Adam perdeye baktı. Ve perdenin ardındaki dünyayı hayal etti.
O dünya, onun için batındı. Perde ise, bir yüzüyle ardındaki dünyaya bakarken,
diğer yüzüyle adama bakıyordu. Perde için batın yoktu. Adam düşündü: “Şu anda,
benim ancak hayal edebileceğim bir dünyayı, perde, diğer yüzüyle görmekte.”
Ama, perdenin ardındaki dünyaya bakan yüzü adamdan, adama bakan yüzü, ardındaki
dünyadan habersizdi.
Adam ayağa kalktı. Gölge, perdeye vurdu. Perdenin adamı
bilmeyen yüzü, içinde oluşan bu karartıdan ürktü. Ve dışarıdaki ağaçların, ay
ışığında perdeye vuran gölgeleri de, onları bilmeyen diğer yüzü korkutuyordu.
Pencereden sızan hafif bir esinti, perdenin ürperişini adama gösterdi. Ve adam,
perdenin gafilliğini bildi ve dedi: “Ben de bu perde gibiyim. Bilincimle
bilmediğim şeyler, diğer yüzümden süzülerek oluştuğunda, beni şaşırtıyor.
Çünkü, duyularımın beslediği benliğim, Bütün’ü bölüyor. Beş duyumun gerdiği bu
perde, Tek’in arasına girip, iki yüzümü yaratıyor. Önüm, arkam, ben ve benim
haricim… Kendimi mekana ve mekanın doğurduğu zamana teslim ediyorum. Baş ve
son, sebep ve sonuç tutsaklığına giriyorum. Göremediğim dünya batın, gördüğüm
dünya zahir oluyor. Bildiğim ve bilmediğim yüzlerim doğuyor. Batınımda kalanın
zahirimi etkileyişini anlayamıyorum.”
“Oysa bu Bütün için, zahir,batın,evvel,ahir yok. Bu
kavramlar, Bütün’e perdelilikten var. Gerçekte olan, sonsuz, sınırsız Mutlak
varlık. Ben, algılarımın sınırlılığıyla sınırsızı sınırlıyorum. İkilik
oluşuyor. İkilik benden, benim varlık zannımdan… Gerçek, ikilik değil, Birlik,
Teklik, Bütünlük’ tür.”
Ve adam tüm bunları dedi ve bildi ama perdeyi çekmedi. Oysa
perde, kendiliğinden açılmayacaktı. İki yüzünü birden bilemeden, sonsuzda asılı
kaldı. Adam perdenin ardındaki dünyayı hiç göremedi. Perdesinin karanlığında
düşüncelerinin ışığı sönükleşti. Sezdiği gerçekler, yavaş yavaş belirsiz gölgelere dönüştü. Ve adam,
gafilliğinde yaşamayı sürdürdü…