YOLUMU AYDINLATAN MEŞ’ALE MUZAFFER İZGÜ
Çocukluğumdan
beri okumaya meraklıyımdır. Evimizde babamın kişisel kitaplığının yanı sıra bir
de kardeşlerimle faydalandığımız hepimizin ortak malı kitaplığımız vardı.
Şanslı bir çocuktum bu açıdan. Elimi attığımda ulaşabileceğim uzaklıktaydı
okuyacağım kitaplar… Kitaplığımızda okumadığım kitap kalmamıştı. Evimize günlük
birkaç gazete girerdi ve bir de akşam babamın işten dönerken de vapurda okuyup
bitirdiği Akşam gazetesi... Çocuk aklımla o gazetenin hep akşam çıktığını
düşünürdüm. Haklıydım da gazeteyi akşam babam getiriyordu, üstelik gazetenin
adı da Akşam Gazetesi idi. Haftalık dergiler de vardı abonesi olduğumuz… Hayat Mecmuası, Ses Mecmuası demirbaş olmak
üzere gençlik yıllarına adım atarken bizim için alınan Hey Dergisi…
Çocukluk
yıllarımızda file ve kese kâğıdı vardı bugünkü naylon poşetler yerine. Satıcılar
aldıklarımızı bazen paketlemeden elimize tutuştururlardı bazen de gazete
kâğıdına sararak verirlerdi. Kasap kâğıdı kalın ve yağlı bir kâğıttı. Eti önce
bu kalın kâğıda, sonrasında da yine gazeteye sararlardı. Eve gelir gelmez ilk
işim o gazeteyi okumak olurdu. Hangi gazete olduğu veya tarihinin eskiliği
umurumda bile değildi.
İlkokul 5.
Sınıfa geçtiğim yılın yazında İstanbul’dan Adana’ya taşındık. Babamın tayin
isteği üzerine kendi ilimize, kendi evimize yerleştik. Biz İstanbul’dayken Adana’da
kirada olan o zamanlar genişçe bir bahçe içinde tek katlı evimiz vardı. Dönüşte kiracımız çıkmıştı, biz de
İstanbul’daki kira evlerinden sonra kendi evimizde yeni bir hayata adım atmanın
mutluluğunu yaşadık.
Komşularımız
çok iyi insanlardı. Evimiz üç yol ağzındaydı. Soldaki köşede Bakkal Hakkı Amca,
sağdaki köşede ise Nimet Abla otururdu. Nimet Abla, Hacer Teyze’nin
kiracısıydı. Küçük bir avlu içinde bir göz oda, mutfak ve banyo- tuvaletten
oluşan o güne kadar gördüğüm en küçük evdi bu. Nimet Abla’nın kocası Celal
Ağabey, uzun yol şoförüydü. O küçücük evde büfeden bozma bir kitaplığı vardı.
İçinde onlarca kitap… Herkes büfede kahve takımlarını, limonata bardaklarını
sergilerken Nimet Abla onları mutfağa taşımıştı, evin küçük büfesini Celal
Ağabey de kitaplık yapmıştı. Zaten odada iki kişilik bir karyola, çocuk beşiği,
büfe, yer minderleri ve bir köşede eski bir tahta sandığın üstünde oluşturulmuş
yüklük vardı. Yüklükte yataklar, çarşaflar, yorganlar, battaniyeler… Gece çocuklar için yer yatağı serilirdi, sabah
toplanırdı. Küçük bebek Mustafa da tahta bir beşikte uyurdu.
Onlarla
tanışmamız benim için çok önemlidir. Evdeki bütün kitapları okuduğum için artık
onların mini kitaplığına abone olmuştum. O kitaplıktan ilk okuduğum eser ise
belki de bugünkü hayat görüşümün ilk temellerini atan “Gecekondu” adlı kitaptı. Bu kitabı defalarca okudum, okuttum.
Annem, babam, kardeşlerim hepimiz ayrı ayrı okuduk. Bu da yetmezmiş gibi gelen
konuklarımıza da okuyordum. Muzaffer İzgü ile ilk tanışmamdı bu. Nimet Abla’dan
hep Muzaffer İzgü kitaplarından istiyordum. Allah’tan Celal Ağabey de Muzaffer
İzgü hayranıydı. Kısa zamanda onların kitaplığında da okumadığım bir kitap bile
kalmamıştı. Artık ben de Muzaffer İzgü hayranı olmuştum. Öğrencilik yıllarımda
başlayan bu hayranlık öğretmenliğim döneminde de devam etti. Öğrencilerim de
çok sevdiler onu, çocuklarım da…
Muzaffer
İzgü, İzmir’de yaşamasına karşın Adana
ile irtibatını hiç kesmemiştir. Rahmetli Ahmet Tolu’nun Çukurova Edebiyatçılar
Derneği Başkanı olduğu dönemde İzgü’nün onuruna Devlet Su İşleri Tesisleri’nde
bir yemek verilmişti. O zaman kendisini daha yakından tanıma olanağım oldu.
