CANIM
BABAM
“Baba” sözünün çağrışımı herkeste aynı mıdır bilemem ama bendeki anlamı dürüstlük, adalet, sevgi ve saygı demektir. Bu söz bende hep güven hissi uyandırır ve hiçbir zaman korkuyu çağrıştırmaz. “Baba” denilince içimi bir sıcaklık sarar. Ölümünden sonra ise bu hislerime bir yenisi eklendi: özlem… Yanı sıra ince bir sızı, için için kanama…
O; daima doğruları konuşurdu, açık sözlüydü. Bazen karşısındakini şaşırtacak kadar gerçekçi, ne diyecekse düpedüz söyleyen, kimsenin önünde eğilmeyen, alnı açık, başı dik bir adamdı babam… Adamdı, adam gibi adam…
Çok sevdiğim ve çok beğendiğim şairlerden biridir Can Yücel… “Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim” diyor bir şiirinde. İşte ben de hayatta en çok babasını sevenlerdenim. Nasıl sevmem ki babamı? Atatürk, vatan, millet sevdalısı; merhametli; ilkeli; aydın bir kişiydi. Sulu göz biri değildi ama milli maçları kazandığımızda bayrağımız göndere çekilirken hüngür hüngür ağlardı. İstiklâl Marşımız okunurken tüyleri diken diken olurdu. Vatan, millet, Atatürk sevgimi ondan aldım. O zamanlar tanıdıklarımızın ve konu komşunun evlerinin duvarlarında aile fotoğrafları asılı olurdu, bizim duvarlarımızda ise çerçevelenmiş kocaman Atatürk fotoğrafları asılıydı her zaman...
Atatürk 1933’ün Ocak ayında Adana’ya gelmiş. O zamanlar babam küçücük bir çocukmuş. Babaannem babamı alarak şimdiki Adana Kültür Merkezi’nin yanındaki Ulus Parkına gitmiş. Ulus Parkı’nda Atatürk’ün onu sevip başını okşadığını gururla anlatırdı.
Okumayı severdi. Ülke gündemini sıkı sıkıya takip ederdi. İkisi aylık, biri haftalık olmak üzere üç dergiye ve günlük üç gazeteye aboneydi. Gazetelerden biri mutlaka Hürriyet idi. Diğerleri dönem dönem değişti. Çocukluğumda Akşam gazetesi girerdi eve. Babam iş çıkışı alırdı Akşam’ı… Ben de akşam satılan bir gazete olduğunu sanırdım çocuk aklımla… Sonra Milliyet, Sabah gazeteleri… Tarih Dergisi aylıktı, diğer dergi de sanırım Türk Dili idi. Hayat Mecmuası ise haftalıktı. O zamanlar Hayat Mecmuasının orta sayfasında çok güzel resimler, Atatürk fotoğrafları olurdu. Annem; hemen o gün orta sayfadaki Atatürk resmini çerçeveletir, duvara asardı.
Bizler için de sinema, müzik, magazin dergileri alınırdı. Ses, Hey dergileri vardı o zamanlar… İçeriği dolu doluydu. Sanatçılarla yapılan röportajlar renkli fotoğraflarıyla yer alırdı bu dergilerde… Babam, bunları hiç okumazdı. Bizim okumamıza da karışmazdı. Hiçbir konuda baskı kurmadı üzerimizde ama ona saygımız sonsuzdu. “İnsan sevdiğinden korkar, korktuğunu asla sevemez.”
Babamla yüzgöz olmadık hiç… Bazen yeni bir giysi alırdım, babama sorardım: “Nasıl baba, beğendin mi?” diye. O, göz ucuyla bakardı ve her seferinde şu soruyu sorardı: “Sen beğendin mi?” Ben de: “Evet, çok beğenerek aldım.” derdim. “O halde dünya beğenmese aldırmamalısın.” derdi. O zamanlar sanki babam benimle, giysilerimle ilgilenmiyormuş gibi gelirdi bana ama zaman geçtikçe onun bana vermek istediği mesajı kavradım. Bana fikrimin önemli olduğunu, başkalarının fikirleriyle hareket etmemem gerektiğini öğretmiş oldu. Tevfik Fikret’in “Hak bellediğin yola yalnız gideceksin.” sözü rehberim oldu. Sürü psikolojisinden uzaklaşmayı böylece öğrendim.
