...
Ahsen: “Bir yer biliyorum
oraya gidelim.” diye cevap verdi.
Caddeler, artık insan ve
araç yükünü taşıyamaz olmuştu. Yeşil alan olarak ayrılan bir yer; delik deşik
edilmiş hızla bir otopark inşaatı devam ediyordu. İnşaattaki devasa vinç
kule, Osman Gazi türbesine doğru baş
kaldırmıştı. Altıparmak’a batı yönünden
gelen caddenin karnı yarılmış, toz toprak içinde çalışan kazıcının hırıltısı
caddenin gürültüsüne karışıyordu.
Osman Gazi türbesinin
bulunduğu tepeden baktığınızda; Bursa genelde ayakaltında kalıyordu. Şehir
merkezinde; hava koridorları olmayan önü veya sonu kapalı caddeleri olan, yeşil
alandan mahrum çarpık yapılaşma göze çarpıyordu. Bursa’nın yeşili gitmiş,
betonlaşmanın kızılı gelmiş olduğu görülürdü.
Tepe etrafında yapılan
yürüme merdiveni Osman Gazi’nin bilinçsiz ve şuursuz torunlarına; aşk merdiveni olarak hizmet vermeye devam
ediyordu. Hemen hemen her oturakta sarmaşıkvari oğlan ve kızları görmek mümkündü. Televizyonla kazanılmış; bu batı tarzı yaşamı
hazmedebilenlerin yerleri haline gelmiş. Düşünen insanın değerinin olmadığı
hatta hapsedilen bir ülkede; bu gençlerin yaptıkları normal, düşünenlerin
durumu anormaldi sanki.
Ahsen Bey: “Hey gidi be hey,
Osman Gazi atam; yattığın şu yerde rahat mısın? Şu bir kulağı küpeli, saçları
ensesinde, ağzında sigara ve yanında on dört yaşında erdemliliğinden habersiz;
kol kola sigarasına eşlik eden şu genç kız senin torunların mı? Hem de yatmakta olduğun türbenin yanı başında.
Ucube, zalim bir imparatorluk olan Bizans’tan aldığınız yeryüzünün en muhteşem
ve nadide topraklarını; geçmişini ve asli vazifesini unutan bu nesile mi
bıraktınız? Sana yapılacak sitem bile haksızlık sayılır ya!”
“Ya sen Galip Hoca, her
şeyin hercü merc olduğu, Osmanlının son demlerini yaşadığı ve ulusal bir
kurtuluş savaşının yaşandığı günlerde çıktığın cami minberlerinde ve
meydanlarda “Hala dağınık mı kalacaksınız? Hala ne zaman silkinip
toparlanacaksınız. Yunanın entarili askerlerinin toprağınıza ve namusunuza
tecavüz etmesini mi bekliyorsunuz?” diye sesleniyordun...”
“Sizler, perma perişan
yokluk ve sefaletle can yoldaşı olduğunuz, yedi düvelin leş yiyen kargalar gibi
Osmanlının mirasına üşüştüğü günlerde bu milleti ayakta tutmasını, savaşmasına
ve onurunu kurtarmasına öncü oldunuz.”
“Siyaseti ve demokrasiyi
kıyma makinesi yapan, acımasızca ve şuursuzca muhteşem bir geçmişi olan bu
milleti nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilmeyen mefkûresiz bir millet
haline getirdiler. Ağlanacak halimize güler olduk.” Duyguları içinde hayıflanıyordu
müteahhittin arkadaşı Ahsen.
“Vatan yalınız verimli
toprakları, güneşli sahilleri, yemyeşil ormanları, asfalt yolları ve mamur
şehirleri dar bir toprak parçası değildir. Vatan: muazzez şehitlerin kanlarıyla
yoğrula yoğrula kutsileşen mümbit ovalardan taa kıraç tepelere varıncaya kadar
şüheda fışkıran ve şairin”:
“Bayrakları bayrak yapan
üstündeki kandır.”
“Toprak, eğer uğrunda ölen
varsa vatandır.” Mısralarında ifadesini bulan bir bütün değil miydi?
“Bunlar mı kağanların,
hakanların, padişahların torunları? Bir zamanlar Yunus’ları, Mevlana’ları,
çıkaran toplumda, şimdi yenilerini bulamamak ne acı!”
“Doğruya karşı kadife,
hasmına karşı çelik olanlar nerede? Kötüye karşı Allah’ın gazabı, mazlumu
koruyan Allah’ın kılıcı Türkler bu gün nerede?
Savaşta düşman eli değmemiş fakat barışta düşmana karış karış satılmak,
istenen şu mübarek vatanı ve Türkiye’nin acı karanlığı içinde yaşayanlar
nerede? Bir Bilge çıkmalı yine ve Ey Türk titre ve kendine dön demeli...”
duyguları içinde hayıflanıyordu müteahhittin arkadaşı.
Osman Gazi tepesinin eteğinde;
eski iğreti şekliyle kalan tek yerdi burası. Anlaşılan onlara da şu veya bu
sebeple inşaat izni verilmemiş olmalıydı.
...
Devamı Var
...
Bursa-140998