imiş… Yeğeni olan Hitomi hakkında biraz bilgi almak
istiyorum,” deyince…
Kadın “her ne kadar
rahat Japonca konuşsanız da, bir Japon değilsiniz. Peki, siz kimsiniz?
Hitomi’yi niçin arıyorsunuz?”
...
Devamı Var
...
Ant.150515