Oğlan evinden çıkan köyün gençleri davul zurna önde
olmak üzere oluşturdukları kortejle mezarın başına doğru yürürlerken tabanca,
tüfek seslerine karışan, “Gezi bağlarından dolanıyorum/ Yitirdim yarimi
aranıyorum” türküsünü hep bir ağızdan söylüyorlardı. Haftalar öncesinden
düğün hazırlıklarına başlanmıştı. Harmanını kaldırıp mahsulünü satan köylünün
cebi paralanmış ve nişanlı oğlunu artık evermenin zamanı gelmiştir. Önce
şehirden abdallar ayarlanır, kızın ve oğlanın çeyiz ihtiyaçları karşılanır,
davetiye olmadığı için görevlendirilen bir kişi veya kadın ev ev dolaşarak
akide şekeri vermek suretiyle düğüne davet eder, imkanı olan dana, tosun ya
da inek keserek etliğini hazırlar, üç gün sürecek düğün hazırlığını
tamamlardı.
Karacaören köyünde düğünün tek sorumlusu yasakçı denen kişilerdi. Bayrak kaldırma
organizasyonundan tut ki çeyiz götürme, kınacıları götürme, kayınların
hizmetinden hep bu işin ehli kişiler sorumlu olurdu. Bunların başını
Garamiyalların Güzülü Halibaam denen adam çekerdi. Düğünlerin en gözde
kişileri erkek köçeklerdi ki bunlarında başını Metin köçek çeker, yere atılan
paraları köprü kurarak ağzıyla alır, oynak oyun havalarına oynarken vücudunun
her yeri tir tir titrerdi. Düğünlerin tadı tuzu kayınlardı ki onların oğlan
evine, odada yanan lüküsün gömleğine, görevli yasakçıya, abdallara,
köçeklere, davulunu yardıkları davulcuya, tam pilav isteriz diye aşçıya
yaptıkları eziyetlerin yanında attıkları mermilerle odada deldikleri
hezenlerin sayısı günlerce dillerden düşmezdi. Hele kayınların içinde Moruğun
Nazim olursa ortada oynayan köçekle oynamaya durur ondan daha iyi oynaması da
ustalardan "bize katıl" teklifini getirirdi. Uluyol da yapılan
dövüşlü, kavgalı at yarışmalarını seyretmek izleyenlere daha başka bir haz
verirdi.
Yarışa katılan çevre köylerden Boztepeli, Dalakçılı, Horlalı, Kümbetli
binicilerin “ben kazanacağım” hırsı atları çatlama durumuna getirir, yarışı
kazanamayanlar ise “ben kazanacaktım ama beni copunla ittin, atını önüme
sürdün” gibi bahanelerle çıngar çıkarırlardı. Düğünlerde gelin önü kesme
adetti ama bunu ticarete dökenler de vardı. Hele Karacaören'den bir kız başka
bir köye gelin giderse bahşişi beğenmeyen bu kişilerle kız evi arasında dövüş
çıkardı da kimse Çingioğlu'nun Cemal'le kötü olmak istemezdi. Düğünlerde
yemeğe konacak et gereksinimi (etlik) genelde elinde imkanı olanlar dana,
tosun, inek gibi hayvanları kesmek suretiyle karşılarlardı. Etler sofralarda
davetlilerin midesini boylarken hayvanın kellesi de düzenlenen "kelle
atımı" yarışması töreniyle çekişmeli sahnelere neden olurdu. Ne zaman
başladığı belli olmayan bu gelenek yetmişli yılların ortalarına kadar sürse
de yavaş yavaş, iddiasını kaybede kaybede zamanla her gelenek gibi kaybolup
gitti. Kelle ilk önceleri köyün en yüksek damı olan (o yıllarda üzerinde
kiremidi olmadığı için) eski camiye, daha sonraları da Tombul İsmail'in
konağına atılmaya başlanmıştı. Öğleden sonra davul zurna eşliğinde konağın etrafına
doluşan köylü ve çevre köylerden gelen davetliler büyük bir kalabalık
oluştururlardı.
Davul ve zurnalar ağır ve ezgin bir hava çalarlarken köy ve çevre köylerden
gelen kendine güvenen gençler kulağından tuttukları kelleleri güçlerinin
yettiğince önce başının biraz üstüne, sonra biraz daha üstüne ata ata
birbirlerinin kuvvetini sınama yoluna giderlerdi. Sonradan iş gittikçe
kızışır, kelleyi dama ilk atan kişi diğer rakiplerinin atmasını bekler, onlar
da dama kelleyi atınca futboldaki penaltı atışları gibi yarış devam ederken
dama iki çıta çakılır, aralarına gerilen ipten kelleyi kim aşırırsa yarışmayı
o kazanmış olurdu. Yarışmayı kazanan genç kendince güçlülüğünü orada
toplananlara kanıtlamış olur, bunun göstergesi olarak da fakir dahi olsa
toplanan kalabalığı evine götürür ve masrafları cebinden çekerdi. Bu kişiler
toplananlara ilk yıllarda üzüm şerbeti dağıtırken zamanla bunun yerine akide
şekeri dağıtırlardı.
