Yunus Emre hayatından deneme

BÖLÜM -1-

 

Bursa ilinde yaşayan iyi tahsil görmüş okuma yazma bilen tahsil gördüğü okullarda arkadaşlarının kendisine molla dedikleri Kasım isminde biri varmış.

Molla Kasım günlerden bir gün geziye çıktığı bir zamanda Porsuk çayı kenarında gördüğü bir pınarın başında mola vererek dinlenmek istemiş. Acıkmış karnını porsuk çayından tuttuğu balıkları pınarın başında yaktığı ateşte pişirip yerken aksakallı, yaşlıca bir başka yolcu yanına çıkagelmiş.

Molla Kasım onun aç olduğunu düşünerek, yemeğine buyur etmiş ve beraberce hoş beş ederek tutulan balıkları beraber yemişler.

Artık kalkıp yola gitme vakti gelince, Molla Kasımın yanına gelen yaşlıca aksakallı yolcu, tam vedalaşıp gideceği yanından ayrılacağı sırada, Molla kasımın eline rule haline getirilmiş bir tomar kâğıt sıkıştırarak, bunlar sana emanetimdir yemdir benden sonra bunları okursun demiş ve oradan uzaklaşıp ortalıktan kaybolmuş gitmiş.

Molla Kasım eline sıkıştırılan 2000 kadar kâğıt tomarını tek, tek açarak okumaya başlar bakar ki bu kâğıtlarda Yunus Emre adında bir şahsın şiirleri vardır. Hepsini teker, teker okur beğendiklerini heybesine, beğenmediklerini ya ateşe atar ya da ırmağa atar kala, kala bin kadar beğendiğini de heybesine koyar atına biner bu şiirleri yazan Sarı köydeki Pir Sultanı bulmaya onunla konuşmaya gider.

Gide, gide sarı köye varır ve Yunus Emre tekkesine misafir olur. Yer içer geceler Yunus Emre’nin sevgisini kazanır yolda gelirken porsuk ırmağı kenarındaki adamın kendisine verdiği şiirlerden bahseder ve der ki ben senin şiirlerinin bin kadarını beğenmedim onların bir kısmını yaktım bir kısmını da suya attım geri kalanları da kendimde saklıyorum der.

Yunus Emre bu konuşma üzerine demiş ki, benim şiirlerimin bir kısmı yer ve suların hakkıdır bir kısmı’ da insanların hakkıdır sen de, bunları ayırmışsın iyi de yapmışsın emanetlerimi onları yerlerine teslim etmişsin bunun hiç üzülme der onun içindeki mahcubiyeti giderir.

Aradan zaman geçer Molla Kasım Yunus ile samimiyetini artırınca, Yunus Emre’nin hayatını kaleme alıp kitap haline getirmek ister ve bu isteğini derviş Yunus Emre’ye açmış.

Yunus der ki bir kitap yazmak istiyorsan benimkini değil Taptuk Emre dervişimin kini yaz der. Önce kendi hayatının yazılmasını kabul etmez ama sonradan ısrarlara dayanamayarak yazılmasına müsaade eder ve o hayatını anlatır Molla Kasım da kendisine anlatılan hayat hikâyesini kaleme alıp yazmaya başlamış günlerce yanında kalan şeyh Molla Kasım’a hayat hikâyesini şöyle anlatmış.

Yunus annesi ve babası ile mutlu yaşarken babası KAYSAR ALP sık, sık başka yerlere gider evinin nasibini getirir ailesi ile paylaşırmış.

Yunus henüz küçük yaşlarda iken annesini kaybetmiş ve babası Kaysar Alp ile yalnız yaşamaya başlamış.

On yaşlarına gelince, günlerden bir gün babası her zaman yaptığı gibi onu yaşadığı köyde yalnız bırakıp başka yere gitmiş fakat babası her zaman gittiğinde kısa bir süre sonra döndüğü halde bu defa bir daha dönmemiş ve ortalıktan kaybolmuş.

Bu olayların olduğu yıllarda, halkın onlara çekik gözlüler diye hitap ettiği Moğollar Anadolu’u istila etmişler, onlar her tarafı yakıp yıkıyorlarmış şehirleri köyleri mezraları basıp insanları öldürüyor kimilerini esir alıp zincirlere bağlayıp götürüp onları esir pazarlarında satıyorlarmış.

