Bir şarkı, bakmışsın usul usul uyandırıyor içimizdekini. Sağanak gibi boşalmaya hazır onca yılın birikimi...
Bizi sarıp sarmalayan, günün tekdüzeliğinden bir nebze olsun 
uzaklaştıracak o sihirli etkiye hangimizin itirazı olabilir ? 
Feyruz'un Sesinde tam da böyle bir öykü. Feyruz, tiz sesiyle öykü kişisini peşine takmış. Ama ben daha çok öykü diliyle işletilişine odaklıyım bunun. Kurmaca ve dil oyunuyla özgün kalabilen bir kalemin yazdıklarına, bakıyorum.  
 " Habbeytak Bissayf " ı  bir bayram günü ayağının tozuyla otobüsten inerken işiten Rima, hayatın eksik parçalarını tamamlamak üzere çıktığı yolculukta amacına ulaşabilecek miydi ? Hayat yapboz gibidir ona göre. 
Parçaları yaşanan andan geriye, çocukluk günlerindeki ilk izlenimine kadar dağılmıştır hep. Simge yığını olup zaman mekan dışı bir gölge varlığa dönüşmüştür.
Bu ses... Arabesk. Çeşitliliği, onca enstrümanıyla alçalıp yükselen,  coşkusuna gem vurabilen parçalardan bir ritimdir sadece. Derken kendisinin başka seslerle yoğrulduğunu da gösteriyor bize öykü kişisi . Kumru ötüşüyle mesela. 
" Bir kumru buğusu duyarsın. Uzun ötüşlerle çağırır seni güne."
Şu cümlelerinde zaman döngüsü taze başlangıçlarıyla ağırlığından kurtarılmak isteniyordur sanki, " Gu guuk guk ... Gu guuk guk... ' uyandırmak için usul usul seslenir. Yine de yetmez bazen sesi, göğün yüzünü doldurmaya.' "
Göğün yüzünü dolduracak sesi düşünüyorum bu kez. Ne olabilirdi? Hangi canlının avazı yetişirdi ulu göğe ki onu bütünüyle boşluğa yer bırakmadan  böylesine doldurabilsin. Tahminim, bunun ancak insana ait olabileceği.
 Madem yaşıyorduk, madem ki onca sorumluluğumuz vardı . 
Satırlarda ilerleyince yanılmadığımı görüyorum. Bir kadın. Bir ana, şefkat dolu yüreğinden diline yansıttığı sözcüklerle sesleniyordu.
" Canımsın ! Uyan. Kalk hadi ! Sabah oldu. Bak, bugün bayram.  "
Sevgi, ete kemiğe bürünmüştür seslenişinde.
 Ve başka zaman mekan bu kez,  usulca şarkı mırıldanan ana. Belki bir kızın  duyacağı kadar, fısıltıyla.
 Yapbozun parçası olacağını bilemese de ilerisi için bunu sezdiğini anlıyorum genç kızın. 
" Leylakları sümbülleri/ Soldurdun gonca gülleri "
Parçaların izini sürmeyi bırakıp bu kez aklıma takılan başka bir soruya cevap verip vermediğine bakıyorum yazarın. Rima sesin çağrısına uyarak hem iç hem dış dünyasında eş zamanlı olarak gerçekleştirdiği yolculuğa ya hiç çıkmasa, olmaz mıydı ?
Alınyazısı... Sona doğru yaklaştıkça Içimizdeki parçalarla bütünleşeceğimiz sürece bir ad buluyorduk belki. Farkındalık nedeniyle teselli oluyor ya da alnımıza yazılanda payımıza düşen  hisseyle işte böylesine
hareketleniyorduk.
Öyküde soruya cevap bulmak belki amaçlanmadı.  Ama kimi satırlar sanki bunun izini sürüyor.
Çepeçevre kuşatılmışlığın dayattığı gerçeklerle yüzleşmek bir tür kaygılanmaya neden oluyor. Yoksa bunun telaşıyla gerçekten oyun mu oynuyorduk?
Ip ucunda salınan kuklalar gibi. Hareketlendikçe karşındakini hatta çoğu zaman kendini dahi şüphe içinde bulacağın bir oyuna yazgılıydık. Nerede başlayıp nerede bittiğinin hep cevabını  arıyorduk.  
Öykü kişisinin Antakya'dan ayrılışının anlatıldığı kısım bu açıdan önemli olsa gerek; 
" Kader çizgilerinde hep yol/culuk vardır Rima'nın. Öylesine bitimsiz. Dört bir yanını dolaşıp durur dünyanın.' Işim gereği! 'der soranlara. Oysa alnına yazılıdır çizgileri yılların, avuçlarının ta içine, hatta ve hatta gözlerinin bebeğine."
Ama itiraf etmeliyim ; iç, dış mekan betimlemelerinde gayet başarılı bir dil. Öğreneceğim... Anlatımın zenginliğine kapılarak betimlemeleriyle gün yüzüne çıkan her bir kişilik özelliğini keşfetmenin hazzını duyacağım. Kasvetli duruşlarına, umutsuzluğa kapılmadan yollarına devam edebilmelerine öylesine odaklıyım ki dikkatimin başka yere kaymasına gönlüm razı olmuyor nedense. 
Rima'nın yalnız biri olarak yaşlanmak istemediği için yıllar sonra döndüğü baba ocağında Ali'nin gönlünü şöyle bir yokladığı anlaşılıyor. 
Karşılık bulacağını umalım. Ve hikayesi yalnızca ikisiyle sınırlansın. Ama ya pencereden hepimiz adına bakmışsa yaşama, varoluş sancımızı nasıl açıklayacağız? Cevaplanacak onca soruyu geride bırakarak kayıtsızca bir satırdan diğerine geçiyor, hızına yetişemediğim zaman izleklerine takılarak soluklanıyorum biraz.
' Feyruz'un Sesinde' , Merve Koçak Kurt için belki bir arayış öyküsü. Dilce giderek sadeleşen, anlamca daha da katmanlanan, ancak dikkatli okurun yakalayacağı detaylarıyla yoluna usul usul devam eden öykücülüğü şimdiden zirveyi zorlamış görünüyor.
Zaman, mekan ve öykü kişilerince iyice belirginleşmiş yeni kurmacalarla çıkabilir karşımıza. Ve bu, o öykülerin öncüsü olabilir. ' Feyruz'un Sesinde' ,  bu dönüşümü seslendirmesi nedeniyle farklı bir değer taşıyor diyebilirim.
Son olarak, Feyruz'un çağrısına okurun ses vereceğini düşünüyorum. Geçmişe duyduğumuz hasrete dil dudak kesilmişti çünkü. Aynı dağın, aynı ırmağın serinliğinde yatışacak sanrılarımız sonra, evet vardı hep içimizde. Ve Rima görmüştü bunları.

 29/01/2016

A. AKDENIZ
( Rima Bir Kişi Güncesinde başlıklı yazı Aydin Akdeniz tarafından 9.09.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu