İNCİ GİBİ
İnci, pırlanta, yakut, altın, gümüş,
elmas, akik, lüle taşı, oltu taşı, yeşim taşı, bor,… gibi birbirinden güzel
taşlar doğal hâlinden çıkıp da bizzat bir ustanın elinden bizlere takı, biblo,
ev eşyası, boncuk, tespih şekline büründüğünde nasıl da hayran kalırız. Zanaat
zamanla sanata dönüşür de gönüllerde sessizce taht kuruverir.
İnci kelimesi de bana Uludağ Üniversitesi
(Bursa) son sınıfta öğrenciyken öğretmen adayı / stajyer hemşire / eğitimci
arkadaşlarımla ev arkadaşlığı yaptığım yıldaki (2011-2012) bir apartman
komşumuzu anımsattı. Üst komşumuz olan İzmirli Esra Hanım ve Salih Bey’in İnci
ve Defne adlı birbirinden güzel iki kızı vardı. İnci o dönemde anca iki
yaşlarında olan, benim gibi İkizler burcu karakterinin özelliklerini yansıtan,
hareketli, meraklı ve bir dakika yerinde duramayan sarışın ve renkli gözlü bir
kızdı. İnciden bahsedilince aklıma değerli taş olan inci değil de bazen bu
sevimli komşu kızı geliverir. Esra ablamla halen iletişimdeyiz, bir ara
Tekirdağ’ın Çorlu ilçesine taşınıp sonra iş nedeniyle yine Bursa’ya geldiler.
Minicik tatlı kız çocuğu olan İnci bazen bana emanet edilirdi annesinin mühim
bir işi olunca. Güven farklı bir şey. Öğrenci evimizi renklendirirdi cıvıl
cıvıl tavırlarıyla bu çocuk. Annesinin leziz ev yemekleri ve reçelleri hâlen
aklımdadır. Esra ablaya anımsatınca mesajımla çok mutlu olmuştu. Minik bir
hikâyeden düzyazıya geçiş…
Güzeldir iyiliğe dair hayaller ve özeldir
komşularla geçen tatlı sohbetler. Fındıkkabuğunu doldurmayacak sözler yerine
inci gibi sözler taşınmalı yürekte. Dostlar da inci gibidir, sayısı azdır ve
deniz kenarındaki inciler gibi özeldirler. Deniz kabuklarının her biri
birbirinden görkemli parıldar güneşte yahut gün batımında. Bir incinin meydana gelme
çabası belki de bir çocuğun dünyaya gelmesi gibi zahmetlidir. Aklıma inciler
gelmişken ‘Kum Tanesinden…’ konu
başlıklı herkesin bir yerlerde okuduğu hikâyeye yer vereyim:
“Kendi halinde, sade ama mutlu bir hayatı vardı
istiridyenin. Denizin derinliklerinde bir kayaya tutunmuş, yaşayıp gidiyordu.
Tuzlu deniz suyundan yiyeceğini buluyor, sert kabuğu onu düşmanlarına karşı
koruyabiliyordu. O da zamanının büyük kısmını sağından solundan süzülerek geçen
balıkları seyrederek geçiriyordu.
Derken, bir gün istiridyenin içine bir
sızı düştü. İçinde hissettiği acı sakin hayatını alıp götürmüş, yerine
sıkıntılı ve sancılı günler getirmişti. İstiridye, bu sancıların nedenini
öğrenmekte gecikmedi: Bir kum taneciği! Küçücük bir kum taneciği nasılsa
istiridyenin içine girmiş ve şimdi onu acılar içinde kıvrandırıyordu.
Bir gün istiridye kendi kendine bu kum
taneciğini ne yapacağını düşünmeye başladı. “Bu sıkıntı neden benim başıma
geldi? Nasıl oldu da oldu?” gibi sorular sormanın gereksizliğini ve
faydasızlığını biliyordu. O kum taneciğinden kurtulmanın mümkün olmadığının da
farkındaydı. O halde yapması gereken, şimdi düşmanı gibi görünen bu davetsiz
misafirle birlikte yaşamaya çalışmaktı.
Bu kararının ardından istiridyenin
sancıları sona ermedi ama azaldı. Şikâyet etse de kat kat artacak sıkıntıları
dayanılabilir ölçüde kaldı. Günler, aylar ve yıllar gelip geçti. İlginçtir,
istiridyenin ağrı ve sıkıntıları da nerdeyse sona ermiş ve ardında herkesin
ziyaret etmekten zevk duyduğu bir istiridye bırakmıştı.
Çünkü hayatının uzun süre acılarla
geçmesine neden olan o kum taneciği, onun sabrıyla bir inciye dönüşmüştü. Bu
yüzden istiridyenin bulunduğu yerde yaşayan diğer deniz canlıları onu sık sık
ziyaret etmeye, zaman zaman kabuğunu açtığında ortaya çıkan muhteşem inciyi
seyretmeye geldiler.
Ve bir şeye hiç karar veremediler: O
harika inci mi istiridyeyi güzelleştiriyordu, yoksa sabır ve sükunet sembolü
gibi duran istiridye mi inciyi öyle güzel gösteriyordu?
Sizce?”
Gün gelir değerli bir taş gibi sanata
dönüşmeyi bekler her maden. Denizde, toprakta, havada, suda, bir balığın
karnında bile değerli taşa rastlayıp da ilk bulan siz olsanız nasıl da neşe
bulursunuz kendinizde. İnci parıltısındadır şu hayat, şeffaflığını camdan pırıltısıyla
bütünleştirip tıpkı hanımlarımızın değerli inci gerdanlıkları gibi ipince
dizilirler ömrümüze. İnci gibi özeldir her bir anımız. “İnci gibi
hatıralarınız, pırıl pırıl bir yaşamınız olsun.” diyorum.