Ertesi gün çok değerli şair, yazar, gazeteci arkadaşım Tuncay Dağlı ve
edebiyatsever bir arkadaşımızla onu kaldığı otelden almıştık. Tuncay Dağlı,
onunla röportaj yapacaktı. Adana’da çok akrabasının olduğunu fakat otelde
kalmasının daha uygun olduğunu anlattı laf arasında. Zaten yeğeninin oğlu ile
kızım Atatürk İlköğretim Okulu’ndan sınıf arkadaşıydılar.
İzgü’yü
kaldığı Sürmeli Oteli’nden alarak bir arkadaşımıza ait özel otomobille eski
Adana’yı gezmeye başladık. Eski Vilayet tarafında Tarım İl Müdürlüğü
Lojmanları’nın karşı sokağına girdik. Oradaki evlerden birini işaret ederek: “Eskiden
bizim evimiz burada idi. O yıllarda Adana’yı sık sık sel basardı. Yine bir sel
baskını tehdidinde şu evin olduğu yerde iki katlı yüksek bir ev vardı. Herkes o
evde toplanmıştı.” dedi. Seyhan Barajı yapıldıktan sonra Adana büyük ölçüde
selden kurtulmuştu. İlkokula başlamadığım yıllarda da “Sel gelecekmiş.
Barajdaki su seviyesi iyice yükselmiş.” lafları ortalıkta dolaşırdı.
Hatırladığım kadarıyla 1980’de Adana’yı sel basmıştı. Gerçi bu kış da çukurda
kalan semtleri yine etkileyen seller yaşandı. Adana’nın, Adanalının bitmeyen
çilesidir bu… Hatta uzun yıllar öğretmenlik yaptığım okulda sel seviyesini
gösteren bir levha asılıydı duvarda ve öğrencilerin boyuna yaklaşıyordu bu
işaretli yer. Tarihî Kız Lisesi
binasında sel seviyesini gösteren tabelada tarihini hatırlayamadığım felaketin
izi belki de Muzaffer İzgü’nün sözünü ettiği sele aittir.
Anlattıkları
hepimizi hüzünlendirdi. Türkocağı Mahallesi’nden ayrılarak Hürriyet
Mahallesi’ne doğru direksiyon çevirdi arkadaşımız. Dar sokaklardan geçerek
İzgü’nün işaret ettiği bir gecekondunun önünde durduk. Hepimiz meraklı gözlerle
etrafı incelerken İzgü bizi akrabalarıyla tanıştırdı. Bana dönerek: “İşte
Gecekondu’daki kahramanlarım Sabahat ve oğlu Asaf…” dedi.
Şaşkınlık içindeydim; çünkü ömrümde ilk kez okuduğum eserin
kahramanlarını görmenin heyecanını ve mutluluğunu yaşıyordum. Yıllarca kitaptan
bazı bölümleri replik gibi ezberleyen ben şaşkınlığın doruğuna ulaşmıştım. O
anın güzelliğini ailemle özellikle annem ve babamla birlikte yaşamak isterdim.
Gözümün önünde rahmetli annem ve babam canlanınca bu kez buruklaştım.
Gecekondu’nun kahramanları gülümseyerek bize bakıyorlardı. O ara Asaf sigara
istedi İzgü’den. Muzaffer İzgü ona bir miktar para verdi, Asaf sigara alıp
geldi. Kitapta Asaf küçüktü, her gece altını ıslatan ve ertesi gün annesinin
söylene söylene yıkadığı iç çamaşırları dama asılan Asaf kırklı yaşlarda
kocaman bir adamdı. İzgü onlarla kısa bir sohbet ettikten sonra oradan
ayrıldık. Gecekondu romanında sözünü ettiği kahramanlarla el sıkışmak geçmişten
geleceğe, gelecekten geçmişe yolculuk gibi bir sarsıntı yaratmıştı ruhumda…
Köşeyi döndüğümüzde demir kapılı bir gecekonduyu işaret ederek: “ Burası ‘Zıkkımın Kökü’ adlı romanımın
yaşandığı ev…” dedi.
Oradan Tarihî
Taş Köprü önüne gelmiştik. İlk gençlik yıllarında 25 kuruşa bu köprüden atlayış
yaptığını anlattı.
