Paranın, üretilmiş olan ürünler üzerinde; mütekabiliyet esasına göre “değiştirme değeri karşılığı bile yoktur.” Hiçbir grup karşısındaki gruba; “siz elinizdeki işi bırakın. Biz size buğday üretiriz. Karşılığına siz de bize para üretiniz demez”. Yani hiçbir grup ya da sektör paranın ne üreticisidir. Ne de tüketicisidir. Ve yine hiçbir grup mütekabiliyet esasına göre, karşı grup için para üretmez.
Bir üretim hareketi içinde para hiçbir üretim nesnesinin denkliği değildir. Para üretim alanı içinde sekans hareketi denkliği değildir. Denkliği olukla üretilen en az iki ya da pek çok ürün için her birine kolay takasları için “takas değiştirme değeri” olurlar. Değilse kendisinin bir değişilme değeri; bir takas değeri yoktur. Para, karşı gruba da kendi kullanımı için ‘para tüketimli bir kullanım’ ürettirmez. Üstelik para tüketen kişileri için enerji sağlayan bir kullanım olmamakla da üretim alanı için zorunlu değildir.
Bu nedenle paranın zorunlu üretilen; zorunlu ürünler kullanım kategorisi içinde yeri yoktur. Ve tüketilmesine karşılık ürünler denkliği ile bir değiştirme değeri; bir kullanım tüketim değeri yoktur. Ve yine paylaşımlı bir üretim hareketi içinde karşılık ürün olukla değerlendirilmesi de yoktur. Paraya atfedilen sanal bir saymaca değeri vardır. Her ürün tüketilip yeniden üretilirken paranın bu saymaca değeri ne tükenir ne de yeniden üretilir.
Bir nicelim buğday bir nicelim kunduraya karşılık üretilir. Bir kundura da bir buğdaya göre üretilip tüketilir. Bunlar karşılıklı denklik içindeki denge ile tüketilirler. Bunların yarın yeniden üretilmeleri gerekli olur. Burada hiçbir sanal durum yok. Somut bir gerçeklik vardır. Üretim hareketi gerçeklik üzerine dengedir. Saymaca değiştirme değeri atfedilen para ile gerçek değerin dengeleri alt üst edilir.
Para, enerji vererek harcanmayan, tükenmeyen; karşılığı olurla üretilmeyen bir nesne olup; kolektif sürece konu olamaz. Başlanış koşulları içinde insanın beslenme zorunluluğu vardı. Ama para kazanma gibi bir eksikliğin en ufak bir belirimi bile yoktu. Bu nedenle beslenme ihtiyacı, illa ki üretim hareketini başlatacaktı. Ama olmayan para, başlangıç içinde olsaydı bile, asla üretim hareketini başlatamazdı.
Ortada tüketilecek bir buğday, kundura, kumaş olmasaydı para da olmayacaktı. Para olmasa da bu ürünler olurdu. Ama bu ürünler olmasaydı, para da olamazdı. Paranın kullanılmakla harcanamayan; tüketilemeyen bu tür saymaca yanını yansıtan hali; sanal ve ilinekti belirimle olan halidir. Paranın bu ilinek hali paranın bu ürünleri satın alma yanılsaması ortaya koydu. Böylece para helal kazanç, kâr dediğiniz hileler içinde olmaya başladı. Siz çalışmadan siz üretmeden helal (!) kazanıyordunuz. Böylesi anlam içinde araya verilen sanal önemle para; insanı, insana ve insanın emeğine yabancılaştırmıştı.
Toplam üretimin içinde üretemez olukla; çocuklara, eğitime; sağlığa; hasta, sakat yaşlılar gibi üretmez olanlara kolektif emek gücü harcanır. Bunların hiç biri kişisel değildir. Üretim hareketi nasıl zorunlu ve karşılıklı oluş esasına göreyse; üreten kişiler; sağlıklı, eğitimli olmadığı zaman karşılıklı üretim içinde olamazlar. Üretimin kolektif, tüzel karakterli hareket olması nedenle; kolektif tüzel oluş tekilliği de şahısların sağlık eğitim ve konforundan da sorumludur.