Mükafatları da eğer veren olursa bir gömlek olsa da kendisini kanıtlaması ona
yetiyordu. Atmışlı yılların içerisinde Almanya'nın işçi alımına kadar
Kaalerin Goca Kütük, Gogu'nun Fehmi, Kenedi Kemal, Gımır Salinin Abdullah,
Kaalerin Duran, Dabıcın Hidiyat, Nebilerin Asım, Haymininin Memmet Ali
sonradan yetişip bunlara katılan Dedeoğulların Çete İbraam, Haymininin Tüccar
gibi gençler ikinci dönem kelleciler olarak anılıp kaldılar. Kenedi Kemal
tesadüfen bulunduğu Özbağ' köyünde bir kelle atımında dama kelleyi atınca buna
bozulan gençler onu dövmeye kalkmışlarsa da Karacaören yeğeni olan Nayılının
Ahmet onu kurtarmıştır.
Bunun bir benzeri de Gımır Salinin Abdulanın başına Temirli köyünde gelmişse
de muhtar araya girip misafir diye onu korumuştur. Düğünlerde kelle atmak
komşu köyden gelen gençlerle Karacaörenli gençler arasında rekabetin
doğmasına yol açardı. Bu yarışmalarda en çok göze batan Boztepeli gençlerle,
Karacaörenli gençlerin rekabeti daha bir farklıydı. Yarışları çok çekişmeli
geçer, dam kafi gelmez çelene ip gerilirdi. Bazen Boztepe'de bazen de
Karacaören'de gerilen bu ipe germe veya gevşetme hilesi yapıldığı zannıyla
dövüş bile çıktığı olurdu. Boztepeli babayiğit gençler Cafarın Mustafa,
Hediyenin Memmet, Oskinin Memmet, Karacaörenlileri atımda zorlasa da
Müdürlerin Rüştü daha bir başkaydı. Tuttuğu kelleyi adete bir kağıt
parçasıymış gibi anında dama fırlattığı bir oluyordu. Öyle ki eve kalabalık
götürdüğünden dolayı hanımıyla arasının açıldığı duyulsa da zamanla Kaalerin
Goca Kütük ve Duran, Rüştü'yü zorlamaya başladılar.
Düğünlerin birinde Rüştü kelleyi dama ağırdan ağırdan, boy yükselterek
atıyor, Goca Kütüğün babası Kaanın Irza bunu kendince dalga geçme veya hafife
alma olarak yorumluyor, “Ah Kütük'üm saptan gelip de buraya bir yetişse"
diye iç geçiriyordu. Öyle de oldu. Kütük yetiştiği gibi Rüştü'yü alt ederek
babasını içinde bulunduğu veisten kurtardı. Bu olayın bir benzeri de kuyuda
atları sulayan Goca Duran'ın başına gelir, yetiştiği gibi kelleyi damın
ortasına fırlatması bir olur. Kırklı, ellili yıllarda bazı Karacaörenliler
baharın gelmesiyle Ankara'ya amele olarak inşaat işçiliğine çalışmaya
giderler, ırgatlık ayı geldiğinde de çevreye göre ekinleri bir ay erken
yetişen Akçaağıl köyünde tırpan sallarlar sonra da aynı işi köylerinde yapmak
için dönüş yaparlardı. Bir Ankara dönüşünde yaya olarak yol alan
Karacaören'den aynı zamanda birinci dönem kellecilerden olan Göbül Halil,
İybin Ostuk, Bal Memmet, Kara Sali, Dabıcın Mustafa, Eleyin Gara Memmet,
Arabın Mustafa, Meleğen Irza’ya ilaveten Boztepeli, Kellecilerden Ahat,
Müdürlerin Kel Memmet, Cafarın Memmet, Omar Çavuş, Abbas, Memmet Doğan,
Kütoğlanın Rüştü gibi gençler aç ve yorgun olarak köylerine doğru yol
almaktadırlar. Ankara ile köylerinin arası yaya olarak günlerce sürdüğü için
dönüşleri bir azap ve sefalet oluyordu. Bala'dan geçtiklerinden çok zaman
sonra gün yavaş yavaş kayboluyordu ki kulaklarına uzaklardan davul, zurna
sesleri gelmeye başladı.
Karacaörenliler seslerin geldiği yöne doğru yol alırlarken Boztepeliler
"biran önce köyümüze yetişelim” diye kafileden ayrılıp yollarına perme
perişan devam ettiler. Karacaörenliler az bir yolculuktan sonra köye girerken
abdallar onları misafir zannedip davul zurna ile karşılarlarken bahşişleri
ceplerine konmuştu bile. Onları ilk önce düğün sahibi ve yakınları karşıladı.
