Doğruluk üzerine kurulmuş dini bütün bir insan gibi yaşarken, her şey yolundaymış gibi nefes alıp gezerken, arabasıyla bir gün yol alırken, açık penceresinden aniden bir ses gelir adamın kulağına.
Arabasını durdurdu ve dışarı çıktı. “Ah!” diyordu yerdeki yaralı adam. “Ne oldu?” diye sordu ki, cevabını alamadan arkasından başına vurdular, yere düşüvermişti oracıkta. Uyandığında o diyordu “Vah!” diye. Başında ağrılar acı veriyordu. Çevresine dikkatle baktı. Arabasının yerinde yeller esiyordu. Şaşkındı. Ne yapacağını bilemiyordu. Ayağa kalkıp, arabalara el kaldırmaya başladı. Hiç biri sanki onu görmüyor, yanından hızlıca geçip gidiyordu. Telefonu ve parası ne varsa çalmışlardı. Eğer telefonu çalınmasaydı, polisi arayacaktı. Üstü toz duman içinde kalmıştı. Aynasına baktığında, başında kanamış yaranın kuruyan kanları ile irkildi bir an. Üzüntü ve düşünceler ile yürümeye başladı. İçinden şöyle diyordu ”Herhalde bir film çevirdiğimi sanıyorlar ki durmuyorlar ya da öldüm ve ruhumla yürüyorum, bedensiz!”
Ah! Diyeni gören
Vah!
Çekermiş meğer!
Önündeki çalılıkları aştı. Kalabalık bir yere geldi. Adam nereye dönse kahkahalar, şakalar… Kadeh kaldıran kaldırana! Birine sordu “Burada neler oldu?” adam gülüyordu ve konuşmuyordu. “Gül!” diyordu sadece. İçki içmezdi. Susamıştı. Su aradı. Musluktan bile içki akıyordu. İçinden “ Acaba bu rüya mı veya nasıl bir şaka, eğer şakaysa?” Sahibi olduğunu sandığı her şeyini çalmışlar, yokluğunu bir türlü kabul edemiyordu. Oturup ağlamaya başladı kaldırımda. Üstüne yürüdüler ve rastgele bedeninin çeşitli yerlerine vurmaya başladılar, gülerek! O da gülmeye başladı, alkışlar onaydı. Omuzlar üzerine aldılar kahkahalarla… İçkiyle yıkadılar, zorla içirdiler! Kendisi de gülmeden duramıyordu artık. İçinde hala şaşkınlık vardı hatta bildik sorgulamalarda ama vicdanı rahatsız olmadan gülüyordu işte. Sonra başını kaldırdı. Karşısında duran bir levhanın içindeki yazı gözüne ilişti.
“Ne kadar gülersen o kadar ölürsün! “
“Ne
kadar içersen o kadar bu dünyadan geçersin!”
“Ağlayan-acı
çeken görürsen vur, akan gözyaşını durdur!”
“Ve
güldür…”
“İşte
cinayet budur. Bulursun afiyet!”
…
En zirvede tek gözlü Deccal, gülerek gözüyle ona göz kırptı yanındaki levhayı oku diye göstererek…
“Sende oldun bizden, şeytan!”
Yazıyı okur okumaz, bu mide bulandırıcı söz kulaklarında çınlarken çöle doğru hızla koşmaya başladı. Dünya aşkıyla dolu Leyla'ları geride bırakarak... Anadan doğma girdi kumun içine. Yaktıkça kum, insanlığına ışık saçtı bu durum. Ne üstünde var olana artık heves etti, ne var deyip de oyalandığından yansıyan aynalarında ki varlığını hissetti… “Yokmuşum bu dünyada ben, bu ten ile ezelden. Misafirmişim meğer? Ne verirlerse sınav, sahiplenirsen oluyorsun av!” dedi. Elest âlemindeki sözünü hatırladı.
“Hani Rabbin Âdemoğullarından (yani) onların sırtlarından zürriyetlerini çıkardı ve onları nefislerine şâhit tutarak, bilinçlendirerek : “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da: Evet Rabbimizsin şâhit olduk dediler. Bu şâhitlik kıyâmet gününde biz bundan gâfildik dememeniz içindir.” (A’raf – 172 )
Kalbinin en derin yerinden gelen, samimiyetle, Kelimeyi Şahadet getirdi o an. Özü, sözü, yüzü çözüldü kum oldu, ilahi yel ile çölde savruldu. Görenler çöl kumu deyip bakıyor ona şimdi. Kendisini görende, hatırlayan da olmadı bundan sonra…
Kısacası bu öyküde; insan ne kadar imanla donanımlı ve bilgi sahibi de olsa, başına kötülük gelebileceği gibi kandırılabileceği zayıflıkta yaratılmıştır. Bu yüzden her an yaptığı ibadet ve Allah'a olan samimi teslimiyet ile kendini koruyup öbür dünyasını kurtarabileceği; kısacası yaptığı ameliyle değil, Allah'ın rahmetiyle nihai cennete gireceğini unutmamalıdır. Yaptığı kırıntı ameline bakarak, kendisine cennetim garanti kuruntusuyla güvenmemelidir de...
Saffet Kuramaz