Böyle bir yılda bir gün yine bu Moğol askerleri Yunusun yaşadığı yeri basarak halkı kılıçtan geçirirler ve on yaşındaki Yunus’u da babası yokken esir alıp götürmüşler yok pahasına bir esir pazarında namına Arn usta dedikleri yine kendisi Moğol olan, bir zindan baş görevlisine bir cellat a satarlar.

Bu cellat sürgünde bulunduğu, Rodos şövalyelerinden dövüşmeyi öğrenmiş kılıç kullanmayı öğrenmiş iri yarı cüsseli korkunç bir yüzü olan bir Moğol asıllı yine Moğollar adına işkence yapma işlerinde Moğol zindalarında Moğollar adına görevli bir başgardiyan imiş.

Her ne kadar dış görünüşü itibarı ile acımasız biri gibi görünse de içinden iyi yürekli fakat işini de yaparken iyi yapan biriymiş.

Bu Arn dedikleri cellat satın aldığı on yaşındaki Yunus’u yıllarca yanında çırak olarak çalıştırır. Onu yanında iyi bir işkenceci iyi bir cellat olması için uğraş vermiş on beş on altı yaşlarına gelince, ustasının güvenini kazanan ve yaptığı bazı yeniliklerle zindana getirilen esirleri veya konuşturulmak istenen suçluları iyi konuşturan biri olmuş çıkmış.

Yıllardan bir gün o yörede, Moğollara musallat olan Alam uslu kabilesinden onlara devamlı vur kaç yolu ile zararlar veren her seferinde değişik kıyafetlerle çalışan iki yiğit silahşör çıkmış. Bu silahşör ler bağlı oldukları kabile adına çalışıyor ve onlar adına Anadolu’u işgal eden Moğol askerlerini yaşadıkları yerlerden kovmaya çalışıyorlarmış.

Bir gün Moğol askerleri bu iki yiğit silah sörlerden birini yakalarlar ama öbür arkadaşını ellerinden kaçırırlar.

Yakaladıklarını konuşturup, öbür kaçan arkadaşının kim olduğunu nerede yaşadığını işkence yaparak öğrenmesi için getirip, Yunus’un zindandaki ustası olan Arn ustaya teslim ederler.

İşkence yaparak konuşturmada usta olarak bilinen bu usta onu işkence masasına yatırmış artık bildiği bütün işkence metotlarını bunun üzerinde deneyerek kendisine Moğol amirleri tarafından verilen emir gereğince adamı konuşturmaya çalışmış.

Günlerce yaptığı işkencelerle uğraşmasına her çeşit işkenceyi denemesine rağmen bir türlü konuşturamadığı Alamuslu esire işkence yapmaktan yorulan zindancı bunu biraz da sen konuşturmaya çalış diyerek çırağı olan artık güvendiği, en az kendisi kadar işkence yapmakta ustalaştığını düşündüğü Yunus’ a teslim eder. Kendisi dinlenmeye çekilir.

Yunus içinden der ki ben bunu konuşturmayı başarırsam, belki kölelikten azat edilirim ya da daha üst mevkilere yükselir kendi başıma çalışmaya başlarım düşüncesi ile adamı konuşturmak için işkence tezgâhının başına gelir işkenceye başlar.

Hiç konuşmayan suçlu Yunus’un gözlerinin içine bakar evlat uğraşma sen bu işi yapacak biri değilsin ben senin babanı tanıyorum sen de onun gibi iyi yürekli birisin bu iş iyi yüreklilere göre bir iş değil der.

Yunus onun ağzından, yıllardır arayıp’ da bulamadığı eve dönmesini beklediği dönmeyen babasının ismini duyunca şaşar ve onun yalan söylediğini düşünerek kabul etmez, işkenceye devam etmek isterken birden bayılır.

Gözünü açtığında kendisini elleri kolları bağlı bir atın terkisinde önünde iki atlı giderken bulur.

Bakar’ ki önlerinde işkence yapmak istediği adamla yanında bir ikinci adam kendini elinden kolundan bağlamış atın üzerine atmış götürüyordur.

Sen zindandan nasıl kaçtın beni nereye götürüyorsunuz diye bağırmaya başlamış.    

Adamlar ayıktığını görünce dururlar derler ki, bak işte bu yanımdaki adam senin ve ustanın öğrenmek istediği arkadaşımdır der.