Kız tarafı hayırlı olsuna dışarıdan gelenleri zannederek misafirlere bol bol
ikramda bulundular. Düğün sahibi hal hatırdan sonra işin aslını öğrenmiş,
başka misafirlerin masalarını dolaşmaya başlamıştı. Bir müddet sonra davul,
zurna ve zil seslerine karışan köylülerin konuşmalarına kulak kabartan
misafirler duyduklarından bir şeyler anlamaya çalışıyorlardı. Meğer ertesi
günü düğünde kelle atılacakmış…
Köyün gençleri her düğünde bu köyü yeniyor, üstüne üslük birde dalga
geçiyorlar, “öbür düğüne kadar iyi yallanın da kelleyi yerinden
kaldırın" diyorlardı. Adamların konuşmalarını duyan ve anlayan, onların
yüz ifadelerindeki gerginliği gören Karacaörenliler, “nedir sizin derdiniz
hemşerim? İstemeyerek size şurada kulak misafiri olduk anlatında meseleyi
bizde bilelim" derler. Ağzı laf yapan köylülerden biri “başımızda böyle
böyle bir kelle derdi var ki sormayın gitsin" diyerek başlattığı sözü,
“siz ne yapacaksınız bizim derdimizi hemşerim?" diyerek bitirdi. Biraz
suskunluktan sonra, “sizin derdiniz kolay hemşerim, bana düğün sahibini
çağırın" diyen Bal Memmet'in konuşması bu sessizliği bozdu. Yerinden
kalkan köylülerden birisi düğün sahibiyle az sonra masaya geldi.
"Buyurun ağalar, aha size düğün sahibi" deyip gerisin geriye
çekilerek onları baş başa bırakıp yerine geçti. Düğün sahibi, “Beni
emretmişsiniz buyurun ağalar"..."Ağa sizin başınızda köy olarak bir
dert varmış, bizim karnımızı bugün ve yarın yeterince doyurun, altımıza
yatağımızı serin yarın biz sizi rahatlatmış olalım" diyen Bal Memmet bir
gözüyle de arkadaşlarına gülücük atıyordu. Ertesi günü öğle yemeğinden sonra davul,
zurna eşliğinde yüksekçe bir konağın olduğu yerde biriken kalabalığa
karıştılar.
Bir müddet sonra "kelle atanlar ortaya" diye çağıran cazgırın
sesiyle damın altında toplanan diğer kellecilerle göz göze gelip
selamlaştılar. Kelle atımına başlandığında Karacaörenliler damı önceden o
değilden usülen şöyle bir süzüp işi hafiften alarak diğer köyden gelen
kellecilerden güç ve kuvvet durumlarını ölçüp biçiyorlar ona göre de sıraları gelince
kelleyi dama atıyorlardı. Bu durum bir müddet devam ettikten sonra kelleyi
dama ulaştırdılar. Rakipleri de aynısını yaptılar. Gözler fal taşı gibi
açılmıştı, “nereden çıktı bu iri kıyım adamlar?” diye herkes birbirine sorular
soruyordu. Rakip köylüler bunu kabul etmeyip dama ip serilmesini istedilerse
de sonuç değişmemiş, Karacaörenliler adına yarıştıkları (…....) köyünü kelle
atımında ilk defa birinci getirmişlerdi. Davul zurna eşliğinde bütün köylü
onları durmadan alkışlıyordu. O günde köylü zafer kazanan kellecileri misafir
edip yedirip içirdi. Ertesi gün bir ellerine aldıkları hedaye diğer ellerinde
de yolda yersiniz diye çıkılarına konan azıklar olduğu halde köylülerle
vedalaşan Karacaörenlilerin o an keyiflerine diyecek yoktu. Adeta tırısa
kalkmış at gibiydiler. İki gün süren uzun bir yolculuktan kendilerinden ayrılan Boztepelilere yetiştiler. Hal, hatırdan sonra onlardaki bu
değişikliğin sırrını soran Boztepelilere “oğlum işin sırrı KELLENİN EKMAA,
Alın şu çıkıdakileri yiyin de sizde bizim gibi olun" diyen Göbülün
kırmızı yüzü sevinçten daha çok mağrurluklarını ortaya koyuyordu… Kelleyle
ilgili “Sessiz Ağıtlar" adlı şiirimden bir dörtlük sunuyorum…
Düğünlerden biriydi kelle atılıyordu orta konağa,
Onu tuttuğu gibi dama fırlattı Kaalerin Duran Ağa,
İtiraz etti Boztepeliler , sanki düşmüşlerdi tuzağa,
Dama ip edip gerdiler hasret dolu gözyaşlarımı
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 14 01 2012
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek
mirasçılarını rencide etmek için yazmadım...