Eski
Adana gezimiz Dostlar Tiyatrosu’nu ziyaretle devam etti. Yıllardır İzgü’nün
oyunlarını sahneye koyan oyuncular, yazarla tanışmanın ve yazarı tiyatrolarında
görmenin mutluluğu içindeydiler. Birlikte hatıra fotoğrafları çektirdik. O
fotoğraf Milliyet gazetesinde tiyatroyu ziyaret haberiyle yayınlandı. Tuncay
Dağlı da yine aynı gazetede tam sayfa olarak röportajını yayınladı. En çok
üzüldüğüm bunları o zaman yazmamam oldu. Yıllar geçtikçe hafızamın bu kadar
zayıflayacağı aklıma bile gelmemişti o zamanlar… Çinlilerin bir atasözü vardır:
“En soluk mürekkep en iyi hafızadan
iyidir.” Keşke not defterime birkaç satır karalamış olsaydım!
Muzaffer İzgü
Adana Tüyap Kitap Fuarı’na hemen her yıl katıldı. Sadece bir yıl eşinin
rahatsızlığı nedeniyle katılamayacağı söylendi. Hem eşinin rahatsızlığına
üzüldüm hem de onu göremeyeceğime… Kitap
Fuarına her gelişinde yanına uğradım, sohbetlerimiz oldu. Kitaplarımı
imzaladım, bendeki kitaplarını ona imzalattım. Birlikte çok fotoğrafımız
vardır. 2009’da fotoğraf çektirirken yanında ciddi ciddi durmamdan
hoşlanmamıştı. “Sarılsana!” demişti. Kahkahalarla yeniden fotoğraf
çektirmiştik.
10-15 Ocak 2012
tarihleri arasında düzenlenen Çukurova 5. Tüyap Kitap Fuarında ona ait daktilo
ve gözlük özel bir camekânda koruma altına alınarak sergilendi. Yine aynı
fuarda Yaşar Kemal’e ait daktilo ve bazı özel eşyalar da ayrı bir camekânda
idi. Birlikte gidip baktık, beğendi, çok mutlu oldu. Dönüşte benim bulunduğum
standa uğradı, ona “Güz İkindisi”
adlı şiir kitabımı imzalayarak hediye ettim.
Muzaffer
İzgü’nün sevecen ve mütevazı bir insan olması öteden beri çok hoşuma gitmiştir.
Bazı yazarlar, şairler eserlerinde halktan biriymiş gibi görünmeye çalışırlar
ama gerçek hayatta halka tepeden bakarlar. İzgü, zirvede de olsa yine halkla iç
içe ve halktan biridir. Bu nedenle ona olan saygım onu tanıdıkça artmaktadır.
Hayata bakış
açımı oluşturmakta, belki de edebiyatla ilgilenmeme hatta Türkçe- Edebiyat
öğretmeni olmamda Muzaffer İzgü’nün büyük payı vardır. Okuma alışkanlığımı
güçlendirdiği için ona minnettarım.
Söylem gibi
değerli bir derginin bu sayısını İzgü’ye ayırmış olması mutluluğumu ikiyle
çarpmıştır. Sevdiğim bir yazarla yazı kurulunda görev yaptığım bu derginin
Muzaffer İzgü Özel Sayısı’nda bu büyük yazarla ilgili anılarımın tazelenmesine
vesile olduğu için Mehmet Çetinkaya’ya çok teşekkür ediyorum.
ADANA
2012 SONBAHAR
NOT 1:
Bu yazıyı 2012
Sonbaharında Adana’da yazmıştım. Söylem Dergisinin 2013 Ocak'taki Muzaffer İzgü
Özel Sayısında yayınlanmıştı. Söylem Dergisindeki bu yazıyı Muzaffer İzgü de
duygulanarak okumuştu ve çok beğenmişti. Bir 29 Ekim 1933 ‘te Cumhuriyet
bayramında Adana’da doğan ve 26 Ağustos’ta İzmir’de ebediyete intikal eden
Muzaffer İzgü Türkiye'nin en çok okunan gülmece, genç ve çocuk kitapları
yazarlarındandır. 107 kitap, iki yüze yakın radyo oyunu yazmıştır. Geçmişinde
yaşadığı sıkıntıları hiç unutmamıştır. Bir solukta okuduğum “Zıkkımın Kökü” adlı romanında kendi
hayatını anlatmıştır. Bu roman 1992’de Memduh Ün tarafından
senaryolaştırılmıştır. Müziklerini Cahit Berkay’ın yaptığı, Yapımcı Kadir
Yurdatap’ın çektiği bu film ülkemize yurt dışında
Paris Cine Junior en iyi film ödülünü; Adanalı
başrol oyuncusu Menderes Samancılar’a da en iyi
erkek oyuncu ödülünü kazandırmıştır.
Türkçe’yi en iyi
kullanan usta yazarımız, içtenliğiyle ailemizden biri olarak gördüğümüz yüreği
insan sevgisiyle dolu idolüm Muzaffer İzgü nur içinde yat. Bu ülkenin aydınlık
yüzlü çocukları seni hiç unutmayacaklar.
Harika Ufuk
ADANA
Ekim 2017