Babama Japonya'yı Sevdiren Kadın-10
...
“Saklamaya kalkmayın… Kendiniz olun…
Ağlamak zayıflık olarak görülse de, aslında hiç öyle değildir. Güçlü ve hassas
olan insanlar ağlar. Kalbi katılaşan ve kayalaşanlar dışarıya gözyaşlarını sızdırmaktan
mahrumdurlar. Ağlamak isteseler de ağlayamazlar. Onun için daha kindar ve gaddar
olurlar.”
“O kadar güzel konuşuyorsunuz ki!”
“Benimkisi bildiklerimi
çevremdekilerle paylaşmaktır.”
“Herkesle paylaşır mısınız?”
“Sözlerimi alabilecek herkesle
paylaşırım. İnsan ayrımı yapmam, ben her bir insana Rabbimin bir sanat eseri
olarak bakar ve öyle görürüm.”
“Keşke burada yaşıyor olsaydınız. Sizi
sık sık ziyarete gelir, birer inci tanesi kıymetinde olan sözlerinizden
istifade etmek isterdim.”
Dr. Safa kartvizitini uzattı “Bir
telefon kadar yakınım, rahatlıkla mesaj gönderebilirsiniz. Yetişebildiğim
kadarıyla her türlü sorunuza cevap vermeye çalışırım…”
“Bunu gerçekten yapar mısınız?”
“Elbette”
Ai babasının kovalamasından kaçarak
annesinin arkasına saklandı. Ai’nin “Yakalayamazsın ki” tahriklerine kapılan
Bay Hakura, Ai yerine eşini kucakladı. Haya-san bir yabancının önünde kocası
tarafından da olsa kucaklanması karşısında kulaklarına kadar kızardı.
“Hakura-san lütfen… Kızı terletip
üşüteceksin…” dedi
İki günü dolu dolu geçirdiler. Ai
kendine gösterilen ilgiden fazlasıyla memnun kalmıştı. Neşesiyle, gençliğin
verdiği tavır ile hep öne çıkmıştı.
Doktor; Başkan Hakura ve eşi Hayâ-San yakın
ilgi ve alakasından memnun kalmıştı. Onlara bundan böyle Tokyo’da bir
dostlarının olduğunu, tereddüt etmeden kapıyı çalabileceklerini, hatta müsait
bir zamanlarında Türkiye’yi gezdirebileceğini söyledi.
Başkan ve eşi de Dr. Safa ile
tanışmaktan memnun kalmışlardı. Tanıştıkları ve sevmeye başladıkları bir insanın
gitmesini özleyeceklerdi. Neticede ayrılma vakti gelmişti.
Haya-san “Kendinizi o kadar çok
sevdirdiniz ki, sizi özleyeceğiz. Aradığınız kadını bulursanız, bize de bilgi
veriniz. Bu aramanın sonunu merak edip duracağım.”
“Tekrar kavuşmak için önce ayrılmak
gerekir. Sevenler mekân olarak uzakta da olsalar, ruhen birbirilerine
yakındırlar. Unutmamalısınız ki sevenler ayrılmaz… Esas birbirini
sevmeyenler/sevemeyenler ayrılırlar… Sizleri mutlu ve huzurlu bir aile olarak
görmek istiyorum. Sizler için dua edeceğim… Bu aramanın neticesini de mutlaka
bildireceğim.
Dr. Safa vedalaşarak, Wakasa’ya gitmek
üzere trenle oradan ayrıldı. Ai uzun bir süre el salladı. Yemyeşil tepeler
arasında kurulu bu kasabadan güzel anılarla ayrıldı.
…
Ayebe’den hemen sonra Fukuchiyama
geliyordu. Trenin raylar üzerindeki periyodik seslerinden başka bir ses yoktu. Tren
yolu genelde tepe eteklerinde açılan dar yerlerden geçiyordu. Eteklerinde yer
yer ekip biçilen sürülü küçük tarla ve bahçeler vardı. Geçtiği köy veya kasaba
görüntüleri dışında, etrafı sağlı sollu yeşillikler kaplıyordu.
Wakasa’ya gidebilmek için Fukuchiyama’dan
sonra Asago’ya geçti. Oradan güney, güneybatı yönüne doğru yönelerek Myoken
dağlarının doğu etekleri ile Hyono dağlarının güneybatı eteklerinden geçmesi gerekiyordu.
Asago’nun doğu cephesinde kalan
Dangamine, Fujinashi, Mimuro ve Higashiyama dağları arasındaki yol daha uzun
gibi görünmüştü. Asogo’nun ortasından
geçen Maruyama nehri eğile büküle batıya doğru akışını sürdürüyordu. Yura nehri
Yabu’ya oradan da Toyooka’dan geçerek denize dökülüyordu.
Wakasa’ya gitmek için Yabu’nun
doğusundan güneye doğru yönelen tren dağlar arasından bata çıka ilerliyordu.
Trenden adını okumakta zorlandığı birçok köylerin içinden geçip gidiyordu.
Tren Takayanagi, Miyake, Ötani,
Makuri, Fugenji, Osaki, Mihashira köylerini geçmiş ve hiçbir olumsuzlukla
karşılaşmamışlardı. Dağlar arasında gökyüzü aniden kapanmıştı. Ardından gök
gürültüsü ile şimşek birbirine karışıyor, başlayan yağmur şiddetlenerek yağmaya
devam ediyordu. Yağan yağmura yerden yükselen su buharı ile ormanlar arasından
eteklere kadar inen sis görüş hızını düşürüyordu.
Sekinomiya köyüne yakın bir yerde
toprak ve büyük kayaların kaymasıyla tren yolu kapanmıştı. Acı bir fren sesine
trenin şiddetli olarak kayalara çarpma sesi birbirine karıştı. Tren ve ardındaki
üç yolcu vagonu raydan çıkarak devriliverdi. Bir anda ortalık ana-baba gününe
dönüverdi.
Dr. Safa hafif birkaç sıyrıkla
atlatmıştı. Devrilen vagonlarda yaralananlar vardı. Kazanın şokunu atlatır
atlatmaz yaralılara yardıma koştu. Yorulmak nedir bilmeden çalıştı. Bir ara
telefonu çaldı. Arayan Ayabe Belediye Başkanıydı.
“Safa Bey, sizin de içinde bulunduğunuz
tren kaza yapmış, geçmiş olsun. Bir şeyiniz yok ya… Televizyon kanalları sizden
bahsediyor…”
Dr. Safa “Bir şeyim yok, gayet iyiyim.
Evet, ufak bir tren kazası, yaralılar var ama şükür ölen yok…” Başkan “Geri
dönmeyi düşünüyor musunuz?” Dr. Safa “Şimdilik hayır…” Başkan “Bir arzunuz olursa yanınızdayım,
kendinize iyi bakınız,” diyerek telefonu kapattı.
Dr. Safa yarası ağır olan bir hasta
ile beraber ambulansla Yabu’ya döndü. Hastanede yaşı altmış beşi gösteren bir
erkek hastanın başında kalarak tedavisinde görev aldı. Bir hayli yorgun ve bitkin
düşmüştü. Oturduğu sandalyede kendine uzatılan çayı aldı ve bir şeyler yapmanın
gönül rahatlığı içinde çayını içti.
Hastane başhekimi yanına kadar gelmiş,
görevli hemşire ve doktorlardan bilgi aldıktan sonra, Dr. Safa’yı da biraz
dinlenmesi için kendi odasına davet etmişti. Başhekim önce kendini tanıtmış, daha
sonra da, Dr. Safa’nın anlattıklarını dinlemişti.
Dr. Safa’ya yaptığı yardım ve
gayretlerinden dolayı, ülkesi insanları adına teşekkür etti. Bir süre
başhekimin odasında dinlenmiş, art arda içtiği çaylar ile biraz kendine
gelmişti. Dinlenirken kaza ve sonrasında yaşananları bir bir aklından
geçiriyordu.
Biliyordu ki, her musibetin de bir
dili vardı. Musibet insanlar gibi söz diliyle değil, hal diliyle konuşuyordu.
Her zaman çıplak hakikati ifade ediyordu. Hal dili her ne kadar korkutup
ürkütse de, kırıp incitse de daima doğruları söylüyordu.
Dr. Safa o günün gecesini hastanede
dinlenerek geçirdi. Başkan Hakura eşi Haya-san da hastaneye gelenler
arasındaydı. “Bir şeyin yok ya Doktor Bey?” diye sorarken gözlerini ondan
ayıramıyordu. Doktor Safa “Yok bir şeyim” demesine rağmen, ondan uzun bir süre
gözlerini ayırmadı. “Yanımda kurabiye ve pasta getirmiştim. Siz ayrılırken
düşünemediğim için yüreğimde bir ukde kalmıştı.” Dr. Safa “Niye zahmet ettiniz?
Ne gerek vardı?” diyerek kabul etmek istemedi. Haya-san’ın ısrarları karşısında
kırmamak için zoraki kabul etti.
Başkan Dr. Safa’ ziyaret ederek bilgiler
almış, sonra da yaralıları ziyaret etmişti. Başkan ve Eşi hastanede Dr. Safa ile de bir
süre baş başa oturarak sohbet etmişlerdi. Onun sağlığının ve moralinin yerinde
olduğunu görünce rahatlamışlardı. Onlar gittikten bir süre sonra, Dr. Safa pasta
ve kurabiyeleri acil çalışanlarına ikram etmişti. Hastaneden vedalaşarak
ayrıldı.
…
Devamı Var
...
Ant-150515