Lapa Lapa Kir Yağıyor Üstüme
Sevgilinin koynuna
uzanır gibi boylu boyunca uzanmak yeryüzünün koynuna… Ve sırtımızı sevgilinin
yüreğine yaslar gibi yaslamak toprağa ne kadar güzelmiş meğer…
Bakışlarımızı gökyüzünün sonsuz maviliğine ve
sevgilinin dipsiz bir uçurum gibi bakan gözlerine emanet etmek, başımızı bir buluta yaslar gibi sevgilinin
omzuna yaslayıp gerçek üstü hayallere dadanmak ve kır çiçeklerini boynundan
koparıp dünyanın en güzel armağanı olarak sevgiliye sunmak ne kadar güzelmiş
meğer…
Ne kadar güzelmiş: sebepsiz
bir düş, sınırsız ve imkânsız bir gülüş gibi sarılmak sana… Ve dalgaların
sesine kulak verip bitmeyen bir sevda şarkısı gibi öpüşmek seninle…
Sevgiliyle el ele
dolaşmak, sevgilinin bir çocuk masalı gibi bakan gözlerine dalıp dalıp
olağanüstü yolculuklara çıkmak ve gecenin koynunda titreşerek yanan acemi bir
alev gibi yana döne sevişmek seninle ne kadar güzelmiş meğer…
Ne kadar güzelmiş: avuçlarımda
dallanıp budaklanan bir sarmaşık gibi senin çıplaklığını avuçlarımla sarıp sarıp
sarmalamak… Ve edepsiz ve arsız ve haylaz ve ele avuca sığmayan kadim bir aşk
gibi tepeden tırnağa özgürce sevmek seni…
Ne kadar güzelmiş
meğer: her gün kendini yeni baştan yaratan ve sonsuz bir devinimle birbirine
kavuşup duran gökyüzünün ve yeryüzünün aşkı gibi yaşamak seni…
Birazdan gökyüzü sevda
yüklü bulutlarla birbirine karışarak " seni seviyorum " diye bangır
bangır gürlediğinde ve yıldırım bir aşkla ışıl ışıl yanarak yeryüzüne
düştüğünde ve gökyüzü insanlık tarihinden çok daha eski olan aşkını damla damla
yağmurlarla yeryüzüne ilan ettiğinde ve kuruyan toprakların çatlayan
gövdesinden içeri sızarak yüreğinin orta yerine bir çağlayan gibi düştüğünde ve
yeryüzü aşkla uyanarak gökyüzüne “bende seni seviyorum” dediğinde gökyüzünün
mutluluktan şimşekler çakarak, yağmur ve bulutlarla halaya durmasına sakın
şaşırma...
Derler ki: dünyanın gelmiş geçmiş en eski, en bitimsiz
ve en büyük aşkı gökyüzü ile yeryüzü arasında yaşanan aşktır. Gökyüzü geceler
ve gündüzler boyu hiç durmaksızın yağmurlarını, rüzgârlarını, yıldızlarını, ay
ışığını, güneşini ve güneşin sıcağını en güzel aşk hediyesi olarak yeryüzüne
sunar ve havalar soğuduğunda kara dönüşür ve tane tane uçuşarak yeryüzünü
bembeyaz bir yorgan gibi aşkla örtermiş… Yeryüzü de kar sularını ve yağmurları biriktirip
çılgın akan derelere, durgun göl sularına ve dalgalarıyla kıyıları kucaklayıp
duran denizlere dönüşür ve titiz bir işçilikle yaşamın zorunlu dengesini inşa
eder ve güneşe ve aya ve yıldızlara yüzünü dönerek en güzel çiçeklerini açar,
en güzel renklerini ve en güzel kokularını gökyüzüne armağan olarak sunarmış…
Ve bu aşk öyle
ölümsüz, öyle büyük ve öyle yasa dışı bir aşkmış ki yeryüzünün bütün ağaçları, dal
budak bütün bitki ve yaprakları ve bin bir renkli çiçekleri aşk ve özgürlük
düşçüsü bir gerilla gibi yer çekimi kanununa karşı direnerek gökyüzüne
kavuşmak, bulutlara karışmak, yıldızlara, aya ve güneşe ulaşmak için her mevsim
mutlaka bir yerlerde açar ve hep yukarıya, aşka, aşkın sonsuzluğuna ve gökyüzüne
doğru uzanır dururlarmış...
Âdem ve Havva’nın çocuklarıymışız…
Yalan!
Gökyüzünün ve
yeryüzünün aşkından doğdu insan.
Birbirlerinin koynunda
uykuya dalan ve müthiş bir denge ile zıtlaşarak birbirlerini uyandıran gece ve
gündüzün o muhteşem birliğinden…
Sıcak ve soğuk
havaların her mevsim birbirleriyle çatışan ve birbirlerine çocukça küsüp küsüp barışan
hallerinden…
Ve soluduğumuz
havanın, suyun, toprağın geceler ve gündüzler boyu soluk soluğa sevişmelerinden
doğdu insan…
Âdem ve Havva’nın
çocuklarıymışız… Yalan!
Gökyüzünün ve yeryüzünün
aşkından doğdu insan.
Ve ne yazık ki insanın
insan olma sürecinde “kendisine gölge olan ağacın gölgesini bile satarak” aşklara,
şiirlere, romanlara ve masallara ilham kaynağı olan gökyüzünün ve yeryüzünün o
muhteşem güzelliğine ve insanı yaratıp yaşatan o büyülü aşkına saygı duymadı
insan…
“biz” yerine “ben”i kutsayarak…
Ve kendi egosunun fanatik bir tutsağı olarak doğanın ve kendi soyunun canına kıyarak
kendini kirletti insan…
İnsanoğlu ve kızı
olarak (insanın insana ve aynı zamanda kadının erkeğe kul, köle edildiği)
modern ve uygar bir çağa (paranın krallığına) ulaştığımızı ilan ederken aynı
zaman da hiç umursamadan soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, yaşadığımız doğayı,
paylaştığımız sevgiyi, dokunduğumuz, ulaştığımız hemen her şeyi insanlığa yabancı
kılarak barbarca kirletmeyi ve katletmeyi bir güzel becerdik ve kendi
ellerimizle "modern " ama barbar bir çağ yarattık.
Petrolü, elması,
altını, parayı, iktidar olma hırsını insandan daha değerli ve daha kutsal
sayarak, en değerli şeyin insan olduğunu ve diğer değerlerin, sadece insan
yaşamının basit birer parçası olduğunu unutarak insan yanımızı ve aklımızı
kirlettik.
Mevsimleri, günleri,
ayları kirletiyoruz mesela… Gök kuşağına düşmancasına bütün renkleri
kirletiyoruz... Beyazı, maviyi, yeşili, sarıyı, kırmızıyı, moru… Ve hatta kirlerimizi
görünmez kılan siyahı bile kirletiyoruz artık.
Sözler kirleniyor
mesela... Ve oluk oluk yalan akıyor insan sohbetlerinden.
Köşelerinde
kalemlerini satışa sunuyor bazı yazarlar... Gerçekler çarpıtılınca ve utanmazca
yalan üzerine kurulunca yazılar kalemler kirleniyor… Yalana yardım ve yataklık
eden yazılar kirleniyor mesela yazarlarıyla birlikte satır satır… Ve “a” dan
“z” ye tüm harfler kirleniyor birer birer… Ve okudukça kirlenen biz oluyoruz
aslında...
Afrika'yı kirletiyoruz
mesela... Kara derili kardeşlerimizin açlıktan gebermesini bir film gibi
kayıtsızca izlerken...
Zeytin dallarını ve
güvercinlerin kanadını kırıyoruz bir bir… Savaşlarla, insan yanımızı ve barışı
kirletiyoruz mesela... Irak’ı, Suriye’yi, Filistin'i, Kürdistan’ı, orta doğuyu
ve dünyanın dört bir yanını kanla kirletiyoruz… Kadın ve çocuk ölümleriyle…
Lapa lapa kir yağıyor üstüme…
Yağıyor, yağıyor, yağıyor… Hiç durmaksızın… Üstüm başım kir…
Birazdan gökyüzünde
şimşekler çaktığında, yağmurlar damla damla toprağa düştüğünde ve gökyüzü bulutlara
bürünüp "seni seviyorum " diye gürleyerek haykırdığında yeryüzüne... Ve
yeryüzü koskocaman gülüşlerle en güzel çiçeklerini açarak aşkını ilan ettiğinde
gökyüzüne, hep birlikte el ele tutuşarak sokağa çıkmanın, yağmurun altında
sırılsıklam ıslanmanın ve içimizdeki kirden sonsuza kadar arınmanın ve içimizdeki
insanı ortaya çıkarmanın tam zamanıdır.
21 Şubat 2016
Savaş Karaduman
(
Lapa Lapa Kir Yağıyor Üstüme başlıklı yazı
Savaş tarafından
22.02.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.