Babama Japonya'yı Sevdiren Kadın-60
...
Pazar günü Ogawara’da başkan ve eşinin misafiri olmuşlardı.
Ayumi rahatsızlık sonrası daha bir sakinleşmişti. Daha çok etrafında olup
bitenleri seyrediyor ve dinliyor, sanki daha çok dışarıdan Safa’yı ve çevreyle
olan ilişkilerini gözlemliyor, kendi iç dünyasında değerlendirmeye tabi tutuyordu.
Safa’nın çevreyle olan kolay diyaloğu, uyumluluğu, nerede
ve ne şeklide davranacağını bilmesi ve davranması Ayumi’nin çok hoşuna
gidiyordu. ‘Neden ben aynı rahatlığı ve uyumu gösteremiyorum?’ diye kendi
kendine hayıflanıyordu. Onun bu tavrı; sınırsız bir özgüvene sahipmiş duygusu
uyandırıyordu kendi üzerinde…
Sebepli veya sebepsiz hastalık derdi çeken insanların
dertlerinde derman olmak, yapılabileceklerin en iyisini yapmak için devlet
adına bir araştırmanın içindeydiler. Gün oluyordu ki ya yemek yemeyi ya da
dinelmeyi unutuyorlardı… Bazen yatan
hastanın birine umut, diğer birine tebessüm bağışlıyorlardı. Bazen aciz ve
yetersiz kalıyorlar, bir şeyler yapamamanın acziyet ve ezikliğini yaşıyorlardı.
Her insanın ayrı bir yaşam mücadelesi verdiğine şahit oluyorlardı. Kimi hayata
tutunmak için verdiği gayret ve çabayı görüyor, onları ümitvar edebilmek için
yüreklendiriyorlardı.
Arada bir Ayumi “Neden bu kadar çalışıyorsun? Neden bu
kadar insanları seviyorsun?” sorularına “Sevmeyeyim mi? Çalışmayayım mı?” diyen
kısa kesiveren sözlerinin muhatabı oluveriyordu. İçlerinde ümidi tükenmiş,
hatta ümitsizlik korkusu içinde ölümden korkan insanlara ümit aşılamaya
çalışıyor, mücadele etmeye davet edişi karşısında ona olan saygısı her geçen
gün artmaya devam ediyordu.
Ayumi; Safa’nın “Eğer hastalar musibet ve hastalık olarak
yaşadıklarını bir yükseliş merdiveni olduğunu bilselerdi o kadar çok üzülmezler
ve sitem içerisinde olmazlardı” sözleri kendi içinde bir yere oturtmaya
çalışıyordu. ‘Bu nasıl olabilirdi?’ Bir türlü aklı ermiyordu. ‘Musibet veya
hastalığın iyi yönü ne olabilirdi?’ soruları aklına geldikçe, sanki o kalbinden
ve aklından geçenleri okuyormuşçasına açıklamalar yapıyordu.
“Musibetler ve hastalıklar insana aciz bir kul olduğunun
hatırlatır ve Yaratıcısına yönelerek tevekkül etmesini ve şifayı ondan
beklemesi gerektiğini söylediğini ah bir anlayabilselerdi…” sözlerine gülmüş
hatta dudak bükmüş bir gün sonra kendini hasta olarak bulmuştu.
Safa “Ya Rabbi acizlikten ve tembellikten sana sığınıyorum”
diyor ve musibet ve hastalıklar karşısında sabrının sabrı cemil; ‘şikâyet
edilmeyen sabır’ olması için Rabbine dua ediyordu. Aynı şekilde Ayumi’nin de
hareket etmesi için ona öneride bulunuyordu.
Ayumi; Safa’nın “Hastalık bizzat hayırdır veya hayırlara
vesiledir. Hastalık, hayatın gerçek anlamının idrakine yardımcı olur. İnanan
insana ibadet hükmündedir ve İlahi bir hediyedir,” sözlerini içinde sindirmeye
çalışırken yetersizliğini görüyor, onu anlamakta güçlük çekiyordu.
Bir ara aklı kusurda güzellik bulmanın eski Japon
sanatına dayanan Wabi Sabi sevgisi ile Safa’nın durumunu karşılaştırmaya çalıştı.
Arkadaşını kusurları sevme sanatı içinde değerlendirmeye
çalışıyordu ama bir türlü kalbini ikna edemiyordu. Bu daha başka bir şeydi sanki… Safa
kusurlu değil aksine mükemmel bir insandı. O kadar çok şey bildiğine,
bildiklerini uygulayıp doğru olduğunu gördükçe ona olan hayranlığı katlanarak
devam ediyordu.
Onun kendine yabancı olan bir dünyaya pencere açmaya
çalıştığını biliyordu. Ama o pencereden bakabilmeyi bir türlü beceremediği için
de onu anlamakta zorlanmaya devam ediyordu.
“Eğer mana boyutuyla güzel şeyler olmasaydı, Yaratan
sevdiği kullarına hastalık vermezdi. İnancını yüce Nebi’nin ‘En çok musibet ve
meşakkate muhatap olanlar, insanların en iyileri ve kâmil olanlarıdır,’ sözlerinden
alarak asil bir duruş sergiliyordu. Uğradığı derdi Rabbinin celal sıfatının gam
elçisi olarak görüyor, onu bir dost gibi karşılayıp kucaklıyordu.
Bir aylık çalışma yoğun bir tempoda devam etmiş, gün be
gün hastalıkla mücadele edenlerin acılarının gerçek yüzleriyle
karşılaşmışlardı. Bazen çaresizlikle acziyet içinde baş başa kalmışlardı.
Safa’nın “Ayumi Hanım siz de bilirsiniz ki, sınırsız
aczin ve zaafın etkisiyle hastalığa yakalanan kişi, söz ve davranışlarıyla
kendini duada bulur. Yaratıcıya sığınan hastanın acıları ve sıkıntıları önemli
derecede hafifler. İnsanlar organların kendi mülkü değil de, Yaratıcı
tarafından emanet verildiğini bilmiş olsalardı, o organları koruyup kollamakla kendilerini
yükümlü hissederlerdi…” sözlerinden
kendi adına bir mana ve anlam çıkarmaya çalışıyordu.
“Bazen seni anlamakta zorlanıyorum. Hatta bazen hiç
anlamıyorum… İlerleyen zamanlarda yaşadığım olaylarla kıyaslayınca fark ettiğim
ve farkına vardığım anlar da olmuyor değil…”
“Hastalık sabır ve şükrü öğretir ibret alabilene…”
demişti de susup kalmıştı kendi kendine… Ama Ayumi nerdeyse sıkılmaya
başlamıştı. “Evimi, anne ve babamı hatta kendi yatağımı özledim…”
“Anlaşılan sen gurbeti yani uzun ayrılıkları hiç
yaşamadın…”
“Yaşamadım ya!”
“Alışsan iyi edersin…”
“Niye alışacakmışım ki…”
“Elbet daima ana kuzusu olacak değilsin ya! Elbette
evden, anadan babadan ayrılmak zorunda kalacaksın… Yuvadan uçup kendi yuvanı
kuracaksın…”
“Beni doğup büyüdüğüm taşımdan ve toprağımdan söküp çok
uzaklara götürmezsin değil mi?”
“Son sözü ben değil, daima kader söyler…”
...
Devamı Var
...
Ant-150915