Annem çok güzel dikiş dikerdi. Bizlere şık giysiler dikmek en büyük merakıydı. Annem için de “Burda” Mecmuası alınırdı. İçinde çok güzel giysi modelleri ve paftalar vardı. Onları uygulayarak bizlere diktiği giysilere herkes hayran olurdu. Genç kızlığa ilk adım attığımız sıralarda mini etek çıkmıştı. Daha doğrusu biz çocuktuk, zaten kısa elbiseler giyiyorduk. Çocukluktan çıkarken de kısa giymeye devam ettik. Babam, anneme “Elbise dikersen eteklerini çok kısa yapma.” demiş. Bu sözü asla yüzümüze söylemedi. Ablamla ben anneme yeni diktiği eteklerimizin boylarını biraz daha kısaltmasını rica etmiştik. “Olmaz, babanız çok kısa olmamasını söyledi.” dediğinde ikimiz de sesimizi çıkarmamıştık.
Babalar Günü’nde hediye istemezdi. Annemin baskısıyla kabul ederdi hediyeleri… Oysa Anneler Günü geldiğinde annemize hediye alacağımızı ama biriktirdiklerimizin yetmediğini söylediğimizde seve seve paramızın üstünü tamamlardı. Hayatı boyunca Anneler Gününü çok önemsedi ama Babalar Günü’ne çok sıcak bakmadı. Belki de dar bütçelerimizle kendimizi zorlamamamızı istiyordu. Ben genellikle terlik alırdım. Her yaz rahatça giyeceği Ceyo marka terliklerden… Rengi de gri veya kirli beyaz olurdu çoğunlukla…
Sigara içmek onun en kötü alışkanlığıydı. Çocuk yaşlarda başladığı ve günde üç paket içtiği sigarayı ölümünden birkaç yıl önce güçlükle bırakmıştı. Oysa doktorlar “Sigarayı bırakmalısın.” dediklerinde hiç de aldırmamıştı, aynı hızla içmeye devam etmişti. Doktora dedim ki: “Bak doktor, öleceğimi bilsem bırakmam bunu…” diye anlatıyordu. Doktor, akciğer kanseri olduğunu söylediğinde sigara içmeye devam etmişti. Daha sonra annemin ve bizlerin ısrarıyla bu kötü alışkanlığını bırakmaya mecbur kalmıştı. Zaten hastalık ilerledikçe sigaradan bir nefes çekecek gücü bile kalmamıştı ki… 31 Aralık’ta hastalığı iyice ağırlaşmıştı. Annem hepimizi baba evimize çağırdı. Akşama doğru: “Siz gidin evlerinize, yeni yılı çocuklarınızla kutlayın.” diyerek evimize yolladı. Bizler diken üstündeydik. Her an kara bir haber gelebilir endişesiyle rahat uyuyamıyorduk. Ancak elimizden gelen bir şey de yoktu. Sadece dua ediyorduk.
Bu arada hepimiz çalışan insanlardık. Çocuklarım küçüklerdi, bakıcı sorunu yaşıyordum. Adana Kız Lisesinde edebiyat öğretmeniydim, öğlenciydim. O hafta yazılı haftamdı. Cuma gününden pazartesi yapacağım sınavlar için yazılı sorularımı hazırlamıştım ve fotokopilerini çektirmiştim. Son derse mi giriyorduk yoksa son dersten mi çıkmıştık hatırlamıyorum. O sırada erkek kardeşim okula geldi ve babamı hastaneye kaldıracağımızı söyledi. Elimde yazılı sorularımın fotokopileriyle öylece kalakaldım. Titrek bir sesle: “Babam öldü mü yoksa? Söyle öldü mü?” dedim. “Hayır; ama durumu kötü!” cevabını alınca her şeye rağmen yaşadığını düşünerek içime az da olsa su serpildi.
