Dünyada kötülükler çoğaldıkça insanlar huzur bulabilmek adına, canları pahasına topraklarını terk etmek zorunda kalıyor. Kimi zengin bir ülkede iş bulup memleketinde ailesine bakmak için kaçıyor, kimi tüm ailesini toplayıp hayatlarını kurtarabilmek için.
İnsanlar hayatı pahasına neden ülkesini terk eder? Konteynırlarda nefessiz kalma ya da denize açıldıkları botun batma ihtimaline rağmen, neden göç eder? Bu göçü yaşayan insanların psikolojisi nasıldır acaba?
Bir nevi zorunlu olarak kendi yurtlarını terk etmek durumunda kalan Suriyeli göçmenlerin meselesi ve diğer taraftan Budistlerin işkencesine maruz kalan Arakanlı mültecilerin başına gelenler, dünyanın gözleri önünde yürekleri yakmaya devam ediyor…
Evini, barkını, kazancını, birikimini ve belki de her şeyini yitirip doğup büyüdüğü memleketi terk etmeye mahkûm edilen binlerce can, onulması imkânsız trajedi ve travmalar yaşarken, diğerlerinin bunu izlemesi ciddi olarak rahatsızlık vermektedir.
Özellikle Suriyeli mültecilerin ülkemiz üzerinden biraz daha rahat etmek düşüncesiyle her şeyi göze alarak Avrupa ülkelerine deniz yoluyla gitmeye kalkmaları ve akıbetleri, izahı çok zor ve oldukça acı bir tablo…
Peki, onların duygularıyla alay edercesine; boğulup öleceklerini bile bile, ellerindeki parayı da alarak istismar edip denizin ortasında alabora olacağı belli şişme botlara tıka basa bir mal gibi yükleyip minik ve yetişkin cesetleri sahillere vurduran umut tacirlerine ne demelidir?
Kendi halkını acımadan katleden ve bunun yanı sıra koca bir medeniyeti yerle bir eden zalim, diktatör ve Nemrutun torunu Eset’e söyleyecek söz bulamıyoruz…
İnsan haklarından dem vuran Avrupa ve Amerika’yı hiç anlayamıyoruz…
Mültecilerin ülkemizde ne işi var diyerek geçmişini, tarihini ve Müslüman kimliğini unutan kimselere ne diyelim?
Bütün bunlar modern dünyada olup biterken insanlığın yeryüzünden nasıl da çekildiğini düşünmeden edemiyoruz…
Empati yeteneğini kaybedenler, kardeşlerini kendi nefislerine nasıl tercih edebilirler ki?
“Müminler, bir vücudun organları gibidir veya bir duvarın tuğlaları gibidir” buyuran Hz. Peygamber (a.s.) ümmetinin her bir ferdi bu ve benzeri konularda sorumludur…
Batının ikiyüzlülüğünü bilmeyen yoktur. İslam âleminin ise vaziyeti ortadadır. Şayet Müslüman ülkeler bu naçar mültecilere kucak açmış olsa veya Eset’e karşı güç birliği yapmış olsaydı böyle olur muydu? Bu çocuk cesetleri sahillere vurup da bu dramlar yaşanır mıydı?
Sihirli bir değnekle bu ve benzeri sorunlar çözülmeyeceğine göre yine bunu azıcık vicdanı olanlar çözecektir…
Bir kısım mülteci ölmeden sağ-salim kendisini bir yerlere atarken de problemler bitmiş olmuyor aslında. Nitekim alıştığı, uyum içerisinde olduğu işinin başında iken ve kurulu bir düzeni varken sığındıkları yerde konteynırlar içerisinde daracık bir dünyada yaşam savaşı verirken de, farklı bir takım psikolojik sorunlar yaşamaktadırlar…
İlaveten bu mültecilerin gittikleri yerlerde düşmanca karşılanmaları da apayrı bir meseledir…
Muhacir çocuklar, gençler, hanımlar ve erkekler üzerinde değişik travmaların görülmesi kaçınılmazdır…
Bu zorlu süreçte, “ensar” görevi yapmak oldukça önem arz etmektedir… Yetkililerin olumlu yaklaşımlarına paralel olarak Müslüman Türk Halkının da bugüne kadar göstermiş olduğu hassasiyeti sürdürmeleri çok mühimdir... Bu asil millet sadece Suriyeli göçmenlere değil Uzakdoğu’daki ve Afrika’daki mağdur ve mazlumlara da sürekli yardımcı olmuştur…
Yurdumuza gelen mültecilerin garibanlığı, dil bilmezliği, eğitim ihtiyaçları; fiziksel ve ruhsal sorunları göz önünde bulundurulmalı ve ayrıca bir takım saldırılara maruz kalmamaları için de çeşitli önlemler alınmalıdır…
Yüce Allah’ın kimsenin düzenini bozmaması temennisiyle…
MFK