Bunlar kolektif üretim nedenle kolektif yararlanmadır. Üstelik karşılıklı oluş esası için sizin emek gücü sağlık ve eğitim sektörüne zorunlu olurla ürettirir. Çünkü sağlığınız olmadan o üretim sürecinin bilgi ve donanımı olmadan üretemezsiniz. Ve dahi üretim nesnesinin kendisini yenilemesi için üretim araçlarının geliştirmesi için ve yine hep birlikte köprü, yol, uzay araştırması genetik çalışma, çevre ve ekoloji gibi ortak kullanım arz eden süredurumların varlığı nedenle; bunlar içinde “kolektif emek gücü” ortaya konur.
Bu nedenle toplam üretimin pay yükü; tüm üreten sektörler ve tüm şahıslar üzerinedir. Bu yükler sosyo toplumsa zorunlu nedenlerle kolektif tüzelin üzerine binmektedir. Binmekle; çalışanların emek gücü yoğunluğu bir nicelim artar. Nasıl buğday üreten android telefon üretemez ise android telefonu kolektif emek gücü içinde mütekabiliyet esasına göre ürettiriyorsa sağlık eğitimde kişinin başaracağı bir süreç olmayıp kolektif emek gücünün karşılıklı emek güçleri değişimi içinde üretilir olacaktır. Ne yazık ki paranın tüccar hilesi içinde olması; sağlığı, eğitimi de satın alır yapmakla şirazesinde çıkan süreç; kişileri topluma ve emeğine iyice yabancılaştırmıştır.
Üretmeyenler; ne demekse “helal kazanç” peşinde koşmakla; paranın saymaca değeri üzerinde kâr, kur gibi oyunları; oynarlar. Helal kazanç hileli, aldatmalı sömürü mantığının olduğu her yerde asalak oluşun dışa ve yüze vurulduğu tartışmaları bastırmak için faiz gibi, finans gibi, kredi gibi uydurulmuş akıl karıştırıcı yapaylıklardır. Süreci enfekte etmenin adına; hayırlı kazanç der. Kata küllinin adı hayırlı kazanç olukla El marifetli anlayış içinde meşru edilir. Üretim olan gerçekliğin denkleşmesine para aracı olur. Para sanal bir saymaca değeri üzerinde, ürünler denkliğini dengesizleşen oyunlarını oynar.
Bu oyuna göre karşılıklı üretme olan süreç içinde emek gücünü ortaya koymayanlar sanki karşılık olan emek gücünü ortaya koymuş gibi üretimde pay alırlar. Bunu nereden alacaklar? Bunu almanın iki yolu var. Birinci yol üretenlerin mütekabiliyet denkliği içinde alması gerekenden hak edişin daha azını almalarıdır. Hak edişin daha azını almakla üretenlere verilmeyen; EL’in dediği gibi “kiminde kısılan pay” üretmeyen asalaklara verilir.
Üretmeyenlerin paydan alacakları ikinci asalaklık yolu da mütekabiliyet esasına göre üretenlerin çalışılması gerekenden daha fazla süre çalışmalarıyla olası olur. İlk başlardaki üretim teknolojilerin kısıtlıydı. Bu nedenle üretenlerin çalışması bir günle sınırlıydı. Üretenlerin mütekabiliyete göre olandan daha fazlasını çalışmaları pek olası olmuyordu. Bu nedenle üretmeyenlerin payını sağlama işi daha çok üretenlerin hak edişi üzerinde kısıntılara gidilmekle karşılanıyordu. Üretmeyenin ve üretim olmayanın karşılığı da yoktu. Yasa bu kadar net ve yalındı. Üretmeyenin ve üretim olmayanın karşılığı oluyorsa burada sömürü vardır.
Teknoloji geliştikçe ikinci yol anca daha yaygın ve pratik olmakla olası oldu. Teknoloji üretenlerin hak edişinin de fazlasıyla karşılar oldu. Ama bu pay yine üretenlere verilmedi. Çünkü sömürü de yüksek basıncın alçak basınca olan, alan eğimi üzerine bindirişle olmakla sömürü oluyordu. Yan sömürü üretenleri alçak basınçlı durumda tutmak için üretenleri muhtaçla, eksikli tutmakla; zengin olmak için (!) üretmeye doğru şiddetli bir eğilim içinde tutuyordu.