Eve gittiğimde babam divanda oturuyordu. Bana son öğütlerini verdi ve o öğütlerinin doğruluğunu da yıllar geçtikçe daha fazla idrak ettim. Ambulans geldi. Hastaneye kaldırdık. Film çekildi. Ciğer filmini yarım saat sonra almaya gittiğimde film bozuk çıkmış sandım. Doktor, bozuk olmadığını söyledi. “Hiç ciğer yok ki burası bembeyaz!” dedim. Doktor “Öyle ama film bozuk değil…” dedi. Yanındaki bayan doktorla göz göze geldiler. Biz anlayıp feryat figan etmeyelim diye Türkçe konuşmadılar. İngilizce olarak durumunun kötü olduğunu, son anlarını yaşadığını söylediler kendi aralarında... Babamın İngilizcesi oldukça iyiydi ama tepki vermedi. Duymadı mı yoksa metanetini mi korudu bugün bile bilemiyorum.
Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi’nde Acil Servis’e yatırdılar babacığımı... Başının altına birkaç yastık koydular. Annem, babamın bayram için diktirdiği ancak bir gün bile giyemediği takım elbisesinin ceketini özellikle o gün giydirmişti babama… 6 Ocak 1989 akşamıydı. Annem, evime gitmemi ve gece babamın yanında kendisinin kalacağını söyledi. Ben ayrılmak istemiyordum, belki de son görüşüm olacak diye tedirgindim. Çocuklarım çok küçüklerdi, henüz anaokuluna bile gitmiyorlardı. Evimizde iki kızım ve bakıcıları benim okuldan dönüşümü dört gözle bekliyorlardı. Onları düşünmeseydim o gece hiçbir kuvvet beni oradan ayıramazdı. Aklım orada kaldı, “Yarın gelirim baba!” diye fısıldadım. Elini ve yanaklarını öptüm. Sanki bir ayağım gidiyor diğer ayağım gitmiyordu. Ayrılma değildi bu, kopmaydı adeta…
O gece saat 00.30 sıralarında vefat etmiş. Annem, hiçbirimizi aramadı. Sabahleyin erkek kardeşim kapıma kadar gelerek acı haberi iletti. 7 Ocak gününün ilk saatlerinde hayata gözlerini yuman babama verdiğim sözü tuttum. Ertesi gün geldim ama hastanede değil, mezarlıkta buluştuk. Soğuk elini son kez öptüm.
Babamı anlatmak ne kadar zormuş. Binlerce anı varken sadece yokluğunun acısı yer etmiş içimde… Zaman geçtikçe yokluğu çoğalan bir adamdır benim babam… Adam gibi adam… Işıklar içinde uyu canım babam! Kızın, hayatta en çok babasını seviyor yine…
Harika Ufuk
Adana
17 Haziran 2012
BABALAR GÜNÜ
Biliyorum
baba,
Sevmezdin
böyle günleri,
Sevgiyi
sınırlamak,
Günlere
sığdırmaya çalışmak
Tuhaf
gelirdi sana…
“Her
gün babalar günüdür.” derdin.
Bir
güne babalar günü,
Bir
güne anneler günü
Denmesini
yadırgardın.
Ömrünce
sevilir insanlar,
Hatta
belki ondan sonra da…
Haziranın
üçüncü pazarı,
Daha
da bunaltıyor beni,
Yokluğun
çok acı inan!
Yaşasaydın,
Öğreneceğim
çok şey vardı senden…
Çocuklar
aralarında konuşurlar,
“Sen
en çok anneni mi yoksa babanı mı seversin?”
On
çocuktan dokuzu
Annesini
seviyorsa
Ben
gururla:
“Babamı
daha çok seviyorum.” derdim,
Babasını
seven çocuklar içinde
Birinci
olurdum,
Yarışma
yapılsaydı!