Yunus şaşırır bir sürü silahlı adamlarla iyi korunan zindandan iki kişinin kendisini kaçırmasına hayret eder.

Yunusun bindiği atın terkisinde bir heybe heybenin içinde ise onun eşyaları ve zindanda çalışırken yıllarca biriktirdiği altınları paraları vardır.

Heybenin diğer gözünde ise bir torba yine onun içinde altınlar vardır. Şaşırır bunlar nedir diye Alamuslu fedailere sormuş.

Alamuslu fedailer yanına gelerek onun elini kolunu çözer derler ki bu at senin olsun var git babanı bul ona da bizden selam söyle heybendeki altınları hediyemiz olarak ona ver bizden de selam söyle o bizi hatırla demişler Yunus’u serbest bırakmışlar yollarına devam edip gözden kaybolmuşlar.

Yunus düşünür geri dönse, kendinden şüphe leçekler ve kendini zindana atacaklar dönmese gideceği bir yer yoktur yörede tanıyacaklar yakalayıp öldüreceklerdir. Bir müddet şaşkınlık içinde düşünürken bir mağarada saklanıp çareler aramayı sonra da Alamuslu fedailerin babasını gördük dedikleri yerlerde babasını arayıp bulup onunla birlik olup eve dönmeyi düşünmüş.

Tanınmaktan bir işkenceci bir bir cellat olmaktan korkan Yunus halktan uzak ıssız bir yerde bir mağara bularak bu mağaraya girer giderken yolda topladığı yabani yemişleri yiyerek bu mağarada geceler.

Gece olur tam yatacağı sırada bir kurt yavrusu ve bir de köpek yavrusu mağaraya girer. Onlarla beraber mağarada sabahlayan Yunus bakar ki kurt çıkmış gitmiş köpek yavrusu yanında kalmıştır.

Atına biner Alamuslu fedailerin yerini tarif ettiği yere babasını aramaya giderken arkasından da mağarada gördüğü köpek gelir. Bir zaman beraber gittikten sonra yolda giderken uzaktan zincirlere vurulmuş orta yaşlı çocukların esir pazarlarına doğru götürüldüğünü görür, kendi başına geleni hatırlar ve onları kurtarmak ister.

Takip edip mola verdiklerinde, bir fırsatını bulur bu esir çocukları kurtarır. Onları kaçırarak onlarla birlikte, bir çete kurar dağlara çıkar hem babası arar hem de köyler kervanlar basarak yaşamaya başlarlar.

Dört beş sene kadar hayatı bu şekilde dağlarda geçse de babasını bulamadığı gibi, bu hayatın sonu olmadığını da öğrenerek eşkıyalıktan vaz geçip bir köye yerleşerek çalışıp para kazanmayı düşünmüş.

Bir müddet gittikten sonra Emin ağa denilen zengin Müslüman olmuş bir köy ağasının koyunlarına çoban durur.

Ağanın oğlu yokmuş sadece Elif adında güzel bir kızı varmış.

Ağa oğlu olmayınca, Elindeki tek kızını meğer erkek gibi yetiştirmiş okullarda medreselerde okutmuş ona okuma yazmasını ilim öğretmiş silah kullanmayı düşmanlara karşı kendini savunmayı sonra dağlarda ata binmesini o sıralarda dağlarda gezinen köyler basan insanları öldüren Moğol denen çekik gözlü düşmanla karşılaşması halinde kendini korumayı öğretmiş.

Veya o zamanlarda yine dağlarda gezen kervanlar basan eşkıyalarla Bizans soğuk nefeslileri dedikleri devriyelerle karşılaşması halinde dövüşmeyi kendini korumasını öğretmiş.

Yunus bir gün dağlarda ağasının koyunlarını güderken, boyuna bir kılıcın dayandığını hisseder. Döner bakar ki bir bayan güzel mi güzel yüzleri ay gibi parlayan gözleri yıldız gibi yanan erkek gibi güçlü biridir.

Sen kimsin benden ne istiyorum neden öldürmek istiyorsun derken, bu kızla tanışır kız ona, Yunus buna âşık olur.

Yunus çok beğendiği yüzlerinde ay gözlerinde yıldız gördüğü ağanın kızına yıldız anlamına gelen Sitare demeye başlar.

 Zengin köy ağası kızını bunla evlendirir iç güveysi halindeki Yunus ağanın kendine sağladığı zenginlikler içinde asıl ismi Elif olan Sitare ile yaşamaya başlar.

