Yoz
ülkenin kralı buyurdu: “Bundan böyle değerli taşları işleyip satmayacaksınız.
Tüm kuyumcular çifçilik yapacak.” Vezirler, kuyumcuların hediyelerinin hatırına
kralı bu kararından döndürmeye çalıştı. Ama nafile. Tüm kuyumcular, çaresiz,
birer çiftçi oldu. Taşları işleyen eller, toprağı işlemeye koyuldu. Ürünler
bollaştı böylece. Yiyecekler ucuzladı. Halk memnun oldu buna.
Ertesi
sene, yoz ülkenin kralı, bir fermanda daha bulundu: “Bundan böyle hiç bir şair,
ben de dahil, kimseye methiyeler düzemeyecek. Tüm şairleri tellal yapın.”
Vezirler, kendilerini de öven şiirlerin hatırına, kralı caydırmaya çalıştılar
yine. Ama nafile. Tüm şairler kralın fermanlarını, bilgelik dolu öyküleri, özlü
sözleri, halkı eğitecek bilgileri okumaya başladılar köy köy. Bilgi kimsenin
malı değildi artık. Halk memnun oldu buna da.
Ve
yoz ülkenin kralı, başka bir fermanda daha bulundu sonraki sene: “Bundan böyle
hiç bir müsabaka düzenlenmeyecek. Bahis oynanmayacak. Tüm sporcuları işçi
yapın.” Vezirler, kendileri de bahis oynadıkları ve hep kazandıkları için,
kralı vaz geçirmeye çalıştılar yine, umutsuzca. Ama nafile. Tüm sporcular
ülkenin dört bir yanında evler inşaa etmeye başladı. Konutlar ucuzladı. Evsiz
barksız kalmadı yoz ülkede. Halk memnundu buna da.
Tüm bunlara alıştı yoz ülkenin halkı yavaş yavaş. Artık hırsızlık olmuyordu, çalacak mücevher yoktu. Kibir ve haset silindi yüreklerden, kimse kimseyi övmüyordu. Hırs kalmadı, kimse yarışmıyordu kimseyle.
Ama yine de bir eksik vardı. Güzellik yoktu. Mücevher yoktu. Şiir yoktu. Spor yoktu. Yozlaşmış güzellikler, yozluktan kurtulmanın diyeti olarak sunulmuştu...