Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir demiş ilk çağ filozofları. Bu paradoksal bir söz değil mi? Paradoksal ve gerçek ve daha diğer şeyler. Ben bir filozof değilim, ben onlar gibi bir düşünce yapısına da sahip değilim. Ama öğrendiğim kadarıyla gerçek olan şey bu. Hayatlarımız, yani yaşadığımız topraklar, yıllarımız, öpüşlerimiz, sevgilerimiz, ağlayışlarımız ve daha niceleri; bunlar birer nehirden hallicedir. Akışı hızlı, debisi yüksek; üzerinde baraj bile kurulamayacak cinsten. Bizler o nehirlerin içinde sürüklenen birer balığız veyahut mavi yeşil alglerden birisiyiz. Burası önemsiz olan kısmı. Asıl önemli olan tarafı nehirler, geri dönüşü olmayan yollar, zaman makinesinin olmayışı ve, ve yaşlılığımız... Bizler ele avuca sığmaz ve bir o kadar da şekilsiziz. Şekilsiz biraz yanlış bir tanımlama ama olsun. Insanlar şekilli gibi görünen şekilsiz nesnedirler. Galiba bu yüzden insanlar omurgasızca davranıyorlar ya da bu gibi bir şey bilmiyorum. Insanlar öyleler; dik durmakta, dün söylediklerini bugün onaylamakta bir hayli zorlanıyorlar. O zaman nerede bizim şu belimizde duran kemiklerimiz, beyinciğimiz ve hareketi sağlayan organlarımız, nerede? Nehirdik oysa biz değil mi? Nehirlerin şu özelliğini çok severim akışkandırlar, sürekli gidişe meyillidirler, zehirsizdirler bu yüzden. Akıp gittikleri için, durmadıkları için, mikropları üzerlerinde barındırmazlar. Insanlar maalesef nehirdirler ama bu özelliklere sahip bir nehir değildirler. Keşke insanlığın temiz olduğunu ileri sürebilseydim, ne anlatıyorum ama? Her şeyi anti- pollyanna gözlüğüyle inceliyorum. Doğru olan bu mu ya da gerçek olan şey? Bilmiyorum ama işte yine de kendimi bunları söylemekten alıkoyamıyorum. Insanları nehirle bir tutmaya devam edelim öyleyse. Tıpkı bir nehirde iki kez yıkanılamayacağı gibi bir günümüz de diğerini tutmaz. Bu yüzden haklıyız omurgasız olmakta. Yani dalkavukça sözler söylemekte ya da kadınara değer vermemekte, yanlış olanları doğru kabul etmekte, siyaseti başlarımıza musallat etmekte, çocuklarımızın geleceğini yerle bir etmekte sonuna kadar haklıyız(!) Maalesef. Durmak, beklemek, aynı kalmak, doğruyu söylemek, dik durmak, saygılı davranmak, geleceği korumak, ağaçlara sırtını yaslamak, nüfusu kontrol altına almak insanlara uygun fiiller değildir. Durmak maalesef insanlar için zehirlenmekle, belki ölmekle aynı kefededir. Yanlış mı biliyorum? O zaman hayatlarımızın bütünlüğü nasıl sağlanacak? Dik durmamız gerektiği yerde eğildiğimiz zaman çatılarımız nasıl başlarımıza yıkılmayacak? Dün verdiğimiz sözler bugün birbiriyle nasıl uyum gösterecek? İşte teorinin sıkıştığı nokta burası. Hem omurgasız yaratılmış olmaktan söz edip duruyorum hem de insanların omurgalı yaşaması gerektiğini söylüyorum. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu sofrada? Bütün bu değişik bizler, bu yalanlar, bu eğilmeler, bu şiddet eğilimi tek bir bedenin içinde hapsolmuş durumdalar. Bizler, bizlerden farklıyız; hatta bir adım daha ileride benler, yarınki benlerden farklıdır. Ama bu teori, yani bu şey... Ama benle ben aynı evde yaşamaya mahkumlar. O zaman bu işin bir orta yolu bulunmalı. İnsanlar imzalarından muaf tutulmalı ya da hapisler özgürlerin tutulmaya başladığı bir yer olarak atfedilmeli. Çok yanlış bir noktaya gidiyor teorim. Ben, ben değilim. Bir yabancıyım kendime, kendimden korkmalıyım. Hatta aynaya bakarken bile çıplak olmamalıyım. Mahremiyet kelimesi hükmünü sona erdirmeli. Bu koşullar altında hiçbir fiil mahrem olarak addedilemez. Yabancılarla dolu yatağım. Dünkü benden korkuyorum, dünkü benin fikirleri çok saçma; çok itibarsız, çok ben değilce... Kendimle tıpkı tanımadığım kişilerle konuşur gibi konuşmalıyım. Artık aynanın karşısında soyunmamalıyım. Dünkü ben ile bugünküler bir araya gelse eminim ki bir sürü ihtilaf doğacaktır. Kavga etmeye bile kalkışabilirler. Hangisi kazanır; hangisinin fikirleri baskın çıkarsa ben o olup çıkarım. Hala eksik teorim. Hala işe bir çözüm bulamadım. Hala ortada kalan bir imza meselesi var. Hükümsüzdür imzalarımız bana göre. Boşuna veriyoruz sözlerimizi; yıllarımız, doğum günlerimiz hepsi boşuna. Yabancılarla dolu evimiz. Hiç yadsımıyorum kendimizle olan kavgalarımızı. Ben, ben ile aynı değilim. Bu iş nasıl olacak? Yani yabancılar evimizin içindeyken hatta evimizden önce vücudumuzun içindeyken nasıl olacak da hayatımız içi tutarlılığını sağlayabilecek? Bilmiyorum. İnsanlar değişime mahkumdurlar. Bir daha düşünelim. Bu önerme ile siyaset bire bir örtüşüyor. Ben de diyordum ki siyasetçiler yalanla neden bir arada anılıyor, neden bu kadar çok parayı ceplerine indiriyorlar, neden bu kadar çok yandaş medya kanalları var televizyonda? Şimdi hepsi açığa kavuşuyor. Neden açlık bu kadar çok dünyada, neden golf sahaları için harcanan su Afrikadaki çocuklar için harcanmıyor; hepsi ama hepsi ayyuka çıkıyor. İnsanlar borsalar gibi inişli ve çıkışlılar. Tıpkı borsalara güven olmayacağı gibi insanlara da güven olmaz. Önermem kendini buldu sonunda...