Sitare doğum yapar bir erkek çocuk meydana gelir. Bu erkek çocuğunun adını İbrahim koyarlar.

Oğulları İbrahim yedi sekiz yaşlarına gelince Sitare ikinci çocuklarına hamile kalır fakat bu arada babası toprak ağası yaşlanmış ağır hastalığa yakalanmıştır.

Doğumuna yakın bir zamanda kızını ve damadını yanına çağırır nasihatler vermeye başlar bir müddet nasihat ettikten sonra, malını mülkünü neyi varsa kızın ve damadının oturduğu bir göz odalı evinden başka her şeyini Selçuklu sultanına bağışladığını söyler ve gözlerini yumarak gerçek dünyasına kavuşur.

Birkaç gün sonra ikinci oğulları dünyaya gelir bunun da adını Yusuf koyarlar.

Bir göz odalı evde babalarının bıraktığı birkaç koyunla yaşamayı sürdüren Yunus ve çok sevdiği eşi, Sitare ve oğlu İbrahim ve yeni doğmuş İsmail zar zor şartlar altında yaşarken bir gün yine çekik göz dedikleri Moğol eşkıyaları köylerini basar herkesi kılıçtan geçirir evleri yakar.

Gece evlerinin yandığını gören Yunus hemen yatağından kalkarak zar zor uyandırdığı eşini ve çocuklarını dışarıya çıkarır fakat geride oturacak bir evleri de kalmamıştır.

Bu yangın sırasında, oğulları İbrahim’  in başından yaralandığını görünce Yunus oğlunu kucakladığı gibi birkaç sokak ötesinde yaşadığını bildiği hekimliği ile ünlü Satı kadın dediklere yere koşar fakat yolda ona ulaşamadan kucağındaki oğlu İbrahim in öldüğü görür.

Acılar içinde oğulları İbrahim i toprağa vererek, köyde kalan Satı nine ve birkaç aile ile birlikte Moğol saldırılarına karşı emin bir yer olarak duydukları Sarı köye göç etmeye karar verirler.

Köyde kalmış Moğolların gözünden kaçmış birkaç mandalarla inekleri kağnı arabalarına koşup kurtarılmış eşyalarını yükleyerek, zor koşullar altında gizli yollardan geçerek Sar Köye varırlar yerleşirler.

Sarı köyde köylünün de kendilerine yardımı ile yeni evler yaparlar tarlalar alırlar ekip biçerek yaşamaya başlarlar.

Bir gün Yunus’un dağlara odun toplamaya gittiği sırada burayı da, Moğollar basar herkesi kılıçtan geçirir evleri yakar gider.

Yunus eve döndüğünde herkesin öldüğünü eşinin ise, elinde kılıçla birkaç kişiyi Moğol askerini öldürdüğünü fakat kendisinin de öldüğünü görür fakat ölenler arasında oğlu İsmail i göremez aramaya başlar.

Biraz ileride hala ölmemiş olan ölüler arasında ölü gibi yatan Satı kadını bulur o günlerde beş altı yaşına gelmiş olan İsmail adındaki oğlunun nerde olduğunu sorar.

Satı kadın oğlunu görmediğini söylese’ de köyde sağ kalanlardan birinden çocuğunun Moğol askerleri tarafından kaçırıldığını öğrenir.

Çok sevdiği eşine ve oğlu İsmail in kaçırıldığına üzülen Yunus eşini çok sevdiği Sitare’ sini mezara vererek ondan kendisine hatıra kalan, üzeri yıldızlarla işli yün heybesini atının sırtına atarak içindeki acılarını unutturmak için Aslanlı Hacı Bektaş dergâhına gitmek üzere yola çıkar.

Acılar içinde, günler yol gittikten sonra dergâha varır derdini sonra zaman içinde kendi başına gelenleri Hacı Bektaş Veli hazretlerine anlatır.

Hacı Bektaş Veli Yunus’un derdine çare olamayacağını ancak kendisinin Taptuk Emre’nin çare olabileceğini söyleyerek onu birkaç gün dergâhında misafir ettikten sonra ona gönderir.23 Şubat 17

 

Devamı gelecek sayfada.

 

 

  

 

 

  

( Yunus Emre Hayatından Bölüm 1 başlıklı yazı Ahmet Yüksel tarafından 23.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu