Dün öğlen
namazı için camiye girerken gördüm ikisini. Caminin girişindeki merdivenlerde
oturmuş kendilerince oyun oynuyorlardı. İkisinin de üstü başı kir, pas
içerisindeydi. Ayakları çıplak, hatta küçüğünün belden aşağısı komple çıplaktı!
Biri; yaklaşık iki yaşlarında, diğeri ondan belki bir iki yaş daha büyük, iki
masum çocuktan bahsediyorum.
Öncelikle yerdeki soğuk mermerlere değen çıplak ayakları ilişti gözlerime. O an; havalar
soğumaya başlayalı beri evde “aman yavrum ayağınıza çorap giyin, terlik giyin”
diye bıkmadan uyardığım çocuklarım geldi gözlerimin önüne. Vicdani olarak
etkilenip kendimi sorumlu hissettim. O çocuklara nasıl yardımcı olabilirim diye
düşünmeye ve aynı anda da neden orada olduklarını anlayabilmek için onlara
sorular sormaya başladım.
“Ayakkabılarınız
nerede çocuklar?” diye sordum ilk önce.
Küçük çocuk
daha konuşmayı bile bilmediğinden, büyük olan: “Ayakkabımız yok!” diyerek cevap
verdi.
Bu defa, “Anneniz,
babanız nerede?” diye sordum.
Yine büyüğü : “Bilmiyorum,”
dedi.
“Eviniz
nerede?” diye sorgulamaya devam ettim ama çocuk:
“Evimiz çok
uzakta,” diye cevap verince, epey şaşırdım.
Bir anda
aklımdan; “Bu çocuklar buraya nasıl gelmiş olabilir; yoksa birisi mi bıraktı
camiye; acaba kimseleri yok mu; yetim veya öksüzler mi?” gibisinden art arda
sorular geçmeye başladı.
Şaşkınlığımı
ve iyice artan merakımı gidermek ve de durumlarını, hakikaten ne için orada
olduklarını anlayıp onlar için ne yapabilirim diye çözümleme yapabilmek üzere:
“Peki, siz buraya nasıl geldiniz? Yürüyerek mi?” diye sorduğum anda, alt
kattaki abdestliklerden çıkıp namaza yetişebilmek için aceleyle bize doğru gelen
biri; -konuştuklarımıza kulak misafiri olmuş olmalı ki- yanımdan geçerken bana bakıp:
“Aman ha, sakın bunlara yardım etmeye çalışma!
Elini verdin mi, kolunu alamazsın!” diye uyarıda bulundu ve basamakları
çıkarken konuşmaya devam etti: “zaten bu çocuklar buraya uzaktan gelmediler.
Evleri yok ama caminin hemen arkasındaki tarlada, çadırda yaşıyorlar. Hem, anne
ve babası da orada, çadırdalar,” dedi. İşte o anda şaşkınlığım bir kat daha
arttı.
Anne ve
babaları sağ olan bu çocuklar; yuvalarında olacaklarına, bu soğukta, sokağa terk edilmiş
gibi cami merdivenlerinde, çıplak ayaklarla dolaşıyorlar. Hayret!
Camiye girip
namaza durdum ama o çocukların halleri ve o adamın söyledikleri aklımı
kurcalamaya, zihnimi meşgul etmeye devam etti.
Namaz biter
bitmez, cemaatin camiyi terk edeceği o üç beş dakikayı fırsat bilip kıble tarafındaki
pencerelerden birini açarak dışarıya baktım. Çadır falan görünmüyordu. Sonra
doğu tarafına yönelip de oradaki pencereyi açınca, yan tarafta bulunan parke
taşı işletmesinin arkasında kurulmuş çadırı gördüm.
O sırada,
ilerideki özel hastanenin yönünden on iki, on üç yaşlarında bir kız çocuğunun
elinde bir paket kağıt mendille, tarlayı yol tutup cami yönüne doğru geldiğini
gördüm. Tahmin ettiğim şey miydi, diye düşünerek biraz bekledim. Kız çocuğu;
çadıra girip de, çadırın ucu açık olan kısmından görünen, yerdeki minder
üzerinde yan gelmiş uzanıp rahatına bakan bir adam, uzandığı yerden doğrulmaya
başlayınca durumu daha net anladım. Evet, tam da tahmin
ettiğim şeydi. Bunlar; dilenciliği meslek edinmiş, her mevsim farklı bir şehre giderek
sağda solda dilenen ailelerden biriydi.
İşte o anda;
durumlarına acıdığım o çocukların, aslında babaları tarafından dilenmeye
alıştırılan, başkalarının duygularını sömürerek kazanç elde etmeyi vazife edinen
bir ailenin zavallı, masum birer fertleri olduklarını anladım.
Bir yandan o
masumların durumuna üzülürken; bir yandan da, babaları olacak adama karşı
nefret duygularım kabardı. Kendi kendime söylenmeye başladım.
Ulan insafsız
adam! Sen nasıl bir babasın? Kendin, çadırında yan gelip keyif çat, o çocukları
da ayakkabısız, yarı çıplak ve perişan bir vaziyette; kir, pas içerisinde bırakıp
sağa sola sal ve onlara acıyıp yardım etmek isteyenler üzerinden menfaat sağla!
Olacak iş mi bu?
O çocukların
ne suçları var? Madem bakamıyorsun, ne diye dünyaya getirdin o kadar çocuğu, diye
soracağım ama… Ama yanlış olacak! Neden mi? Zaten adam; onları bakmak için değil, köle
gibi çalıştırmak için dünyaya getirmiş. Gördüğüm tablodan anlaşılan açık ve net
olarak bu!
Yazıklar olsun
senin gibi insanlara! Gidip bir iş bulup alın teri ile çalışarak, çoluk
çocuğunun rızkını temin etmek dururken; o masumları kullanarak maddiyat elde
etmek, nasıl bir insanlıktır anlayamıyorum!
Dinimizce hoş
karşılanmayan dilenciliği; bırakın yapmayı, meslek haline getiren bu tip
insanlara ne denilebilir, inanın onu da bilmiyorum.
Evet, dinimiz;
dilenciliği kesin olarak yasaklamıştır. Belki içinizden: “muhtaç olanlar ne
yapsın, o zaman?” diyebilir siniz.
Muhtaç olmak,
fakirlik çekmek farklı bir durumdur. Muhtaç olanlar, zaten dilenmezler. Birilerine
el avuç açmak zorunda kalsalar bile, sadece acil ihtiyaçları olan bir şeyleri
temin etmek için taleplerini dile getirirler. O da geçici olur. Dilenmeyi meslek edinmek ise
bu durumun ahlaksızlık boyutudur.
Her şeyi bir
yana bıraktım da; aktardığım bu olayın, sadece çocuklara yönelik boyutu beni
çok etkiledi. Bu yazıyı da o yüzden kaleme aldım.
Oyun çağında,
dünyadan bihaber yaşayan; iyiyi, kötüyü daha ayırt edemeyecek yaşta olan o
masumların bu hallere sokulmaları beni çok etkiledi diye paylaştım sizlerle. Ne
suçları var ki onların?
Bizim çocuklarımız;
sıcak yuvalarında oyuncaklarıyla oynayıp eğlenirken ve de yaşı gelenler okul
okuyup eğitim alırken; o çocukların ve onların emsali olan diğer masumların, bu
hayattan hiçbir pay alamıyor olması yüreğime dokundu.
Bu serzenişim
sakın yanlış anlaşılmasın! Benim isyanım kesinlikle Allah ’a karşı değil ve de
olamaz! O Rahman ve Rahimdir. Rızkı veren, O ’dur. Benim isyanım; o çocukları kullananlara;
vicdansız, merhametsiz anne ve babalarına!
Ne diyelim?
Allah ıslah etsin; o zihniyette olanların tamamını!