İslam içinde beslediği ortak dille hayat bulur ve yaşanılır olur. Bu ortak dili, kimse yazmaz, kitap haline getirmez ve yaşanılırsa ne olur asla bahsetmez. Biz İslamı gelişigüzel yaşarız, ezbere. Gelecekten bahsederken, “Allah’ın izniyle veya inşallah!” demeyiz, dense, bu ne ya sürekli denir mi deriz, şaka yoluyla da güleriz. Birisinden övgüyle bahsederken Maşallah demeyiz! Maşallah demek, nazardan korunmaya vesile bir anahtar sözcüktür, Allah ne güzel yaratmış, nazar değmesin deriz böylece! Ne yaptıysa, Allah’ın ol deyipte olduğu şekilde oluştuğunu teyit ederiz. Eğer Maşallah demezsek, kişiye nazar değeceğini düşünmeyiz asla.
Bir ölümüz olur, bir düğünümüz, sünnetimiz olur Mevlit okuturuz. Bunu yaparken güç gösterisinde bulunuruz. Kur’an okuyana, Mevlit okuyana paralar veririz, üstelik ne vereceğimizi de sıkı bir pazarlık konusu yaparak, konuşuruz. Allah’ın ayetlerinin satılmayacağını, satılırsa bunu yapanları Allah’ın tehdit ettiğini Kur’andan okuyup bilmeyiz, bilsek de tırıs geçeriz. Bir güç gösterisidir bu, yaptığımızın övülmesidir, Allah rızası güdenler Mevlit bahsi içinde ne azdır, cahillik ve gelenekten dolayı yapmak ister. Mezarlığa gideriz, başkasına Yasin veya Kur’an okuturuz, sırf ölenimize sevap olsun diye. Biz bir şeyler okumayız, dua etmeyiz, paralı imam okur işte! Oysa, orada ölümü hatırlamak ve Allah’ın kudretinden korkarak, Allah’a kul olmaya sebep bir an yakalamaktır esas. Ölümüze iyilik ettiğimizi sanarız ama yaptığınız bize zarar verir. İmanımız ilahi yörüngesinden maddesel yörüngeye oturur birden!
Her işe başlarken besmele çekmeyiz. İşimize besmeleyle başlamayız. İşimiz bitince de Allah’a şükretmek olan Elhamdülüllah demeyiz. Sonuçta başardığımız şeyin, kendi başarımız olduğuna inanır, kibirlenir veya böbürleniriz. Biz yapmışızdır. Sanki, Allah ol dememiş ve olmamıştır gibi…Bir nevi Rablik taslarız, gizliden gizliye, Allah korusun… Ben yaparım deriz, Allah yardım ederse yapabilirim demeyiz.
Evemize gireriz kim kapıyı açarsa besmele çektinden sonra selam veririz. Ama bunu kim yapar ki…Kapı bize açılacaktır, o ev emniyetlidir kendimizce! Ama yangın olur, deprem olur, ayağımız bir an kayar… Felaketler bizi bulur! Bizi koruyan, Allah’ın vazifelendirdiği meleklerin olduğunu asla düşünmeyiz, bizi ayakta tutan gücün kendimize ait olduğuna inanırız. Felaket geldiğinde ise, feleğe veryansın ederiz, kader deriz. Ya Hu, sen önlem almazsan, bundan gelecek felakete nasıl suç yüklersin, Allah yapmıştır dersin ki….
Kimseye selam vermeyiz, versek ayıplanırız, Ya Hu derler, sen beni tanıyor musun, niçin selam veriyorsun der, suçlarız selam vereni. Yahut selam verenin bir istek de bulunacağını düşünürüz, bu nedenle kaçar gibi uzaklaşırız o kişiden. Selam vermek, toplumda güveni sağlamaktır, ah biselerdi. Selam veren kişi, verdiği topluluktan ayrılsa, arkasından konuşmayacağı gibi, kendini o toplulukta bulunduğu süreçte kendini emniyete almıştır demektir. O topluluktan hiç kimse, selam verene zarar veremez de!
Artık ortak dil derken ezan veya gamet olmamalı, anlaşılan. Ortak dil, İslamın yaşanmasını sağlayan temel direkler olmalı. Kim ne söylüyorsa, o söylediği şeyin olacağını ve şaşırmayacağını bilmelidir. Toplumda ne olursa, her şeyin manası gizli kalmayacaktır böylece de. Bu yazımda kısaca bahsettiğim gerçeklerden çok daha fazlası var. İnanç ekseni, bu dil çerçevesinde yaşanılır kılınmalıdır. Böyle bir sözlük ortaya çıkmalıdır. Biz Müslümanız ve dilimizde bu çerçeve de filtreye uğratılarak, güven ve huzurun olduğu paylaşımlar desteklenmelidir. Elimize bu sözlüğü alırız inşallah.
Saffet Kuramaz