Ve eksikli kişiler eksikle olan halleriyle bir o kadar kanaatle olup; duruma razı olucu iknalara yatkın oluyorlardı. Sürecin dengesi bu tür dengesizleşme süreçleriyle sömürü yapılıp; üretim tüketim üretenler üzerinde üretmeyenlerin tüketimiyle yeniden denkleşen çevrim oluyordu. Yeniden yeniden üretim tüketim yapmak için dengeyi yeniden ortaya konuyordu. Bu arada bu işi üreme olmadığı halde biriken para illüzyonuna bu işi hallettiriyorlardı.
Paranın saymaca yanı üzerinde kâr, kur gibi ayarlama (!) dengesizliklerini ortaya koyanlar, bir tarafta üretenler payı üzerinde azaltılan denkliği; para sahiplerine kâr, kur ayarlaması olukla yansıtır. Paranın kâr ya da kur ayarı yanı; yani paranın saymaca yanı üretenlerin kısılan hak edişleri üzerine enflasyon, pahalılaşma; zarar etme gibi abidik gubidik hayali enstrümanlarıyla yansır.
Siz hiç ilk üretim hareketinin pahalılaşma, enflasyona uğrama; kur ayarlarına ve hayırlı kazancın kâra dönüşmesi gibi enstrümanlarıyla yola çıktığını hayal edebilir misiniz? Ama kapitalizm bize bu hayali ettiriyordu. Üreten sektörler için bir hırsızla; bir lümpenle hayırlı kazanç yapanın hiçbir farkı yoktu.
Mal mülk sahipli kişiler; emeğinden başka sahipliği, mülkü olmayanları; efendilerin mülkü üzerinde üretim yaptırmakla; çalışanların, çalışanlardan esirgenmekle kısılan emek gücünün bir kısmını gasp ediyorlardı. Yani mal sahibi efendiler üreten üzerinde sömürü yapıyordu. Oysa hırsız ya da lümpen sınıflar; hem efendilerden hem üretenlerden çalıyordular.
Bu nedenle efendiler hırsızları gayri meşru saymakla hırsızlık gayri meşru olmuştu. Oysa üretenler için mal mülk sahipleri de; hırsızlar da aynı kişilerdi. Gayri meşruydular. Sistem mülk sahipliği hırsızlığını meşru görüyordu. Mülk sahibi olmadan hırsız olanları da gayrı meşru sayıyordu. Üretim hareketi içinde eğitim, öğretim süreci, öğretmenlik, mühendislik gibi zorunlu mesleği de ortaya koymuştu.
Mühendislik ve öğretmenlik gibi ileri meslekler üreten, toplumsal olan ve üretim hareketi temelli olan mesleklerdir. Bu meslekler üretime katılan mesleklerdi. Şimdiyi ve geleceği plânlayan; araştırma geliştirme olmakla üretim hareketinde değişmeyi, gelişmeyi; dönüşmeleri ve donanım aktarımlarını ön gören dinamo motorlar olmanın, inşacılarıdırlar.
Oysa lümpenler içinde olan din adamları ne üretim hareketinin bir parçasıydılar, ne üretim hareketi içindedirler; ne toplumsal soyludurlar. Ne de üreten hareketin geliştiricileri, dönüştürücüleridirler. Yoklukları hiçbir şey ifade etmez. Bunlar üreten emekle ne toplumu temsil ederler. Kolektif üreten emek olmamakla ne devleti temsil ederler. Ne üretim hareketini temsil ederler. Bir papaza bakarak, hangi toplumu (üreten ilişkiyi) temsil ettiklerini söyleyebilir misiniz? Din adamlığının hangi devleti temsil ettiğini söyleyebilir misiniz? Hangi karşılık üretim iş kolunu temsil etiğini söylemeniz olası mı?
Bu nedenle lümpenler ve lümpen içermesi içinde olan din adamları toplumu; üretim hareketini ve devleti, temsil etmemeleri nedeniyle; din adamları devlet memuru ve bürokrasiden de değildirler. Dilleri de üretim hareketi dili ve bilim dili de değildir. Ama dilleri sömürü dili olduğu sürece efendiler tarafından destekle, meşrudurlar. Hem efendilerden, hem üretenlerden sömürü payı alan ilineklerdir.