Hayatta
en çok babasını sevenlerdenim,
Misafirler
tuhaf karşılarlardı,
Oysa
annem
Çoktan
kabullenmişti durumu…
Annem
de bilirdi bunu;
“O,
babasının kızı!” derdi.
“Her çocuk annesini daha çok sever.”
Sözü
tarih olmuştu.
Dört
kardeştik,
Üçü
annesine biri yani ben
Babasına
düşkün olan…
Farklı
davranmadın hiç,
“Hangimizi
daha çok seviyorsun?”
Sorusunun
cevabını söylemedin ömrünce…
Ne
zaman sorsak elini gösterirdin.
“Sen
de uzat ellerini
Hangi
parmağından vazgeçersin
Söyle
bana hangi?
Hangisi
kesilse acımaz canın?”
Susardım
ama isterdim ki
“En
çok seni seviyorum.” diyesin bana…
Çok
uğraştım, olmadı.
Sözlerinle
değil ama
Gözlerinle
söyledin.
Doğruların
vardı,
Hiç
sapmadın doğru bildiğin yoldan,
“Ben
buyum!” dedin,
İster
böyle kabul edin beni,
Değiştirmeye
kalkmadan
İsterseniz
Uzaklaşın
benden…
Yaltaklık
yaparak
Kimseye
şirin görünemem.
Senden
öğrendim
Her
koşulda dürüst olmayı,
Hiç
yalan söylemezdin,
Ne
beyaz, ne pembe yalan…
Söğüt
gibi her rüzgârda
Sağa
sola eğilmedin,
Kavak
ağacı gibi
Dümdüz
yaşadın.
Açık
sözlüydün,
Soran
alırdı cevabını
Beklemediği
sözleri
Duyabilirdi,
Övülmeyi
bekleyen
Hak
etmiyorsa
Uzak
durmalıydı senden…
Hırsların
olmadı,
Ezmedin
kimseyi
Kendini
de ezdirmezdin.
Seni
küçümsemeye kalkana da
Tek
sözünle dersini verirdin.
Adaleti
sen öğrettin.
Beklentilerin
fazla değildi,
Sık
sık hayal kırıklığı yaşamazdın
Bu
yüzden.
Zekiydin,
Adını
koyan nasıl da bilmiş,
Ömrüm
boyunca gördüğüm
En
zeki adamdın,
O
kadar inceydi ki esprilerin
Karşındaki
kavrayamazdı hemencecik.
Bana
bakar, gülümserdin,
Gözlerimizle
konuşurduk.
Annemi
kızdırmakta
İşbirlikçindim.
Gözüme
baktığın an
İşlemeye
başlardı plan…
En
son kahkahalarla biterdi
Tatlı
oyunumuz.
Önce
sen terk ettin beni
Zemheri
gibiydi 7 Ocak,
Yedi
yıl sonra
12
Temmuz sıcağında annem…
Sen
olsan çoğalırdım,
Eksildim,
Hala
eksilmekteyim günbegün…
“Hayat,
iki karanlık arasındaki bir kibrit şulesidir.”
Sözünü
ilk senden duydum,
Bir
de dalgalı bir deniz gibi bir şey söylerdin
Hayat
için…
Unutmuşum.
Baş
başa bir fotoğrafımız bile yok!
Sandım
ki hep birlikte yaşayacağız.
Öğrendim
hayatı,
Keşke
sensiz öğrenmeseymişim,
Yeniden
yaşasaydım senli günlerimi
Sana
daha çok zaman ayırırdım belki,
Daha
da çok severdim babam,
Sendin
hayatta tanıdığım
İlk
adam gibi adam!
HARİKA
UFUK
ADANA
17
HAZİRAN 2012
BABALAR
GÜNÜ
(HAZİRANIN
3. PAZARI)
NOT 1: Bu yazı 18 Haziran 2017 tarihinde Şiirsu Edebiyat ve Şiir Sitesinde “Günün Yazısı” seçilmiştir.